Ana içeriğe atla

Tabiat boşluk kabul eder mi?



2001-2002 yıllarında Adana’da çalışırken bir vesileyle yolum Yehova Şahitleriyle kesişti. Temsilcisini davet ettim. Eşiyle beraber geldi evime. Tanıştık. Sigorta işleriyle uğraşan kendisinin  ve eşinin adı Müslüman ismiydi. Her ikisi de Türkçe konuşuyorlardı. Temsilcinin aksanından yabancı olduğunu anladım. Ama eşi Türk idi. Geçmişini sordum eşine. “Namaz kılar oruç tutardım sonradan Yehova oldum” dedi. Bana kendi inançlarını anlatan bir-kaç risale hediye ettiler. Biraz oturduktan sonra Kitabı Mukaddes’ten bazı bölümler okuyabilir miyim” dedi temsilci. Elbette dedim. Daha önceden fosforlu kalemle çizilmiş İncil’in bazı bölümlerinden cümleler okudu bana. Okuma işi bittikten sonra Kitabı Mukaddes’ten -daha önce okuyup notunu aldığım- bazı bölümlerle ilgili sorular sordum. Kitabınız peygamberlere hakaretlerle dolu soruma “İsa dışında tüm peygamberler günahkar” cevabını verdi. Sonra vedalaşıp ayrıldık.
***
Bir kaç ay sonra okulumun müdür yardımcısı: “Biriyle tanıştıracağım” diye odasına çağırdı. Misafir, Güney Koreli biri idi. Adana’da misyonerlik çalışması için bulunuyormuş, adını da değiştirmiş Musa ismini almış. Kendisine daha önce hangi inançta olduğunu sordum. Konfüçyüs olduğunu söyledi. Sonradan araştırarak Hristiyan olduğunu belirtti. İslam’ı da araştırdın mı dedim. “Araştırdım” dedi. Neyini beğenmedin İslam’ın deyince, “Çok evlilik içime sinmedi” dedi. O devirde birden fazla evlilik bir realiteydi. Batıda da vardı. Eğer İsa peygamber de yaşasaydı o da birden fazla evlenebilirdi” cevabıma “Belki” dedi. Adana’da kaç tane kilise eviniz var dedim. 50 tane dedi. Ayrıldık.
***
Adana’da bir başka okulda ders tamamlamaya gittim. Ramazan ayı idi. Okulda az sayıda oruç tutan öğrencilerden biri geldi yanıma. “Hocam ben Hristiyan olmaya karar verdim” dedi. Çok mu beğendin Hristiyanlığı, derdin ne? Çünkü sen orucunu bile tutuyorsun, dini bilgin de ileri derecede dedim. “Yok hocam Hristiyanlığı beğendiğimden değil. Ben Güneydoğuluyum. Ailem orada. Ben burada ağabeyimin yanında kalıyorum. Geçen gün bana ‘Başının çaresine bak, sana bundan sonra bakamayacağım, kendine yer bul’ dedi. Şimdi ne yapacağım bilemiyorum. Niyetim yurt dışına gitmek. Bunun için de Hristiyan olacağım. Çünkü dışarıya başka türlü gitmem mümkün değil. Geçen gün bir arkadaşım kiliseye gidip hristiyan olunca ona pasaport çıkarttılar. Dinimi değiştirirsem bana da yardımcı olacaklar” dedi. Dilimin döndüğünce yaptığının yanlış olduğunu izah etmeye çalıştım. Daha lise çağındaki  genç ne yaptı sonraları bilmiyorum.
***
2000’li yıllarda başımdan geçen üç tane üzücü anekdot. Güzel ve mükemmel dinimizi anlatamıyoruz, belki de yaşayamıyoruz. Ülkem yabancıların cirit attığı bir yer. Batılılar iyi bir saha çalışması yaparak ülkemde faaliyetlerde bulunuyor. Anlattığım anekdotlarda yabancıların bizim Müslüman insanımızı kendi inançlarına döndürme çalışması var hep. İlk iki olayda muhatap olduğum kişiler özel olarak yetiştirilip ülkeme gönderilmiş kişiler. Konuşması, giyimi, davranışları çok insancıl. Konuşacağı alanları biliyorlar, kitaplarından okuyacağı yerleri biliyorlar. İşini bırakıp ayağına kadar da geliyorlar. Üçüncü olayda; kalacak yeri olmayan genci ne şekilde kendilerine çekeceklerini de biliyorlar. Düşündüm de kendi ülkemin insanı sahipsiz. Tabiat boşluk kabul etmiyor. Adamlar boşluğu buldu mu affetmiyorlar. Biz kendi insanımıza sahip çıkmaktan aciziz. Biz hep aynı kulvar ve menzile giden  insanımızı kendimize çekmeye çalışıyoruz, yeni insanları kazanacağımız yerde. Tıpkı GSM operatörlerinin yaptığı gibi.

Farklı kulvardaki insanlara yaşantımızla örnek olarak ulaşmamız lazım. Belki de adam adama markaj yaparak... Güzel bir üslupla, güzel bir iletişim ve ikna edici bir yöntem  kullanarak yeni insanları İslam’la buluşturmamız lazım hem de ayağımıza beklemeden biz onlara giderek... 18/09/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde