8 Eylül 2016 Perşembe

Bir ileri bir geri olmayacak artık


26/03/2016 tarihinde kaleme aldığım (http://dilinkemigiyok.blogspot.com.tr/2016/03/ileri-geri-saat-uygulamas-veya-nesi-olay.html) yazımda  ileri-geri saat uygulamasını eleştirip bu komedi daha ne zamana kadar sürecek demiştim.

Hükümetin 2013 yılından itibaren sona erecek dediği fakat bir türlü hayata geçiremediği ileri-geri saat uygulaması nihayet 08/09/2016 günü Resmi Gazete’de yayımlanan Bakanlar Kurulu kararı ile son buldu. Bundan sonra bu ülkede hep ileri saat uygulaması devam edecek. Ülkemize hayırlı olsun. Bu kararı alanları tebrik etmek istiyorum.

Saat bir ileri, bir geri…mesele bundan ibaret. Çok da önemli değil. Tebriğe de gerek yok diyebilirsiniz. Siz önemli görmeseniz de ben önemli görüyorum bu kararı. Saatle oynanması bir ucube idi. Bu konuda Bakanlar Kurulu karar almışsa demek ki küçümsenecek bir karar değil bu. Önce bunda anlaşalım. Aslında benim düşüncem, geri saat uygulamasının sürekli olması şeklindeydi. Ama olsun. Bundan sonra saatlerimizle oynanmasın da varsın ileri saat hep uygulamada kalsın.

Geçmişten beri “Gün ışığından daha fazla yararlanmak…diğer ülkelerle aynı saat diliminde olmak” gibi sebeplerle saatlerimizi bir ileri, bir geri alıyorduk. Diğer ülkelerle zaten saat farkımız var. İleri alsak da, geri alsak da saatlerimiz tutmuyordu zaten. Gün ışığından daha fazla yararlanmanın ne demek olduğunu hiç anlamadım bu yaşıma kadar. Şükür anlayamadan da kaldırıldı. Belki de bu adama 53 yaşına kadar hala öğretemediysek bundan sonra da öğretemeyiz diye kaldırıldı.


Bundan sonra Cahiliye Döneminde Arapların aylarla oynadığı gibi bizler de saatlerimizle oynamayacağız. Özellikle mart ayı geldiğinde uygulamaya konan ileri saat sendromunu yaşamayacağız bu vesileyle. Saatle oynanmasına kolay kolay alışamıyorduk. Kalkıp işe gitmede, buluşmada, “Efendim, yeni saate göre mi buluşacağız” şeklindeki sorulara da muhatap olmayacağız bundan sonra. 08/09/2016

“Amca! Dur bir dakika…Ne o elindeki, çöpe mi atacaksın onları?


Evimi taşıdıktan sonra çıktığım eve uğradım kalan birkaç şey varsa alıp geleyim diye. Kalanları alıp evden çıktım. Yeni evime doğru yöneldim. Solumda kalan çöp kutusunun yanından geçerken parkın içerisinde oturan iki bayandan biri ayağa kalktı: “Amca dur bir dakika. Ne o elindeki, çöpe mi atacaksın onları” dedi. Hayır dedim yürüdüm.

Elimdeki eşyanın bir kıymeti harbiyesi yoktu. Anlaşılan ihtiyaç sahipleri. Neye ihtiyaçları var bilmiyorum ama elimdekini sorduklarına göre ne çıkarsa bahtımıza der gibi bekleşiyorlardı çöpün yanında. Sanırım bana göre gereksiz, kendilerine göre belki de bir ihtiyacımızı giderecek bir şey olabilir diye düşünmüş olmalılar. Olur ya çöpe atarsam çöpten almaları çok zor. Belediyenin  yeni çöp konteynerlerinin içinden herhangi bir eşya atabilmek mümkün değil. Bu yüzden elindekine bakıyorlar.

Acıdım hallerine. Mecbur kalmayan kimse orada bu şekilde beklemez. Yazık bu insanlara gerçekten. Kim bilir ne kadar ihtiyaç sahipleridir. Bunlar bu  şekilde çöp kenarında bekleşerek rızıklarını temin etmeye çalışırken diğer taraftan okuldan ayrılıp  kavşağa geldiğimde  son model lüks arabasıyla arabasını devirecek şekilde bağırtan sefa ehli, ehli keyif, karnı tok ve de şımarık bir insan müsveddesi gördüm. Ne yapıyor bu adam, şimdi arabasını devirecek, ya da birine çarpacak diye kendisine korkulu bir şekilde bakan insanların bakışından zevk alırcasına kavşaktan 3-4 defa döndü… Aynı asırda, aynı ülkede ve aynı şehirde birlikte yaşıyor bu insanlar maalesef. Birinin eli yağda, diğerinin gözü çöpte. Adaletin bu mu dünya diyesi geliyor insanın. Gerçi dünyanın suçu ne? Yaşadığımız ortamı sağlayan yine bizim cinsimizden insanlar değil mi? Bir ülkede sosyal adalet de bu kadar mı uçurum olur? Bir kısmımız tatillerde alıp başını tam porsiyon otellerinde alırken bu tür çöpten beslenenler, şehirdeki tüm kutularını yürüyerek arşınlıyor… Karton, kitap, demir, kağıt vb satacak, para edecek ne bulurlarsa dolduruyorlar kendilerince oluşturdukları taşıma aletleriyle. Biz çöpün yanına varırken tiksiniyoruz atacağımızı atıp hemen uzaklaşıyoruz. Onlar koşarak varıyorlar ekmek teknelerine. Karıştırdıkça karıştırıyorlar çöpün içerisini.

Aynı asırda yaşayan bizler bunun hesabını öbür dünyada zor veririz. Bunu biliyorum. Hesabımızın rengi nasıl olur diye merak edenimiz olursa işimiz kül öbür dünyada haberimiz olsun. Karnımız tok bizim. Hatta iğrenerek bakıyoruz çöpün etrafında ekmek kavgası verenlerin kılık-kıyafetlerine. Biz ne kadar tiksinsek de bu şekilde ekmeğini taştan çıkartan bu insanları takdir etmek gerekir. Çalmadan çırpmadan bizim işe yaramaz diye çöpe attıklarımızı ekonomiye tekrar kazandırdıkları için.


Yazık bize gerçekten. İnsanımız ölmüş bizim. İnsanlığımızı kaybedeli çok olmuştu zaten. Konya-08/09/2016

Zor, beynimizde oluşturduklarımız olmasın...

Gördüğüm çoğu insan yaptığı işin ne kadar zor olduğunu kendini acındırarak anlatır durur. Ne iş yapıyorsun desen; bir anlatmaya başlar... Sorduğuna, soracağına pişman olursun. Hemen: İşim şöyle zor, böyle zor, şöyle gidiyorum, böyle geliyorum, şu işi şöyle yapıyorum, böyle yetiştirdim, benim yaptığım bu işi başkası yapamaz, yapsa da zaten dayanamaz... gibi serzenişler ve şikayetler top atışı gibi gelmeye devam eder. Sorduğuna, soracağına pişman olursun. Keşke bir sussa artık dersin. Kazara iş bu kadar ağırsa madem ayrıl desen, yeni bir fasıl daha açmış olursun.  Sağlığın açısından en iyisi sormamaktır. Sormak bu durumda belanı istemek demektir.

Aslında zor iş diye bir şey yoktur. İnsan işini severse, işini kabullenir, kendini işine verirse, işini plan ve program dahilinde yaparsa, kendisini ve işini başkasının yaptığı işle kıyaslamazsa, işinde kaçak güreşmezse tüm zor işler kolaylaşır. Hayatta zor olan sorumluluk duygusudur. Bunu da görev bilinci çerçevesinde ibadet aşkıyla yaparsa yaptığı işten zevk alır. Çünkü "Allah hiç kimseye gücünün üzerinde bir yük yüklemez." Belki de zor, beynimizde oluşturduğumuz problemler yumağından ibaret olsa gerek. Yine böylelerine efendim işinizi şöyle yapsanız şeklinde bir yol göstermeye kalksanız hemen savunma ve bahane bulma refleksi devreye girer. Böylelerinden mümkün olduğu kadar uzak duracaksın. Konu açılmışsa da konuyu değiştirmek için baya bir maharetli olmak gerekir.

Yanılıyor olabilirim ama yaptığı işi beyninde zorlaştıranların çoğu genelde rahatına düşkün, iş yapmaktan haz almayan, bol bol konuşmayı, gezmeyi seven kişiler olduğunu görebilirsiniz. Aslında bu tipler çok zekidirler. Zekâlarını hep mazeret ve gerekçe bulmada harcarlar. Böylelerine hiç iş yaptırmayıp sadece yaşaması için Allah'ın verdiği nefes alma görevi verseniz... bunu görev olarak telakki ettikleri için gayri ihtiyari olarak aldıkları nefes almadan da bıkıp usanırlar. Keşke imkan olsa da aldıkları nefesi de bir başkası alıverse. Maalesef teknoloji ne kadar ilerlemiş olsa da daha böylesini icat edemedi.

Hayattan bezmiş bu görüntüleriyle böylelerini hep sırtında taşısan da yine memnun ve mutlu edemezsin. Aslında kötü niyetli değildirler. Sorun sadece zor diyerek beyinlerinde oluşturdukları ve büyüttükleri hayali korkudan ibarettir. İşin garibi işinin zorluğuna kendilerini ikna etmiş durumdalar. Böylelerini ancak toprak pakler. 08.08.2016