Ana içeriğe atla

“Amca! Dur bir dakika…Ne o elindeki, çöpe mi atacaksın onları?


Evimi taşıdıktan sonra çıktığım eve uğradım kalan birkaç şey varsa alıp geleyim diye. Kalanları alıp evden çıktım. Yeni evime doğru yöneldim. Solumda kalan çöp kutusunun yanından geçerken parkın içerisinde oturan iki bayandan biri ayağa kalktı: “Amca dur bir dakika. Ne o elindeki, çöpe mi atacaksın onları” dedi. Hayır dedim yürüdüm.

Elimdeki eşyanın bir kıymeti harbiyesi yoktu. Anlaşılan ihtiyaç sahipleri. Neye ihtiyaçları var bilmiyorum ama elimdekini sorduklarına göre ne çıkarsa bahtımıza der gibi bekleşiyorlardı çöpün yanında. Sanırım bana göre gereksiz, kendilerine göre belki de bir ihtiyacımızı giderecek bir şey olabilir diye düşünmüş olmalılar. Olur ya çöpe atarsam çöpten almaları çok zor. Belediyenin  yeni çöp konteynerlerinin içinden herhangi bir eşya atabilmek mümkün değil. Bu yüzden elindekine bakıyorlar.

Acıdım hallerine. Mecbur kalmayan kimse orada bu şekilde beklemez. Yazık bu insanlara gerçekten. Kim bilir ne kadar ihtiyaç sahipleridir. Bunlar bu  şekilde çöp kenarında bekleşerek rızıklarını temin etmeye çalışırken diğer taraftan okuldan ayrılıp  kavşağa geldiğimde  son model lüks arabasıyla arabasını devirecek şekilde bağırtan sefa ehli, ehli keyif, karnı tok ve de şımarık bir insan müsveddesi gördüm. Ne yapıyor bu adam, şimdi arabasını devirecek, ya da birine çarpacak diye kendisine korkulu bir şekilde bakan insanların bakışından zevk alırcasına kavşaktan 3-4 defa döndü… Aynı asırda, aynı ülkede ve aynı şehirde birlikte yaşıyor bu insanlar maalesef. Birinin eli yağda, diğerinin gözü çöpte. Adaletin bu mu dünya diyesi geliyor insanın. Gerçi dünyanın suçu ne? Yaşadığımız ortamı sağlayan yine bizim cinsimizden insanlar değil mi? Bir ülkede sosyal adalet de bu kadar mı uçurum olur? Bir kısmımız tatillerde alıp başını tam porsiyon otellerinde alırken bu tür çöpten beslenenler, şehirdeki tüm kutularını yürüyerek arşınlıyor… Karton, kitap, demir, kağıt vb satacak, para edecek ne bulurlarsa dolduruyorlar kendilerince oluşturdukları taşıma aletleriyle. Biz çöpün yanına varırken tiksiniyoruz atacağımızı atıp hemen uzaklaşıyoruz. Onlar koşarak varıyorlar ekmek teknelerine. Karıştırdıkça karıştırıyorlar çöpün içerisini.

Aynı asırda yaşayan bizler bunun hesabını öbür dünyada zor veririz. Bunu biliyorum. Hesabımızın rengi nasıl olur diye merak edenimiz olursa işimiz kül öbür dünyada haberimiz olsun. Karnımız tok bizim. Hatta iğrenerek bakıyoruz çöpün etrafında ekmek kavgası verenlerin kılık-kıyafetlerine. Biz ne kadar tiksinsek de bu şekilde ekmeğini taştan çıkartan bu insanları takdir etmek gerekir. Çalmadan çırpmadan bizim işe yaramaz diye çöpe attıklarımızı ekonomiye tekrar kazandırdıkları için.


Yazık bize gerçekten. İnsanımız ölmüş bizim. İnsanlığımızı kaybedeli çok olmuştu zaten. Konya-08/09/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde