5 Eylül 2016 Pazartesi

"Namazında niyazında..."*

Yaşadığımız süreçte hep kandırılıp orta yerde kalınca insan değerlendirme kriterimizi yeniden ele almamız gerektiğini düşünmekteyim nice zamandır.

Anadolu insanı olarak oğlumuza gelin, kızımıza damat ararken, biriyle iş vb ticaret yapacağımızda önceden sorar soruştururuz: " Falan kimse nasıl biridir" diye. Bu da çok doğal bir durumdur. Genelde: "Çok iyi biridir; Namazında, niyazında..."cevabını alırız. Böyle bir değerlendirme sonucuna göre hareket ederiz çoğunlukla.

Koyduğumuz kriter yabana atılır türden değildir. Zira Ankebut  45.ayet: "...Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor..." diyerek namaz ile kötülüğün bir arada bulunamayacağına işaret etmektedir. Ayetten,  namaz kılanın kötülüklerle işi olmaz, hükmünü çıkaran bizler çoğu zaman 'Namazında ve niyazında' olanlarla sorun yaşamaktayız. O zaman kıldığımız namazda bir sorun olmalı. Döndüğümüz kıble aynı, kıldığımız namaz aynı olduğuna göre namaz kılmadaki niyetlerimiz farklı olsa gerek. Kimsenin niyetini sorgulama imkanımız yok ama sonuçları itibariyle baktığımız zaman sanırım kimimiz Allah rızası için kılarken kimimiz gösteriş, kimimiz alışkanlık gereği; kimimiz işi icabı, kimimiz mahalle baskısından dolayı kılıyoruz anlaşılan.

Tekrar tekrar kanmamak için ne yapmamız lazım? İnsan değerlendirme kriterlerimize yeni ilaveler koymamız gerekir: Haram lokma yer mi? Üretken biri mi, yoksa asalak biri mi? Cömert mi? İş ahlakı nasıl? Dinarla/parayla arası nasıl? Kötü günde yarı yolda bırakır mı? Laf taşır mı? Gıybet eder mi? İftara atar mı? Yalan konuşur mu? Makam, mevki ve sosyal statüye karşı bakış açısı nasıldır? Emanete ihanet eder mi? Muhatabına güven veriyor mu? Komşularıyla ilişkisi hangi seviyededir? Çalışanının hakkını koruma durumu hangi boyuttadır? Özü ve sözü bir mi? Sözünün eri mi? Kul hakkı yer mi? gibi kriterlerle değerlendirme yapmalıyız. Her ne kadar "Namaz gözümüzün nuru, müminin miracı” olsa da namaz-niyaz kriteriyle aynı deliğe defalarca girip yarı yolda kalma gibi bir lüksümüz olmamalı artık. Çünkü kötüler bizi zaaf ve hassas yönlerimizle vuruyor. Ayrıca din algımızı değiştirmemiz gerekir.

Din eğitimindeki metodumuzu gözden geçirmeliyiz. Ağaç yaşken eğilir misali küçük yaştaki çocuklarımıza "İslam güzel ahlaktır" prensibi gereğince ezber, dua ve bilgiden ziyade ilk önce herkesin kabul ettiği genel geçer ahlaki değerleri benimsetmeliyiz. Yaşadığımız çağda insan, aradığı ve ihtiyaç hissettiği zaman bilgiye her daim ulaşabilir.  "Rahmeti gazabından fazla" olan Allah anlayışından ziyade "taş yapan," Cehennemde yakacak olan korkuya dayalı bir Allah algısının kimseye faydası olamaz. Küçük yaştaki dimağlara, “Müslüman: Elinden ve dilinden başkasının emin olduğu kimsedir" prensibini sevgiye dayalı bir yöntemle işlemeliyiz. Sevgisini vermeden başvurulacak şiddet/baskı maalesef nefret tohumları ekiyor sadece.

Hz İbrahim gibi öz güven sahibi, cömert ve mücadeleci, Hz Muhammed gibi emin, Davut peygamber gibi elinin emeğini yiyen… önder kişiler olacak nesiller yetiştirmek için çaba sarf etmeli. İnsanlara ve çocuklara din ve diyanet anlatan kişiler her şeyden önce yaşantılarıyla örnek olmalıdırlar. 05/09/2016

* 19.10.2016 da Anadolu 'da Bugün  gazetesinde yayımlanmıştır. 


4 Eylül 2016 Pazar

Geleceğimizi heba etmeyelim! *

Eskiler, okuyan birini gördükleri zaman: "Başımıza ne gelirse cehaletten, hiç bilenle bilmeyen bir olur mu, bu yüzden okumak lazım, okuyun yavrum! Okuyun, bizim gibi cahil kalmayın, adam olun" derlerdi. Bir zamanlar özellikle kadınlar arasında okur-yazar olmayanların sayısı çoktu. Okur-yazar olanların çoğu da ilkokulu güç-bela bitirmiş kişilerden oluşurdu. Günümüzde okur-yazar olanların sayısı çok. Hatta üniversite bitirmişimiz de az değil aramızda.

Okumuşların sayısının çok olması maalesef yüzümüzü güldürmedi. Sonuçları itibariyle okumuşun bu ülkeye verdiği tahribatı maalesef okumamışlar vermedi. Ülkeye diz çöktürmek isteyen örgüt liderlerine bakalım. Hemen hemen çoğu üniversite okumuş kişiler. DHKP-C lideri Dursun KARATAŞ İÜ Orman Fakültesi, PKK kurucusu Abdullah ÖCALAN, AÜ Siyasal Bilgiler öğrencisi, FETÖ lideri, kendisi ilkokul mezunu olsa da arkasından sürüklediği kişilerin kahir ekseriyeti üniversite mezunudur maalesef. Canlı bomba olanların içerisinde de üniversite öğrencilerinin sayısı az değildir. Okumanın önemi konusunda herkes hem fikirdir. Bu, tartışılmaz.

Günümüzün en önemli sorunu okumuş insan faktörüdür.  Çünkü okumadaki niyetimiz adam olmaktan ziyade rahat edebileceğimiz, bizi terletmeyen bir meslek sahibi olmak, üretmeden kazanmak, işimizde zirveye çıkmak, sosyal statü elde etmek, emek sarf etmeden kısa zamanda köşeyi dönüp ekonomik refaha kavuşmak, işimizdeki kaçamak yolları öğrenmek ve uygulamak, nasıl vermeden alabiliriz şeklinde örnekleri çoğaltabiliriz. Herkes böyledir demiyorum. Ama genelin bilinçaltında maalesef bu vb. bakış açısı yatmaktadır. Özelliklerini saydığım bu insan tipi okumuşun iyi görüneni sayılabilir. Türkiye'yi ve dünyayı kana bulayan ve yaşadığımız evreni yaşanmaz kılan terör örgütü liderleri ve adına süper devlet denen modern görünümlü kana doymayan yöneticileri yine okumuşlardır. Bugün dünyanın çektiği de budur.

Türkiye ve dünya okumuştan çekiyor diye okumaktan vaz mı geçeceğiz? Asla. Okumaktan ve okutmaktan başka çaremiz yok. İşte okulların açılmasına ramak kaldı. Veli ve çocuklarında bir koşuşturma başladı bile hangi okulda okuyayım diye. Kimi kayıt alanındaki okulu beğenmeyip sahte adres kaydıyla beğendiği okula kayıt yaptırıyor. Kimi iyi bir lisede okumak niyetiyle kazandığı okuldan başka okula geçmek için 3 haftadır nakil başvurusunda bulunuyor. Kimi de özel okulda,  temel lisede veya açık lisede okumak için girişimlerde bulunuyor. İş okul seçmeyle de kalmıyor, son sınıfta dershane görevi gören etüt merkezine yazılma, temel liseye geçme veya devam ettiği okulun kurslarına girme seçenekleri ortaya çıkıyor. Alınacak yardımcı kaynakları saymıyorum bile. Okuldan mezun olan öğrenci, istediği bir bölüme girememişse "Okulum iyi değildi," okul yönetimi ve öğretmeni de "Öğrencilerde kapasite yok, velileri zaten sorumsuz" demeye başlıyor. Başarının sahip çıkanı çoktur da başarısızlığın sahibi yok maalesef. Bu ülkede herkes birbirini suçlar durur. Biz birbirimizi suçlamaya devam edelim etmesine. Ama bunun kimseye faydası yok. Bu, sadece bir savunma ve saldırı refleksidir. Fakat şunu unutmayalım ki eğitim ve öğretimimiz sos veriyor. Aldığımız eğitimden memnun olmayanlar eksikliği alternatif yollara yönelerek gidermeye çalışıyor. Bugün FETÖ diye isimlendirilen yapı da bu eksiklikten nemalanmıştır uzun yıllar. Sonuç malumunuz hüsran maalesef.

Eğitimdeki başarısızlığımızdan dolayı alternatif yollara yönelme bize pahalıya mal oldu. Bu yüzden her şeyden önce eğitime bir neşter vurmamız lazım. Devlet okulları herkesin tek alternatifi olan eğitim yuvaları olmalı. Bu inanın çok zor değil. Öğrenci, veli, yönetici, öğretmen, MEM, MEB sorumlu olduğu alanı bilir, herkes hesap verebilir durumda olursa bu işte başarı elde ederiz.

Eğitim boşluk kabul etmez. Şakaya hiç gelmez. Zira çocuklarımız bu ülkenin geleceğidir. Onları geleceğe hazırlamak ve yarınlara  güvenle bakmak istiyorsak her şeyden önce bu alandaki boşluklar doldurulsun... Herkes gizli ajandasından vazgeçsin… Tüm paydaşlar taşın altına elini koysun... Çünkü bu ülke ikinci bir hatayı daha kaldırmaz. 03.09.2016

*07/09/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

2 Eylül 2016 Cuma

Seminerde ilk günüm

Yıllardır uzak kalmıştım koltuğun karşısına oturmaktan. Koltuk sahiplerine göre daha az sorumluluğa sahiptim artık. Seminerin ilk günü kurul toplantısıyla başladı.

Okula yeni geldim. Bu yüzden yabancıyım.
Toplantı salonuna indim. 15 kadar kişi bekliyordu kapının önünde. Salon kilitli. Gerçek sahipleri okula hakim anlaşılan.  En arka sandalyelerden birine, tek tanıdığımın yanına oturdum.

Kalabalık bir okul. Yavaş yavaş herkes yerini aldı. Bayanlar önde sıraladı, az sayıda erkekler ise arkada. Kısa bir uğraş sonucu ses düzeni hazır hale getirildi. Herkes birbirini tanıdığı için 2 aydır görüşmeyenlerin hasreti bitmek bilmedi bir türlü. Nihayet toplantıya başlandı. Zaman zaman muhabbet ehilleri sükünete davet edilse de bir defa verilen aranın sonucunda toplantı 2.5 saat gibi kısa bir zaman içerisinde bitirildi. Toplantı kimseyi sıkmadan çok da uzun olmadan sona erdi. Baş sorumlu konuştu, yardımcısı da okudu. Kimseye de görüş sorulmadı. Demek ki görüş sorulmadığı zaman toplantılar hem de sene başı istişare toplantıları erken bitirebiliyormuş.

Toplantıda erkeklerin sesi pek çıkmadı. Ne gürültü ne de söz alma konusunda. Bayanlar hem kalabalıktı, hem de sesleri çok çıktı. Kadının fendi erkeği yendi denirdi. Burada kadınların çenesi de erkekleri yendi. Bayanların ekserisi yatay ve dikey konuşmasına rağmen hemcinslerinin arkasında oturan iki tanesi sadece yatay muhabbete devam etti ara ara. Fakat çeneleri ne durdu ne de yoruldu. Acaba bir şey mi yiyorlar topluluk içerisinde dedim. O da ne! Sakız çiğniyorlar. Sakız çiğnemeye ne zaman başladılar bilmiyorum ama 2.5 saat süren toplantı boyunca dur durak bilmeden çiğnemeye devam ettiler. Çene yapıları sağlam anlaşılan. Tabii sakız da sağlam çene de bulunur.

Toplantının onlara, onların da toplantıya verebilecekleri bir şey yok gibiydi sanki görüntüleri. Ama haklarını yemeyeyim hiç patlatmadılar sakızı. Kim bilir belki edeplerindendir? 02.09.2016