Eskiler,
okuyan birini gördükleri zaman: "Başımıza ne gelirse cehaletten, hiç
bilenle bilmeyen bir olur mu, bu yüzden okumak lazım, okuyun yavrum! Okuyun,
bizim gibi cahil kalmayın, adam olun" derlerdi. Bir zamanlar özellikle
kadınlar arasında okur-yazar olmayanların sayısı çoktu. Okur-yazar olanların
çoğu da ilkokulu güç-bela bitirmiş kişilerden oluşurdu. Günümüzde okur-yazar
olanların sayısı çok. Hatta üniversite bitirmişimiz de az değil aramızda.
Okumuşların
sayısının çok olması maalesef yüzümüzü güldürmedi. Sonuçları itibariyle
okumuşun bu ülkeye verdiği tahribatı maalesef okumamışlar vermedi. Ülkeye diz
çöktürmek isteyen örgüt liderlerine bakalım. Hemen hemen çoğu üniversite okumuş
kişiler. DHKP-C lideri Dursun KARATAŞ İÜ Orman Fakültesi, PKK kurucusu Abdullah
ÖCALAN, AÜ Siyasal Bilgiler öğrencisi, FETÖ lideri, kendisi ilkokul mezunu olsa
da arkasından sürüklediği kişilerin kahir ekseriyeti üniversite mezunudur
maalesef. Canlı bomba olanların içerisinde de üniversite öğrencilerinin sayısı
az değildir. Okumanın önemi konusunda herkes hem fikirdir. Bu, tartışılmaz.
Günümüzün
en önemli sorunu okumuş insan faktörüdür.
Çünkü okumadaki niyetimiz adam olmaktan ziyade rahat edebileceğimiz,
bizi terletmeyen bir meslek sahibi olmak, üretmeden kazanmak, işimizde zirveye
çıkmak, sosyal statü elde etmek, emek sarf etmeden kısa zamanda köşeyi dönüp
ekonomik refaha kavuşmak, işimizdeki kaçamak yolları öğrenmek ve uygulamak,
nasıl vermeden alabiliriz şeklinde örnekleri çoğaltabiliriz. Herkes böyledir
demiyorum. Ama genelin bilinçaltında maalesef bu vb. bakış açısı yatmaktadır.
Özelliklerini saydığım bu insan tipi okumuşun iyi görüneni sayılabilir.
Türkiye'yi ve dünyayı kana bulayan ve yaşadığımız evreni yaşanmaz kılan terör
örgütü liderleri ve adına süper devlet denen modern görünümlü kana doymayan
yöneticileri yine okumuşlardır. Bugün dünyanın çektiği de budur.
Türkiye
ve dünya okumuştan çekiyor diye okumaktan vaz mı geçeceğiz? Asla. Okumaktan ve
okutmaktan başka çaremiz yok. İşte okulların açılmasına ramak kaldı. Veli ve
çocuklarında bir koşuşturma başladı bile hangi okulda okuyayım diye. Kimi kayıt
alanındaki okulu beğenmeyip sahte adres kaydıyla beğendiği okula kayıt
yaptırıyor. Kimi iyi bir lisede okumak niyetiyle kazandığı okuldan başka okula
geçmek için 3 haftadır nakil başvurusunda bulunuyor. Kimi de özel okulda, temel lisede veya açık lisede okumak için
girişimlerde bulunuyor. İş okul seçmeyle de kalmıyor, son sınıfta dershane
görevi gören etüt merkezine yazılma, temel liseye geçme veya devam ettiği
okulun kurslarına girme seçenekleri ortaya çıkıyor. Alınacak yardımcı
kaynakları saymıyorum bile. Okuldan mezun olan öğrenci, istediği bir bölüme girememişse
"Okulum iyi değildi," okul yönetimi ve öğretmeni de
"Öğrencilerde kapasite yok, velileri zaten sorumsuz" demeye başlıyor.
Başarının sahip çıkanı çoktur da başarısızlığın sahibi yok maalesef. Bu ülkede
herkes birbirini suçlar durur. Biz birbirimizi suçlamaya devam edelim etmesine.
Ama bunun kimseye faydası yok. Bu, sadece bir savunma ve saldırı refleksidir.
Fakat şunu unutmayalım ki eğitim ve öğretimimiz sos veriyor. Aldığımız
eğitimden memnun olmayanlar eksikliği alternatif yollara yönelerek gidermeye
çalışıyor. Bugün FETÖ diye isimlendirilen yapı da bu eksiklikten nemalanmıştır
uzun yıllar. Sonuç malumunuz hüsran maalesef.
Eğitimdeki
başarısızlığımızdan dolayı alternatif yollara yönelme bize pahalıya mal oldu.
Bu yüzden her şeyden önce eğitime bir neşter vurmamız lazım. Devlet okulları
herkesin tek alternatifi olan eğitim yuvaları olmalı. Bu inanın çok zor değil.
Öğrenci, veli, yönetici, öğretmen, MEM, MEB sorumlu olduğu alanı bilir, herkes
hesap verebilir durumda olursa bu işte başarı elde ederiz.
*07/09/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder