12 Temmuz 2016 Salı

Siyasetçi mi ihraç etsek acaba?

Otururken düşündüm taşındım, bu ülkenin ihraç edilecek neyi var diye. Çünkü cari açık hep açık veriyor. Bir türlü ithalat ve ihracat dengesi sağlanamıyor. İthalatımız hep ihracatımızdan fazla nedense. Düşünüyorum, çünkü bu ülkenin ekmeğini yedim. İstedim ki biraz katkım olsun.

Tahıl ihraç etsek, bizden daha ucuza mal eden ülkeler var. Rekabet edemeyiz. Teknoloji ihraç etsek, bizden daha iyi yapanlar var. Bir şey bulmalıyım ki diğer ülkelerde az, bizde fazla olsun. Sattıkça ardından yeniden bitsin. Böylece cari açıktan kurtuluruz. Hay aklımla bin yaşayayım.  Bizde kum gibi diğer ülkelerde mumla aranan bir değeri buldum sonunda. Siyasetçi ihraç edeceğiz, etmeliyiz. İnanın bu işte bu ülke çok para kazanır. Kısa zamanda bu ülke ekonomik yönünden düze çıkar. Gayri safi hasılamız dünyada rekor üstüne rekor kırar. Bizde siyasetçi bu kadar çok mu diye düşünebilirsiniz bir an için. Şöyle etrafınıza bir bakın, medyayı, sanal alemi takip edin, yığınla bu ülkede siyaset yapan insanlar görürsünüz. Her birimizin bir işi olsa da asla siyasetten uzak tutamayız kendimizi. Nerede birden fazla insan varsa, okuması, ilgi alanı ne olursa olsun hiçbir anımız siyasetsiz geçmez. Hep devlete nizamat vermeye çalışırız. Aslında şöyle olacak demeye başlarız. Siyaset yapmak için illaki aktif siyasette olmak gerekmiyor. Bizde mecliste grubu olan siyasi partilere ait 550 vekil bulunur. Bunlar hem siyaset yapar hem de paralarını alır. Partiler hazineden yardım da alırlar. Geriye kalan kısım meccanen siyaset yapar. İktidar ülkeyi yönetmek için karar almaya çalışır, muhalefet eleştirir. Karşılığında da en yüksek dereceden maaşlarını alırlar. Bu milletin kahir ekseriyeti bu işi amatörce yapar. Karşılığında da bir kuruş almaz. Kimi iktidarı tutar, iktidarı tutanlara göre iktidarın hep yaptığı doğrudur. Kimi de muhalefeti destekler, iktidarın her yaptığını kötüler. Partiler de bu fanatikleri sayesinde ayakta durur, siyasette varlıklarını onlara borçludur. Arada kim yaparsa yapsın; iyiye iyi, kötüye kötü diyen az sayıda bir tampon bölge insanı vardır ki bunlar ne İsa'ya yaranır, ne de Musa'ya. Aktif siyasilerin en sevmediği tiptir bunlar.

Demem odur ki bizde seçim zamanı olsun ya da olmasın her evde, her iş yerinde, her muhabbet ortamında insanımız yaşına başına bakmadan siyaset konuşur. Oturur kalkar; hükümet kurar, hükümet yıkarız. Kendimizin düşüncesinden başka doğru bir düşüncemiz de yoktur. Ben bir başbakan olsam der konuşmamızı devam ettiririz. Neredeyse siyaset yapmaktan işimizi yapmaya zaman kalmaz.

Bu kadar siyasetten anlayan kalifiye elemanın olduğu bir başka ülke bilmem ben. Bir ülkede birden fazla başbakan, 550 den fazla vekil, 25-26 kişiden fazla bakan olamayacağına göre o zaman biz bu kalifiye elemanlarımızı başka ülkelere ihraç etsek hem biraz da o ülkeler faydalanır, biz de ekonomiyi düze çıkarırız. 12/07/2016

Din eğitimi anlayışımız çocuklarımızı dinden soğutmasın! *

Her eğitim ve öğretim yılı sona erdikten sonra velilerimiz ortaokul ve liselerde okumakta olan çocuklarının yaz tatilini daha iyi değerlendirsin diye okullar kapanmadan bir arayış içerisine girer. Kimi sportif faaliyetlere, kimi de bu dönemde özellikle Kur'an-ı Kerimi iyice öğrensin diye resmi-özel kurslara  yönelir. Son zamanlarda dini eğitim verilen yerlerde de olumlu bir şekilde değişik sportif ve kültürel etkinliklere yer verilmektedir.

Konya gibi halkı mütedeyyin yerlerde vatandaş mutlaka çocuğuna din eğitimi aldırmayı bir vazife olarak bilir. Bunun için de çaba gösterir. Hatta 80'li yıllarda çocuğunu zanaate veya ortaokula gönderecek olsa bile  Kur'an öğrensin diye bir çok aile bir yıl Kur'an eğitiminin yapıldığı yerlere gönderirdi çocuğunu. Burada amacım; kurslara gideni, kursta görev yapan ve çocuklarımıza başta Kur'an ve din eğitimi veren hocalarımızı eleştirmek değildir. Bu camianın içinden gelen biri olarak geçmişte iyi niyetli de olsa bir çok hocamızın yaptığı bazı tasarruflar çocuklarımızda aksi tesir yapmıştır. Niyetim din eğitiminin verildiği yerlerde eskiden olan olumsuz tavırların olmamasına katkıda bulunmaktır.

Geçmişte din eğitimi verilen yerlerin çoğunda dayak, şiddet, hakaret, ezme yaygındır. Çünkü çocuk teslim edilirken "Eti senin, kemiği benim" düşüncesiyle teslim edilir babası tarafından. Çocuğun ders vermeme, haylazlık yapma, çocukluğunu yaşama gibi bir lüksü yoktur. Hocasının dediğinden dışarı çıkarsa gelsin dayak, gitsin dayak. Allah ne verdiyse artık. Çocuğa iyi niyetle yapılan bu muamele diğer arkadaşlarının gözü önünde yapılır ki, diğer çocuklara ibret olsun. Başta olayın kahramanı ve onu izleyenler alacağı dersi alır. Eve gelip ailesine durumu anlatsa " Hocanın vurduğu yerde gül biter" denir. Bir araba sopa da evden yer. Bu deveyi ya güdeceksin, ya güdeceksin kuralından başka seçeneğin olmadığını gören taze dimağ, -içine sinmese de- artık dersini veren, yaramazlık yapmayan, kurallara uymak zorunda hisseder kendini. Böylesi biri okur belki okumaya; ama ya içine kapanır, ya kendine öz güveni kalmaz. Okuduğundan ve çevresinden soğur içten içe. Her cüz ve Kur'an okuduğunda bilinçaltına yerleşmiş yediği ya da gördüğü şiddet, baskı veya hakaret gözünün önüne gelir. Kötü hatıralar yeniden canlanır gözünde bir bir.

Geçmişte öyle örneklerini gördüm ki insanın akıl ve hafsalası almaz gerçekten. Üzerinde sopa kırılmış, falakaya yatırılmış öğrenciler bilirim. Masada yediği yemekten sonra masanın altına dökülen ekmek vb kırıntıların el ile toplatıldığını bilirim. Namaza gelemediği için horlananları bilirim. Geçmişten günümüzde çok şey değişti bunun farkındayım. Derdim hala geçmişe özenenler çıkarsa diye dert edindim  bu meseleyi. Şimdilerde herkes hafız yapılmıyor. Hafızlığa müracaat edenlerin içerisinden seçmece öğrenciler alınıyor. Bu güzel bir gelişme. Görevliler daha pedagojik yaklaşıyor. Yine de eskiye özlem duyanlar az da olsa var hala aramızda. Geçen gün çocuğu kursta okuyan bir veliye görevli, çocuğunun ezberleri yapmadığından dert yanıyor. Baba oğluna: “Oğlum ezberlerini vermemişsin, niye” diye soruyor. Çocuk öğretmenin yanından ayrılınca babasına ezberini okuyor. “Oğlum hocan da niye okumadın” deyince “Baba! Öğretmen geçen gün bir arkadaşı dövdü. Okuyamasam beni de döver diye okumadım” cevabı veriyor. Beraber 7 yıl aynı yurtta kaldığım bir arkadaşımı gördüm 25 yıl sonra. Hoşbeşten sonra, “Hocam sana bir şey sorabilir miyim” dedim. “Buyur” dedi. “Namaz kılıyor musun” dedim. Niye sordun” dedi. “Ne olursun söyle” deyince, “Ne yalan söyleyeyim kılmıyorum” dedi. Bu soruyu niye sorduğum garibinize gitmiş olabilir. İnanın yaşadığımız muhitte ucundan, kıyısından din eğitimi almayan çocuğumuz yok gibidir. Din eğitimi alırken namazımızı kılar, orucumuzu tutar, cemaatimize devam ederiz. Nedense eğitim sona erdikten sonra uzun süre namaza, niyaza yaklaşmayız. Niçin acaba? Bence bunun sorgulanması lazım... Tecrübeme dayanarak bir hususu belirtmek isterim. Şiddet gören şiddet uygular. Dayak atanların mutlaka kendisine geçmişte şiddet uygulanmıştır.

Küçük yaşta önümüze gelen çocuğa pedagojik yaklaşılmazsa bu durumu fazla yadırgamamak lazım. Önümüze gelen çocuk gerekirse Kur’an okuyamasın, ezber yapamasın, namaz kılmasın. Bunlara karşı sevgi dilini kullanmak lazım. Öğreteceğiz diye kullandığımız insani olmayan yöntemler maalesef yaşımız ne kadar ilerlerse ilerlesin yaşantımızda soğukluklar meydana getirebiliyor. Bugün yapmamız gereken tek metot, çocuk gerekirse öğrenmesin, ama nefret etmesin olmalıdır. Susayan biri nasıl ki içmek için su bulabiliyorsa dün din öğretimini almayan/alamayan kişi ihtiyaç hissederse nereden olsa, hangi yaşta olursa olsun dini bilgileri öğrenebilir. Meslektaşlarım bana kızmasınlar. Belki kol kırılır, yen içerisinde kalmalı diye düşünenlerimiz çıkabilir. Görev yapan hepimizin kendisini sorgulaması lazım. 12/07/2016
* 25.01.2017 günü Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Hız için yaratılmışız sanki...

Ramazan ve Kurban* bayram tatilleri aradaki mesaileri de birleştirmek suretiyle uzatıldığı zaman nefsime ve bedenime hoş gelse de içim cız eder hep. Yine bu sene trafiğe epey kurban vereceğiz diye düşünmeye başlarım.

Tatil ne kadar uzun olursa tatile çıkan ailelerin sayısı da bir o kadar artıyor. Hele bir de şimdi yollarımız iyi, arabalarımız konforlu, sağlam ve son model. Bastıkça basıyoruz arabanın hakkını vermek için. Eceli çağırıyoruz hep kendi hızımızla. Kazalarda dikkatsizlik, yol hatası ve karşı tarafın hataları da olabiliyor. Ama genel itibariyle kazaların büyük bir çoğunluğu yaptığımız hızın eseri.  Sonuç: 135 ölü, 981 yaralımız var 2016 Ramazan'ında. Her uzun bayramlarda nice ocaklar söner, nice aileler bayramı gözyaşları içerisinde geçirir.

İstatistikleri bilmem ama bu ülkede trafik kazalarında ölenlerin sayısı teröre kurban ettiklerimizden daha fazla. Terörü günlerce konuşur, lanetleriz ama trafik canavarı genelde pek gündemimize gelmez.

Bakanlar Kurulu karar alarak bayram tatilini uzatabilir. Bu vesileyle bazıları da fırsat bu fırsat diye tatili turistik tatil olarak değerlendirebilir. Kimse kaza yapsınlar/ölsünler diye tatil vermez/tatil yapmaz. İş yine bizim insanımızda bitiyor aslında. Normal hız sınırıyla gitmeyi bir türlü beceremiyoruz milletçe. Radara yakalanma yoksa bastıkça basıyoruz. Hız sınırına uymamak için yaratılmışız sanki.

Bu ülkede terör için tedbir aldığımız kadar maalesef trafik canavarı için tedbirler almıyoruz. Ah, vah ile geçiştiriyoruz. Hatta geldiğimiz yönde radar varsa karşı araçlara selektör yaparak uyarırız, ceza almasın diye. Bunu da iyilik diye yapıyoruz. Radar varsa, polis varsa dünyanın en kurala uyan toplumu kesilir, bunları atlattık mı ne kural ne nizam işler bize...

Konya'da  İstanbul Caddesi diye bilinen çevre yolda bir kaç yıldır TEDES uygulaması var. Caddenin hız sınırı olarak 70 km belirlenmiş. Kimse hız sınırını aşmıyor. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Kazalar da yüksek oranda azaldı. Aslında adı geçen caddede günlük iki saat kontrol yapılıyor. Ama saati belli olmadığı için sürücülerin hepsi kurala uyuyor.

Devlet belli yerlere trafik polisi gönderip hız kontrolü yaptıracağına, bazı yerlere bazen radar koyup kontroller yapacağına ana arterlere TEDES gibi uygulamalar başlatsa, hareket halindeki tüm araçların hızını, trafikteki hareketlerini izleyen ve kaydeden mobese kamera gibi ölçümler olsa, kim görünmez dediği yerde hız sınırını aşmışsa ardından cezası otomatik olarak gelse trafik kazalarında azalma olur kanaatindeyim. Trafikte 'S' çizenler, hatalı sollama yapanlar, kural tanımayanlar bir bir ortaya çıksa biz hemencecik kurallara uymaya başlarız. Dediğim çok masraflı denebilir. Hiçbir şey insanın maliyetinden daha pahalı değildir. Sanırım Fatih projesi için harcanan maliyetten daha fazla olmaz. Bu mesele 'Akıllı tahta' projesinden daha önceliklidir diye düşünüyorum. Yine de çok masraflı denirse, öncelikli olarak hız sınırının sürekli aşıldığı, çok kaza yapılan yerlere öncelikli olarak mobeseler konmaya başlansa sadece  trafiğimiz rahatlamaz aynı zamanda terör, gasp, hırsızlık gibi suç oranlarında da azalma meydana gelecektir. Cezalar mutlaka caydırıcı olmalıdır, cebimizi yakmalıdır. Bir daha tövbe dedirtmelidir bize.  Yoksa çok analar ağlayacağa benziyor  bu gidişle.

Devlet tatillerin arasındaki mesaileri tatillerle birleştirmemelidir. Yarım günde olsa mesai, tüm kurum ve kuruluşlar işlerine rutin devam etmelidir. Böyle günlerde rapor, izin vb verme tasarruflarında daha fazla özen gösterilmelidir. Devlet çalışanlarına izin verme konusunda bonkör davranmamalıdır. Çalışan tatilini ne zaman yapacaksa yapsın. Bu ülke tatil cenneti olma özelliğini kaybetmelidir, birçok iyi hasletlerimizi kaybettiğimiz gibi.

Tatil verilecekse de adına "9 gün tatil" demesinler. Çünkü tatil 9 gün değildir. Verilen tatil 5 gündür. Cumartesi, pazarları da ekleyip uzun tatil adı vermesinler. Zaten o günler bayram olsa da, bayram olmasa da bordro mahkumlarının tatil günleridir. Bu böyle biline.

Benim tatili önleme tedbirlerim bu şekilde. Görüşlerim mutlaka kazaları önler iddiasında değilim. Bu tedbirler olacağına başka tedbirler de olabilir. Yeter ki kazaların önüne geçilsin. Aman siz hiçbir öneri sunmayın efendim!... 10/07/2016

*Turizm Bakanı şimdiden açıklama yaptı, Kurban Bayram tatili muhtemelen 9 gün olacak diye. Kurbanla beraber kurbanlıklarımızı da giyelim.