Ana içeriğe atla

Siyasetçi mi ihraç etsek acaba?

Otururken düşündüm taşındım, bu ülkenin ihraç edilecek neyi var diye. Çünkü cari açık hep açık veriyor. Bir türlü ithalat ve ihracat dengesi sağlanamıyor. İthalatımız hep ihracatımızdan fazla nedense. Düşünüyorum, çünkü bu ülkenin ekmeğini yedim. İstedim ki biraz katkım olsun.

Tahıl ihraç etsek, bizden daha ucuza mal eden ülkeler var. Rekabet edemeyiz. Teknoloji ihraç etsek, bizden daha iyi yapanlar var. Bir şey bulmalıyım ki diğer ülkelerde az, bizde fazla olsun. Sattıkça ardından yeniden bitsin. Böylece cari açıktan kurtuluruz. Hay aklımla bin yaşayayım.  Bizde kum gibi diğer ülkelerde mumla aranan bir değeri buldum sonunda. Siyasetçi ihraç edeceğiz, etmeliyiz. İnanın bu işte bu ülke çok para kazanır. Kısa zamanda bu ülke ekonomik yönünden düze çıkar. Gayri safi hasılamız dünyada rekor üstüne rekor kırar. Bizde siyasetçi bu kadar çok mu diye düşünebilirsiniz bir an için. Şöyle etrafınıza bir bakın, medyayı, sanal alemi takip edin, yığınla bu ülkede siyaset yapan insanlar görürsünüz. Her birimizin bir işi olsa da asla siyasetten uzak tutamayız kendimizi. Nerede birden fazla insan varsa, okuması, ilgi alanı ne olursa olsun hiçbir anımız siyasetsiz geçmez. Hep devlete nizamat vermeye çalışırız. Aslında şöyle olacak demeye başlarız. Siyaset yapmak için illaki aktif siyasette olmak gerekmiyor. Bizde mecliste grubu olan siyasi partilere ait 550 vekil bulunur. Bunlar hem siyaset yapar hem de paralarını alır. Partiler hazineden yardım da alırlar. Geriye kalan kısım meccanen siyaset yapar. İktidar ülkeyi yönetmek için karar almaya çalışır, muhalefet eleştirir. Karşılığında da en yüksek dereceden maaşlarını alırlar. Bu milletin kahir ekseriyeti bu işi amatörce yapar. Karşılığında da bir kuruş almaz. Kimi iktidarı tutar, iktidarı tutanlara göre iktidarın hep yaptığı doğrudur. Kimi de muhalefeti destekler, iktidarın her yaptığını kötüler. Partiler de bu fanatikleri sayesinde ayakta durur, siyasette varlıklarını onlara borçludur. Arada kim yaparsa yapsın; iyiye iyi, kötüye kötü diyen az sayıda bir tampon bölge insanı vardır ki bunlar ne İsa'ya yaranır, ne de Musa'ya. Aktif siyasilerin en sevmediği tiptir bunlar.

Demem odur ki bizde seçim zamanı olsun ya da olmasın her evde, her iş yerinde, her muhabbet ortamında insanımız yaşına başına bakmadan siyaset konuşur. Oturur kalkar; hükümet kurar, hükümet yıkarız. Kendimizin düşüncesinden başka doğru bir düşüncemiz de yoktur. Ben bir başbakan olsam der konuşmamızı devam ettiririz. Neredeyse siyaset yapmaktan işimizi yapmaya zaman kalmaz.

Bu kadar siyasetten anlayan kalifiye elemanın olduğu bir başka ülke bilmem ben. Bir ülkede birden fazla başbakan, 550 den fazla vekil, 25-26 kişiden fazla bakan olamayacağına göre o zaman biz bu kalifiye elemanlarımızı başka ülkelere ihraç etsek hem biraz da o ülkeler faydalanır, biz de ekonomiyi düze çıkarırız. 12/07/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde