Ana içeriğe atla

Kimler din eğitimi vermelidir?

Vatandaşımız yeme içme gibi ihtiyaç duyar din eğitimini öğrenmeye. Çocuğuna karşı görevlerinden biri olarak görür bu işi. Belki arkamdan bir Fatiha okur muradındadır. Hayırlı evlat olsun derdindedir. 7'den 70'e diz çökeriz hocaların önünde. Rahmetli babam o yaşında namaz sürelerini unutmuş muyum der, önümde diz çökerdi. Saygısı bana değil, okuduğu sürelere idi. Doğru dediğimde çocuklar gibi sevinirdi. Milletimiz dinini öğrenmeye aşıktır desem mesele daha iyi anlaşılır.

Geçen bir yazımda "Din eğitimi anlayışımız çocuklarımızı dinden soğutmasın" başlıklı bir yazı kaleme almış, din eğitimi verilirken iyi niyetle öğrensinler diye yaptığımız bazı tasarrufların çocuklarımızı dinden soğutmaya sebebiyet verdiğini/verebileceğini, bu yüzden çocukların seviyesine inmek başarıyı getiren en önemli faktör olabileceğini, sevdirmek en önemli olabileceğini izah etmeye çalışmıştım.

Malumunuz olduğu üzere okullarda bir dersi sevmenin yolu öğrencinin öğretmenini sevmesinden geçmektedir. Din eğitimi ve öğretiminde de ders veren hoca mutlaka önemlidir. Bir şeyi öğretene biz hoca ya da öğretmen deriz. Din eğitimini veren öğreticilerde hangi özellikler olmalıdır?

Din eğitimini veren kişi her şeyden önce:
* Çocuğun seviyesine inebilen olmalıdır.
* Dersi öğretmekten önce kendisini sevdirmelidir.
* Yaşantısıyla örnek olmalıdır.
* Vatandaştan, veliden ve öğrenciden herhangi bir ücret almamalıdır.
* Dayak ve hakarete başvurmamalıdır.
* Dersini vermeyen öğrenciye öncelikle tatlı ve nazik bir dil kullanmalıdır.
* Namaz kılma, başını örtme vb sorumluluklarını yerine getirmede öğrenciye baskı yapmamalıdır.
* Kur'andan önce sevgiyi, saygıyı, doğruluk, güvenilirlik, temizlik, yardımseverlik, başkasını rahatsız etmeme gibi iyi hasletleri örneklendirerek öğrenciyi işlemelidir.
* Veren el olmalıdır.
* Namaz kılmanın, Kur'an öğrenmenin önemi öğrenciye kavratılmalıdır.
* Ödül ve cezada anlatılabilir ölçüler koymalıdır. 
* Yaptıklarında öğrenciyi ve veliyi ikna edebilmelidir.
* En az İlahiyat fakültesi ve dengi bir okuldan mezun olmalıdır.
* Belli yaş grubunu okutan öğreticiler olmalıdır. İlkokul seviyesindeki öğrencileri okutan ayrı, ortaokul ayrı, lise ayrı, genç ve yaşlıları okutanlar ayrı olmalıdır. Çünkü aynı kişi her yaş grubundaki kişilerin seviyesine inemeyebilir.
* Yeterli donanım ve birikime sahip olmayan, ehliyetsiz kişilere görev verilmemelidir.
* Sosyal aktivitelerden anlamalıdır. Zaman zaman öğrencilerin faaliyetlerine katılmalıdır.
* Her şeyi yasaklayan yasakçı bir zihniyete sahip olmamalıdır.
* Öğrenciye sağlam bir din anlatmalıdır. Kendini ait hissettiği grubun üyesi yapmak için bir yol izlememelidir.
* Gezi, piknik gibi aktiviteler düzenlemelidir. 
* Önüne gelen her bir çocuğu kendisine emanet kabul etmelidir, kendi çocuğu bilmelidir.
* Samimi olmalıdır.
* Sabırlı olmalıdır. 12/07/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde