10 Temmuz 2016 Pazar

Hani Samanlık Seyran Olacaktı? *

Akşamından uygun bir yer bulamadığım için aracımı sote bir yere park etmiştim sabahleyin uygun bir yere kaldırırım diye. Gündüzünde kullanma ihtiyacı olmadığından arabanın yerini değiştirmeyi de unuttum. Gecenin 12.30 suları. Bir ses ki ne ses: Yatsan uyutmaz, otursan oturtmaz bir ses. Can havliyle bir araç bağırtılıyor yine. El frenini kaldırmak suretiyle arabayı cayırdatma mahareti. Marifet denirse eğer. Ani fren sesi, lastik kokusu, deli danalar gibi ölümüne bir sürüş. Yine bir gencimiz hava ve stres atıyor anlaşılan. Tüm mahalleli kimi perdenin ardından, kimi balkonundan, kimi de dört duvar arasından bu trafik holiganının kaç kişiye, park edilmiş kaç araca vurmadan gencin insafa gelip durmasını bekliyor.

İt, dalaşmadan arabamı çalıya dolayayım, hem de hasta gencin aracının plakasını alıp trafiğe bildireyim diye dışarı çıktım la havle çekerek. O da ne?  Ses kesildi. Sokağın ortasına üstün körü park edilmiş siyah  bir aracın sürücüsüne araç dışından biri yüksek sesle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Özel bir meseledir dedim aracıma yürüdüm. Az sonra "112'yi bir arar mısın" diye bana seslendiler. Yanlarına vardım. Aracın dışındaki, şoför mahallindeki genci araçtan indirmeye çalışıyordu. Az önce deli gibi araba süren bu muydu soruma: "Aracın lastiklerinden gelen kokuya bakılırsa bu" cevabı aldım. Aracın içindeki genç sinir krizi geçiriyordu. Hızlı hızlı nefes alıyor, konuşamıyor, eli ayağı tutmaz olmuştu. Eli ayağı tutmayacak şekilde sinir krizi geçiren biri arabayı nasıl durdurdu orası muamma. Kazasız atlatıldı bir trafik holiganlığı daha. Hele şükür.

Sesin kesilmesiyle birlikte kapı ve pencereden izleyenler sökün etti aşağıya. Gencin annesi geldi bir hışımla. Oğluna: " Bırakıver artık. Ben sana bu iş olmaz demedim mi" diye ileri-geri konuşmaya başladı. Ardından telefonla birini aradı: " Oğlumun peşini bırak, bu iş bitti, düğün yok artık" dedi, telefonu kapattı. Orta yerde bir gönül meselesi var ve  düğün arifesindeler anlaşılan. Yere yığılan annenin başına da kadınlar toplandı. Kadın sakinleştikten sonra: "Her şeyi aldırdılar bize. İğneden ipliğe ne istedilerse aldık. Bir ay sonra düğün yapacaktık. Oğlan ev kiraladı. Kız: 'Ben başkasının oturduğu eski evde oturmam; bana yeni, sıfır ev bulacaksın. Başka türlü olmaz' demiş. Oğlanın çılgınlığı da bundan işte" diye açıklama yapmış. Tüm dert bu. Bereket kızımız çok mütevazı. Sıfır ev  satın al dememiş. O zaman vay benim mahallemin haline. Kriz geçiren bu genç o zaman; kaç kişiye, kaç araca, kaç eve çarpacaktı, kim bilir? Elhasıl mürüvvetleri şimdilik olmayacak gibi gözüküyor. Düğün işi de yattı, kızımızın en büyük hayali sıfır ev işi de. Hani "İki gönül bir olunca samanlık seyran olur” idi. Bu atasözümüz için bundan sonra, “Ev sıfır olunca iki gönül seyran olur” mu diyeceğiz? Kişiye özel bu olay; bayramdan çıktığımız, düğünlere hız verdiğimiz bu ayda kaç hanede cereyan ediyor kim bilir? Düğünden önce mutluluğu dünyalık işlerde arayan bu nesil evlenince nasıl mutlu olacak? Dünyalık hırslarına nasıl gem vurulacak? Bu da ayrı bir konu.

Aklı olan birileri, “Düğünden önce her şeyi aldırayım, her şeyim tastamam olsun, insan bir defa evlenir” düşüncesinde olanlara, “Huzur ve mutluluğun anahtarı her şeye sahip olmada   değil; makul olanla  yetinmededir. Düğünden önce her şeyi satın alabilir ya da aldırabilirsiniz ama yarın huzuru bulamayabilirsiniz, çünkü ne alınır, ne de satılır” desin. Vesselam! 10/07/2016

Not: Aşkan Semt Pazarında hiçbir sürücü tarafından kullanılmayan bu kavşak, mahallelinin yüreğini ağzına getirecek şekilde trafik holiganları tarafından yarış pisti olarak kullanılmaktadır. Belediyemiz ölüm pisti olarak kullanılmayacak şekilde bu kavşak üzerinde yeni bir düzenleme yapmayı düşünmekte midir? Trafik polislerimiz bazı geceler zaman zaman bu kavşağın etrafını kontrol etmeyi ve tedbir almayı planlarının arasına almak  ister mi acaba? İnşallah alacağınız tedbirler ölümlü kazadan sonrasına kalmaz.

*13/07/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

9 Temmuz 2016 Cumartesi

Rü'yet-i Hilal **

90'lı yıllar fakültede öğrenci iken ramazan ayı geldiğinde ve bayrama girerken Hilal göründü, görünmedi tartışması olurdu. İslam dünyası oruca başlama ve bayrama girme konusunda 2'ye hatta 3'e bölünür, herkes de kendi görüşlerinin daha doğru olduğunu savunurdu. Biz kendi görüşümüz daha doğru diye hakkında ayet ve hadisi delil olarak dile getirmeye çalışırken birileri içine düştüğümüz durumdan dolayı halimize bıyık altından gülmeye devam etti hep.

Fakültede fikrini aldığımız  Prof. akıl hocamız bize: "Peygamberimiz Ramazan orucunu bir iki gün kala karşılamayınız buyuruyor. Siz  üç gün kala oruç tutmaya başlayabilirsiniz" der. Biz de orucumuza halel gelmesin diye 3 gün öncesinden oruç tutmaya başlardık, peygamberin oruca daha dinç girilsin düşüncesiyle söylediğine aldırmadan.

Orucun başını bu şekilde halleder, orucumuzu tutardık. Orucun sonuna doğru yine bir telaş alırdı bizi. Bayram ne zaman? Hilal ne zaman göründü diye mesele edinmeye başlardık. Çünkü Diyanet güven vermezdi o günlerde bize. Gözümüz kulağımız uzaklardan gelecek haberde idi. Birbirimizden  haber beklerdik. Arife günü bir dostumuz arardı: "Malatya'daki kardeşlerimizden haber geldi, bugün bayram" diye. Madem bugün bayram, oruçlu olmak haramdır diye bir yudum su içerdik. Göreve başladım Adıyaman'a geldim. Bu sefer bu tür haberler Konya'dan gelmeye başladı. Nedense KM'lerce uzak olan Konya; Malatya'dan, Sınır komşusu Adıyaman ise Konya'dan haber alıyordu. Haberi veren de kim belli değildi. Bildiğimiz, Müslüman kardeşlerimizdi haberi veren. Diyanetten daha güvenilir gelirdi bize.

Yaş ilerleyip olgunlaştıkça kendi kendime sormaya başladım, bu işler niye böyle oluyor diye. Müslümanlar niçin aynı günde oruca başlayıp aynı günde bayram edemiyorlardı. Daha mayıs ayında 55 ülke bir araya gelmiş, ortak karar almışlar. Sonuç yine farklı günlerde bayrama girdik.

Birlikten ne kadar uzağız yine.  Hem de o kadar uzağız ki. Allah'ın ayetlerinden olan "Güneş ve Kamer bir hesap üzerinedir" denmesine rağmen.  Yine Bakara 189. ayette: “Sana hilâlleri soruyorlar. De ki: ‘Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir" denmesine rağmen.  Peygamberin: "Biz ümmî bir milletiz. Okuma, yazma bilmeyiz... Hilali görünce oruca başlar, yine Hilali görünce bayram ederiz" demesine rağmen. Astronomi ilmi iyice ilerlemiş, rasathanelerde ileri seviyede gözlem ve incelemeler yapılıyor olmasına, bilimin aylar öncesinden Güneş'in, Ay'ın ne zaman, nerede tutulacağı bilimsel tespitlerine rağmen biz hala Hilal göründü mü, görünmedi mi tartışmalarını yapıyoruz. Bir ve beraber olacağımız basit ve kolay bir konuda bile ayrılmayı becerebiliyoruz. Helal olsun bize... Peygamber ne desin başka Allah aşkına. Açık değil mi şu söz: "Biz okur yazar değiliz, hesap bilmeyiz." Yaşadığı dönemde Astronomi ilmi bugünkü gibi gelişmiş olsaydı Peygamber Astronomi ilminden faydalanırdı. Başka bir şeye de itibar etmezdi.

Hasılı bu bayramda ağzımızın tadını kaçırdılar bazı ilim bilmez, irfan bilmez kişilerimiz yine. İslam dünyasının başına ne gelirse bizi birbirimize düşüren olarak Amerika, İsrail gibi dış güçlerde ararız düşmanı hep. Bu sefer düşmanı dışarıda aramaya gerek yok, sapı da bizden maalesef. Bizim bizden başka düşmana da ihtiyacımız yok. Allah Müslüman yöneticilere, ilim adamlarına feraset, basiret versin. Bilimsel verilerle aklı kullanmayı nasip etsin inşallah.

90'lı yıllardaki Diyanet'e olan güvensizliğim, Sait Yazıcıoğlu, Ali Bardakoğlu ve Mehmet Görmez'in Diyanet İşleri Başkanı  olmasıyla beraber yerini güvene bırakmıştır. Rasathane'ye de itimadım sonsuzdur. Benim için oruç, bir ve beraber başladığımız gündür. Aynı günde bayram yaptığımız gündür bayram.

Umutlarımız önümdeki Kurban Bayramında. Bakarsınız hep birlikte bayram yapar İslam Dünyası….09.07.2016

** 10/07/2016 Kahta Söz gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Temmuz 2016 Cuma

Ne mide varmış be sende!

Bazen bir ev köşesinde, bazen bir çay ocağında veya herhangi bir yerde; bir dostumuz, bir tanıdığımız ile laflarız. Çoğu zaman da  muhabbet deriz bu tür konuşmalara. Sakın bu adına muhabbet dediğimiz şey, yanımızda olmayan üçüncü bir tanıdığımızın dedikodu ve gıybeti olmasın. Denemesi bedava. İstersen bundan sonra yine böyle otururken ne konuştuğunu bir test et. Bu testin ücreti yok. Sadece yapman gereken vicdanının sesini dinlemek, eğer vicdan kalmışsa tabii.

Bakmayın siz: "Ben dobra bir insanım, karşılaşsam yüzüne de söylerim, benim kimseden çekincem yok" dendiğine. Madem kimseden çekinmemiz  yok, o halde ne diye konuşurken sağımıza solumuza bakıyor, fısıltı halinde konuşuyoruz. Kimin kimle bir sorunu, bir derdi varsa konuşsun, halletsin, iletişim kursun diye vermiş Allah bu lisanı. Baktık anlaşamıyor muyuz? O zaman sen yoluna, ben yoluma demek gerekmiyor mu? Herkes herkesle hiçbir şey yokmuş gibi güler yüz göstermek zorunda mı? Hiç mi medeni cesaretimiz, hiç mi öz güvenimiz yok kendimize.

Dedikodu dediğimiz şey; benimle konuşurken başkasının, başkasının yanında konuşurken de  benim aleyhimde  konuşmak demektir. Hepimizin bildiği ama yapmaktan kaçınmadığımız bir hastalık bu maalesef. "Ölmüş kardeşinin etini yemektir bu." O kadar çok yapıyoruz ki  bu  çeşit etten tiksinti de duymuyoruz artık. Haydi Allah'tan korkmuyoruz, kulundan utanmıyoruz, kendimize de mi saygımız yok?

Nasıl mide bu yahu! İçimizde nasıl taşıyoruz bu mideyi? Nereye kadar kendimizle yüzleşmekten kaçınacağız? İşte geldik gidiyoruz. Haydi ben senin yanında başkasının aleyhinde konuştum, sen nasıl dinledin beni be kardeşim! Niye susturmadın beni? Neden eşlik ettin benim konuşmalarıma?

Bende mide yokmuş, sende de yokmuş be kardeş!.. Hep kendimizi kandırıyoruz, konuştuklarım dostumda kaldı diye. Şunu bilelim ki, yapılan dedikodunun hiçbir zerresi konuştuğumuz yerde kalmıyor. Dolaşa dolaşa geliyor her birimize. Hele hakkımda konuştukların bana geldikten sonra hiçbir şey yokmuş gibi, pişmiş kelle gibi sırıtarak yanıma gelmen yok mu? Bana  sırıtırken görünen dişlerin var ya, işte o zaman dişlerinde ölmüş birinin etini yediğini görüyorum. Gülümseme değil sendeki sırıtmadır. Böylece "Takke düşer, kel görünür."

Eğer beni gördüğün zaman hala utanmıyor, aynı mesleği icraya devam ediyorsan ve buna da hala muhabbet diyorsan ne diyeyim: Afiyet olsun. Çoklu yüzünle, maskenle baş başa bırakıyorum seni.

Durumumuz Ömer Hayyam'ın: "

Bir elde kadeh, bir elde Kuran/Bir helaldir işimiz, bir haram." 
Tiplemesine benziyor. Güya namaz da kılıyoruz. Sakındırması lazım bizi dedikodu, gıybet ve diğer kötülüklerden. Temizlemiyorsa eğer suç namazda değil. Demek ki namazın da tam hakkını vermiyoruz. O zaman ya namazı bırakalım, ya da çekiştirmeyi. Hiç olmazsa namaz için ayırdığımız vakti doya doya 'muhabbet'te kullanalım. Namaz için de boşuna eğilip kalkmayalım. Yok olmaz diyorsak o zaman adam gibi namazımızı kılalım. Bunun tedavisi bu...

Bir kardeşin olarak Allah seni de affetsin, beni de. Bu hastalıktan seni de kurtarsın beni de... Olmaz olsun böyle "Muhabbet!" 08/07/2016