29 Haziran 2016 Çarşamba

Dön babam dön!..

Telefonun çok yaygın olmadığı, iletişim aracı olarak mektup ve kartpostalların olduğu dönemlerde eşimize ve dostumuza tebrik mektubu göndereceğimiz zaman Kayalıpark'taki Merkez PTT'nin önünde kartpostal satanlar vardı. Bir kartpostal çok satılırdı. Herkes o kartpostalı satın alarak sevdiklerine gönderirdi: "Gez dünyayı, gör Konya'yı" şeklinde.

Dünyayı gezmedim ama küçüklüğümde bu çok gördüğüm kartpostal beni ayrı bir dünyaya götürürdü. Konya'mız için dünya bir tarafa Konya bir tarafa diye düşünür. Benim şehrim yaşanabilir bir şehir diye gıpta ederdim yaşadığım şehirle.

Çocukluğumdaki Konya gerçekten yaşanılabilir bir şehirdi. Büyüdükçe trafik yoğunluğu arttıkça koca koca caddelerimiz araç trafiğini çekmez oldu maalesef. Yaya olarak da trafiğe çıksam, toplu ulaşımı da tercih etsem, kendi özel aracımla da cadde ve yollara çıksam  insanın stresini yükseltmekten başka bir işe yaramıyor. Kısa bir sürede varabileceğin mesafeye dakikalar sonrasında ulaşabiliyorsun. Konya dendi mi Alaaddin Tepesi ve çevresi akla gelir. Karaman yolundan toplu ulaşım aracıyla şehir merkezine girmek için epey bir güzergahı dolaşman gerekiyor. Karaman yolundan şehre girmek için neredeyse trafiği kilitleyen adım başı ışıkları geçmen gerekiyor. Nedense İstanbul yolunda trafiği rahatlatmak için ne kadar ışık varsa kaldırılırken Karamanyoluna monte ediliyor. Bazısı gereksiz olan ışıklardan çoğu zaman araçlar ışığa riayet etmeden kırmızıda geçebiliyor... Güç bela Eski Garaj diye bilinen Karatay Terminaline geldikten sonra adım atsan varabileceğin Kayalıparka otobüsle gidebilmek için kaptan rotasını Üçler Mezarlığına döndürüyor. Mevlana Kütür Merkezi, Şehitlik, Mevlana Türbesinin ardından Mevlana'nın kuzeyine girerek nihayet Kayalıpark ve ardından Alaaddin Tepesini görebiliyorsun. Eski Garaj'dan sonra neredeyse boşu boşuna 3-5 km'lik bir mesafe turlanıyor. Eski Garaj'dan düz gitse Kayalıpark'a girmek için İstanbul Yolunndaki kavşaktan dönüp gelmesi gerekiyor...Vatandaş gezmek için böyle bir tur düzenlese çok ideal bir tur gerçekten. Neredeyse Konya'nın gezilebilecek tarihi yerlerin çoğunu görebiliyorsun bu şekilde. Ya işine gidip gelenin her gün bu şekilde bir döngü içerisine girmesi bir müddet sonra içinden çıkılmaz bir hal alacaktır. Giden zaman kaybına mı yanarsın, fazla yakıt harcandığına mı yanarsın, buyurun, seçin beğenin.

Kayalıpark'a varıldığı zaman  valiliğin önünde park edilmesi ve durulması yasak olan yerlere park edilmiş araçlardan geçmek de ayrı bir dert. Nüfusun  ve araç sayısının hızla arttığı şehrimizde insanımızı trafiğin esiri yaparak gününün büyük bir çoğunluğunu trafikte geçirmektense yetkililerimiz alternatif yollar üretmelidir. Trafiği rahatlatmak için araçları gereksiz yerlerden dolaştırmak iş değil. Eğer tedbir alınmazsa bu otobüs güzergahını da mumla arayacağız bir iki yıl içerisinde. O zaman sanırım araçlar Ereğli çevre yolundan dönüp gelecek şekilde bir planlama yapılmak zorunda kalınılabilir. o zaman yat ağla, kalk ağla artık.

Konya yeniden  o kartpostallarda gördüğümüz "Gez dünyayı, gör Konya'yı" olsun. Yoksa bu gidişle "Gez dünyayı, gör gününü" olacak bu gidişle... 29/06/2016

Kullanılıp atılan insanın onurudur ***

Türkiye bir kaç yıldır akıl tutulması yaşıyor. Çevremiz, içimiz, dışımız sinsi düşmanlarla dolu. Türkiye kendi çapında mücadele etmeye, kendini korumaya, ayakta durmaya çalışıyor. Bir devlet ki ülkenin huzuru, refahı, mutluluğu ve güvenliği için mücadele etmek ve tedbir almak zorundadır.

Sorun mücadeleden ziyade, mücadele yöntemlerindedir. Yapılan her mücadele dost sayısını artıracağı yerde düşman sayısını artırmaktadır ve çoğu zaman sap ile saman, dost ile düşman birbirine karıştırılmaktadır. Çünkü mücadele profesyonelce yapılmaktan ziyade amatörce yapılmaktadır. Sonucunda da yaş ile kuru birbirine karıştırılarak içlerinde yetişmiş ve birikimi olan insanların onuruyla da oynanmaktadır. Zira vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdür.

Devlet çok yönlü mücadele etmektedir. Mücadele ettiği alanlardan bir tanesi de bürokrasi. Mücadele ettiği bu alanda devlet haklılığını büyük bir çoğunluğa maalesef iyi anlatamadı. Bulunduğu yerde sakıncalı gördüğü kişiyi kanun, yönetmelik vb mevzuatla yerinden etmek ya da yerini değiştirmek suretiyle bir yöntem belirledi. İl-ilçe milli eğitim müdür ve yardımcılarını eğitim uzmanı adı altında bir unvan icat ederek görevden el çektirerek kızağa aldı. Toplamda 4 yılını dolduran okul yöneticilerini yine bir kanunla öğretmenliğe döndürdü. 4 yılını tamamlayanları yaz döneminde oluşturduğu kıstaslarla sorumluluğu okul-aile birlik başkanı-yardımcısı, öğrenci meclis başkanı, okulun en kıdemli ve en kıdemsiz öğretmeni, öğretmenler kurulunca seçilen iki öğretmenin ayrıca ilçe milli eğitim müdürü ve iki yardımcısına paylaştırmak suretiyle puanlattırdı. Bu değerlendirmelerde yeterli puan alanlar müdürlüğüne devam etti. Yeterli görülmeyenler ise öğretmenliğe döndürüldü. Ne var bunda? Farklı farklı kişiler değerlendirmede bulunmuş diye düşünülebilir. Tamam puan verenler isabetli diyebiliriz. Ama kendisine puan verilen kişi değerlendirme kriterinin ne olduğunu öğrenemedi. Çünkü oyun bittikten sonra kıstas belirlenmiştir. Aslolan puanlanacak kişiye eğitim ve öğretimin başında kriterler verilir ve kendisine denir ki: Yıl sonunda seni şu kriterlere göre değerlendireceğim. Çalışmalarını ona göre yürüt denebilirdi. Maalesef denmedi. Şimdilerde bir başka puanlama kriteri daha var: öğretmen performans sistemi. Yine eğitim ve öğretim sona ermiş, bir hafta önce değerlendirme sistemi açılmış ve okul müdürlerine öğretmenle ilgili 50 kriter verilmiş. Haydi öğretmenini değerlendir deniyor. Tamam emir demiri keser. Öğretmenlere ödüllendirmede kullanılacak şekilde bir puanlama yapılması istenmektedir. Yine burada iş bittikten sonra geriye dönük bir yılı değerlendir deniyor. Tamam değerlendirilsin de. Bu kriterler eğitim ve öğretimin başında okul müdürü tarafından öğretmenlere verilse ve dense ki: Arkadaşlar! Her dönem sizi iki defa şu verdiğim kriterlere göre değerlendireceğim. Lütfen çalışmalarınızı bu kriterlere göre yapın denmesi gerekmiyor mu idi. Bir futbol maçında bile kurallar maçlar başlamadan aylar önce konuyor ve kriterler; kulüplere, futbolculara, teknik heyete ve kamuoyuna bildiriliyor. Çalışmalar bu kurallara göre yürütülüyor ta hazırlık safhasında. Ben gerçekten ne yapılmak isteniyor bir türlü anlayamadım. Amaç nedir, üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi? Ben bu süreci akıl tutulması olarak değerlendiriyorum.

Ülkeyi yönetenler hangi makamda kimlerle çalışacağına kendisi karar verebilir. Eğer yetkililer, çalışmak istemediği insanlara: Arkadaş, şu ana kadar yaptıkların için teşekkür ediyorum. Ben bundan sonra bu makamda şu arkadaşla yola devam etmek istiyorum diyebilir. Çalışmak istemediği insanı sonradan belirlediği kriterlerle değerlendirip elemek ve yeterli puanı alamadın demek onun onuruyla oynamak demektir. Eğer elediği kişi gerçekten tehlikeli ise öğretmenliğine de engel olunmalıdır. Hatta kendisine ceza bile verilmelidir. Yine makamlara getirilecek kişilerin sözlü mülakata alınması da kişilerin onurunu zedeleyen bir davranıştır. Malumunuz biz eğitim sisteminde sözlü denen değerlendirme yöntemini objektif bulmadığımız için yıllar önce kaldırdık. Öğrencilere bile bu şekilde bir değerlendirme yapılmıyor. Şimdi biz, evli-barklı insanları sözlü mülakata alarak başarılı-başarısız puanları veriyoruz. İnsanımızla oynamamak lazım. Yönetici tercihimizi kullanırken tercih etmediklerimizi onore etmek gerek. Çünkü onurunu zedelediğimiz insanlar beğenseniz de beğenmeseniz de bu ülkenin, bu toprağın insanıdır.

Bu yöntemi uygulayanların niyetinin halis olduğuna inanmak istiyorum. Eğer kamuoyu vicdanında rahat etmek istiyorsa bu işler açık ve şeffaf olmalıdır. Halkı ve mağdurları ikna etmelidir. İkna edemediğimiz hiçbir doğru bizi doğru sonuca götürmez. Sadece kendimize düşman olanların sayısını çoğaltırız. Sonucunda incittiğimiz, onuruyla oynadığımız insanlar içine kapanır, sağlıklı hareket edemez ve devletine karşı kırgın olur. Kırgın olan insanın kalbini de asla tamir edemezsiniz. 

Ben yaptım oldu demekten ziyade yaptığımızın doğruluğuna insanımızı inandırma yolunu seçelim. Yoksa onulmaz yaralar açarız... 29/06/2016

***30/06/2016 tarihinde ladik.biz sitesinde yayımlanmıştır.

28 Haziran 2016 Salı

Müftülere nikah kıyma yetkisinin verilmesi

Başbakan partisinin grup toplantısında mahalleye dönüşen muhtarlara ve müftülere  nikah kıyma yetkisinin verileceğini belirtti. Başbakanın  bu açıklaması beni mesrur etti. Ne var bu haberde? Daha önce belediye başkanları ve yerine nikah kıyma yetkisi verdiği belediye memurları kıyıyordu bu nikahları. Şimdi müftülere de veriliyor bu yetki diyebilirsiniz.

İl ve ilçe müftülerine verilen bu yetki ile birlikte insanımız resmi nikah ve dini nikah (imam nikahı, hoca nikahı) ikileminden kurtulacak. Artık iki defa nikah kıydırmayacak. Benim de yıllardır savunduğum, dile getirdiğim bir fikir idi bu.

Aslında nikah bir sözleşmedir. Resmisi, dinisi olmaz. Ama nedense bu ülkede insanımızın % 90'ından fazlası hem resmi, hem de dini nikah kıydırır. Bazı insanlar da kız ve kadınlarımıza  dini nikah adı altında 2 şahit huzurunda gizli nikah kıymak suretiyle evlilik yapabilmektedir. Yine ikinci evliliği düşünenler de aynı yolu takip etmektedirler.  Bu uygulama ile kötü niyetle evlenmeyi düşünenlerin önüne de geçilebilir diye düşünüyorum. Çünkü bu tür evliliklerde genelde kadın tarafı mağdur olmaktadır.

Nikah kıymak isteyen ister belediyenin ister müftülüklerin yolunu tutsun.  Artık vatandaş önce resmi nikah, ardından dini nikah peşinde koşmayacak. İllaki ben dini nikah da kıydıracağım diyen olursa müftülüklere müracaat etsin.

Nikah nikahtır. Nikah sözdür. şakası, ciddisi, dinisi, resmisi olmaz. Ama dini nikah adı altında kıyılan nikahlar bir sözden ibarettir. Bir zaman sonra söz uçar, yazı kalır. Dini nikahta yazı yoktu, müftülüklerin kıymasıyla birlikte hem bir belge olacak, hem de dua yapılacak... Hayırlı olsun. 28/06/2016