Ana içeriğe atla

Kullanılıp atılan insanın onurudur ***

Türkiye bir kaç yıldır akıl tutulması yaşıyor. Çevremiz, içimiz, dışımız sinsi düşmanlarla dolu. Türkiye kendi çapında mücadele etmeye, kendini korumaya, ayakta durmaya çalışıyor. Bir devlet ki ülkenin huzuru, refahı, mutluluğu ve güvenliği için mücadele etmek ve tedbir almak zorundadır.

Sorun mücadeleden ziyade, mücadele yöntemlerindedir. Yapılan her mücadele dost sayısını artıracağı yerde düşman sayısını artırmaktadır ve çoğu zaman sap ile saman, dost ile düşman birbirine karıştırılmaktadır. Çünkü mücadele profesyonelce yapılmaktan ziyade amatörce yapılmaktadır. Sonucunda da yaş ile kuru birbirine karıştırılarak içlerinde yetişmiş ve birikimi olan insanların onuruyla da oynanmaktadır. Zira vusulsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdür.

Devlet çok yönlü mücadele etmektedir. Mücadele ettiği alanlardan bir tanesi de bürokrasi. Mücadele ettiği bu alanda devlet haklılığını büyük bir çoğunluğa maalesef iyi anlatamadı. Bulunduğu yerde sakıncalı gördüğü kişiyi kanun, yönetmelik vb mevzuatla yerinden etmek ya da yerini değiştirmek suretiyle bir yöntem belirledi. İl-ilçe milli eğitim müdür ve yardımcılarını eğitim uzmanı adı altında bir unvan icat ederek görevden el çektirerek kızağa aldı. Toplamda 4 yılını dolduran okul yöneticilerini yine bir kanunla öğretmenliğe döndürdü. 4 yılını tamamlayanları yaz döneminde oluşturduğu kıstaslarla sorumluluğu okul-aile birlik başkanı-yardımcısı, öğrenci meclis başkanı, okulun en kıdemli ve en kıdemsiz öğretmeni, öğretmenler kurulunca seçilen iki öğretmenin ayrıca ilçe milli eğitim müdürü ve iki yardımcısına paylaştırmak suretiyle puanlattırdı. Bu değerlendirmelerde yeterli puan alanlar müdürlüğüne devam etti. Yeterli görülmeyenler ise öğretmenliğe döndürüldü. Ne var bunda? Farklı farklı kişiler değerlendirmede bulunmuş diye düşünülebilir. Tamam puan verenler isabetli diyebiliriz. Ama kendisine puan verilen kişi değerlendirme kriterinin ne olduğunu öğrenemedi. Çünkü oyun bittikten sonra kıstas belirlenmiştir. Aslolan puanlanacak kişiye eğitim ve öğretimin başında kriterler verilir ve kendisine denir ki: Yıl sonunda seni şu kriterlere göre değerlendireceğim. Çalışmalarını ona göre yürüt denebilirdi. Maalesef denmedi. Şimdilerde bir başka puanlama kriteri daha var: öğretmen performans sistemi. Yine eğitim ve öğretim sona ermiş, bir hafta önce değerlendirme sistemi açılmış ve okul müdürlerine öğretmenle ilgili 50 kriter verilmiş. Haydi öğretmenini değerlendir deniyor. Tamam emir demiri keser. Öğretmenlere ödüllendirmede kullanılacak şekilde bir puanlama yapılması istenmektedir. Yine burada iş bittikten sonra geriye dönük bir yılı değerlendir deniyor. Tamam değerlendirilsin de. Bu kriterler eğitim ve öğretimin başında okul müdürü tarafından öğretmenlere verilse ve dense ki: Arkadaşlar! Her dönem sizi iki defa şu verdiğim kriterlere göre değerlendireceğim. Lütfen çalışmalarınızı bu kriterlere göre yapın denmesi gerekmiyor mu idi. Bir futbol maçında bile kurallar maçlar başlamadan aylar önce konuyor ve kriterler; kulüplere, futbolculara, teknik heyete ve kamuoyuna bildiriliyor. Çalışmalar bu kurallara göre yürütülüyor ta hazırlık safhasında. Ben gerçekten ne yapılmak isteniyor bir türlü anlayamadım. Amaç nedir, üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi? Ben bu süreci akıl tutulması olarak değerlendiriyorum.

Ülkeyi yönetenler hangi makamda kimlerle çalışacağına kendisi karar verebilir. Eğer yetkililer, çalışmak istemediği insanlara: Arkadaş, şu ana kadar yaptıkların için teşekkür ediyorum. Ben bundan sonra bu makamda şu arkadaşla yola devam etmek istiyorum diyebilir. Çalışmak istemediği insanı sonradan belirlediği kriterlerle değerlendirip elemek ve yeterli puanı alamadın demek onun onuruyla oynamak demektir. Eğer elediği kişi gerçekten tehlikeli ise öğretmenliğine de engel olunmalıdır. Hatta kendisine ceza bile verilmelidir. Yine makamlara getirilecek kişilerin sözlü mülakata alınması da kişilerin onurunu zedeleyen bir davranıştır. Malumunuz biz eğitim sisteminde sözlü denen değerlendirme yöntemini objektif bulmadığımız için yıllar önce kaldırdık. Öğrencilere bile bu şekilde bir değerlendirme yapılmıyor. Şimdi biz, evli-barklı insanları sözlü mülakata alarak başarılı-başarısız puanları veriyoruz. İnsanımızla oynamamak lazım. Yönetici tercihimizi kullanırken tercih etmediklerimizi onore etmek gerek. Çünkü onurunu zedelediğimiz insanlar beğenseniz de beğenmeseniz de bu ülkenin, bu toprağın insanıdır.

Bu yöntemi uygulayanların niyetinin halis olduğuna inanmak istiyorum. Eğer kamuoyu vicdanında rahat etmek istiyorsa  bu işler açık ve şeffaf olmalıdır. Halkı ve mağdurları ikna etmelidir. İkna edemediğimiz hiçbir doğru bizi doğru sonuca götürmez. Sadece kendimize düşman olanların sayısını çoğaltırız. Sonucunda incittiğimiz, onuruyla oynadığımız insanlar içine kapanır, sağlıklı hareket edemez ve devletine karşı kırgın olur. Kırgın olan insanın kalbini de asla tamir edemezsiniz. 

Ben yaptım oldu demekten ziyade yaptığımızın doğruluğuna insanımızı inandırma yolunu seçelim. Yoksa onulmaz yaralar açarız... 29/06/2016

***30/06/2016 tarihinde ladik.biz sitesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde