Herhangi bir engelimiz yoksa Rabbim bizi yaratırken hepimize eşit bir şekilde iki ayak, iki kol, iki göz, bir ağız, bir burun, bir iskelet, bir de kafa vermiş. Birbirinizi tanıyın, ortak noktalarınızla bir ve beraber yaşayın. Farklılıklarınız da zenginliğiniz olsun demiş. Keremine şükür.
İskeleti ve kaportası böyle olan insanın iç dünyasını çözmek ve bilmek ise tam bir muamma. Dünyanın en iyi bilmece ve bulmaca çözen üstatları bir araya gelse çözemez bu varlığı. Çöz çözebilirsen. Öyle zannediyorum ayakta kalmak için bizden iki ayak daha fazlası olan hayvanlar gıpta ediyordur bize nasıl duruyorlar iki ayak üstünde diye. İçgüdüleriyle hareket eden bu masum varlıklar ne bilsin o iki ayaklıların ayakta kalmak için kaç takla attıklarını. Bilseler herhalde gıpta etmezlerdi bizim halimize. Elinin ve ayağının çabasıyla helalinden yemeye ve ayakta durmaya çalışan "Eşrefi mahlukat" olan insanların içerisinde aynı görünümlü; asalak, kişiliksiz, yaralı parmağa işemeyen, menfaatçi "Esfeli safilin" tiplerin olduğunu. Hasılı biz bize benzeyen tip tipleriz biz.
Olaylara, kişilere, zamana, mevkiye, kızgın ve sakin haline göre değişkenlik gösteren insan tiplerinin içerisinde bir tip var ki çözemedim gitti. Hangi şeye benzetmeye çalışsam benzettiğim şeye hakaret olur... Odun desem ısıtmak için yanmaya gelmez, kurban olsun oduna. Kömür desem yaptığı aymazlıklar dolayısıyla en azından kömür gibi kararır, iş yapmaz aklı sayesinde söylenene "Ya Rabbi şükür" misali sırıtıyor. Kömür hiç olmaz... Hayvanın sere serpe kimseden çekinmeden ulu orta bıraktığı pislik desem en azından sebze ve meyvenin yetişmesinde gübre olur diyeceğim o da değil.
Bulunduğu ortama pisleyen ve ardından kendi pisliğini yuvarlayıp ardından da etraf ne kadar pis kokuyor diyen bok böceği diyeceğim... Evet, evet. Buldum galiba. Bu tip olsa olsa bok böceğidir. Çünkü bu böcek etrafı kendi kirletiyor, fakat kendi kirlettiğinin farkında değil. Suçu başkasına atıyor. Pisliğin içerisinde sağa sola ahkam kesmeye devam ediyor, bu çevreyi kim kokutuyor diye. Kendine aşıktır bu böcek. Yaptığı haltı da sanat, kendisini ve yaptığını bulunmaz Hint kumaşı olarak görür. Aklı sıra milleti keriz yerine koyarak kendi suçunu bastırmaya çalışıyor. Normalde aşağılık bir yaratık olduğunu bilir, aşağılık kompleks halini yaşar. Kendini olduğundan farklı göstermeye çalışır ve pisliğin içerisinde debelendikçe debelenir, bir türlü çıkamaz. Çırpındıkça çıkacağı yerde aşağıya, esfeli safilinin dibine iner. Pisliğin içerisinde kaldıkça kendisini sanat erbabı olarak görür, pisliğe bulanmamış olanları düşman beller. Başkasını da kendi seviyesine indirmeye, çekmeye çalışır. Pisliğinin içerisinde yüzer, buna rağmen yine her konuda bilge bir tip görüntüsü vererek her konuda fikrini söyler. Birileri buna yerini, yurdunu, vazifesini hatırlatsa yuvarladığı pisliği karşısındakine bulaştırmaya çalışır... İşte böyle tipler insanlığın sırtında bir kamburdur. Sayıları da az değildir. Hatta yığınladır. Ne haddini bilir, ne yerini, ne seviyesini. Çukurun içinde kala kala çukur kalır. Düz yolda gidene düşman kesilir. Pislik diye üzerine bassan vaveylayı koparır, Basmamak için çalıyı dolansan seni kibirlilikle suçlar. Pisliğinle beraber defol git desen kendini dünyayı ayakta tutan öküz boynuzu sanır. Yokluğunu: "Benden sonrası tufan" der...
Karşılaştınız mı böyle bir tiple? Nasıl tanıdık geldi değil mi? Böyleleri bırakın kendi pislediği pisliğinin içerisinde debelensin dursun. Asla muhatap almayın. Zira muhatap alırsanız kendisini bir şey sanır. Ortam, hiç bir halta yaramadığı halde kendini bir şey sanan aklına aşık hasta ruhlarla dolu.... 24/06/2016
24 Haziran 2016 Cuma
Patolojik bir vaka
Bu
akşam bir ahbabımın evine çay içmek için aracımla yola çıktım. Eve yaklaşırken
bölünmüş yolun soluna girmek için sinyal verdim. Karşı yoldan 60 km hız ile gelen 500 metre
mesafedeki bir araca bakarak kontrollü bir şekilde karşı tali yola geçtim.
Ardımdan acı acı bir korna sesi. Ne oluyor, bir hata mı yaptım diye dikiz
aynasından geriye doğru bir göz attım. Hızını bile yavaşlatmadığım aracın
sahibi: tabakhane yolcusu. Hem gitti hem de korna çalmaya devam etti. Trafiği
tehlikeye atsam ya da hızını kessem gam yemem. Her halinden iyi aile terbiyesi
almış biri idi anlaşılan.
Arabaya
binince bizim insanımız değişiyor gerçekten. Bir hava, bir tafra ki görme
gitsin. Neyi ispatlamaya çalışıyor ki? Olsa olsa kendi varlığını ispatlamaktır
gayesi. Kahrolası egosunu tatmin etmektir. Bunun başkaca bir izahı yoktur.
Dünyaları ben yarattım havasıdır bu. Havan batsın emi.
Hasta
ruhlu bir insanın psikolojisidir bu. Patolojik bir vaka. Hastanelerimizin
psikoloji ve psikiyatri polikliniklerine gelen az sayıdaki insanları çözmeye
çalışmasın bizin uzman psikologlarımız. Boşu boşuna testler falan yapmasınlar.
Çıksınlar trafiğe; hiç evraka, tahlil ve tetkike gerek kalmadan araç sürenlerin
içerisindeki hasta ruhlu tipleri hemen teşhis ederler. Üstelik “İyi olacak
hastanın ayağına doktor gelirmiş” sözü de böylece gerçekleşmiş olur.
Ben
bugüne kadar benim psikolojik sorunum var diye doktora giden hastanın sayısı
bir elin parmaklarını geçmez diye biliyorum. Biz ancak bir yerimiz ağrıdığı
zaman kendimizi hasta kabul ederiz. Toplumda o kadar hasta var ki, say say
bitmez. Doktorlarımız ayağına hasta bekleyeceğine, çıksınlar o dört duvar
arasından… Hem içleri açılır. Hem de sürüyle tımarhanelik adam bulurlar.
Böylece her ilde akıl hastalarının tedavi olacağı bir hastaneye ne kadar
ihtiyaç olduğu ortaya çıkmış olur. Üstelik zincir satanlar da kısa zamanda köşe
olurlar. Çünkü kendini akıllı sanan zincirlenecek o kadar masum görünen
insanımız var ki! Haydi ne olur piyasaya çıkın da bu milleti büyük bir dertten
kurtarın. Hem de hayır duasını alırsınız inanın. Bencillik tavan yapmış bu
ülkede. Centilmenlik düşmanı çoğu. Hayatı kendisinden ibaret sanan adı konmamış
zavallı yaratık bunlar. Demir ve teneke yığınından ibaret cansız bir teknolojik
binite insanları esir ve köle etmeye çalışan manyak tip.
Bir
korna çalan hakkında bu kadar söz söylememi abartı olarak görebilirsiniz.
isterseniz aracınızı bırakın yaya olarak karşıdan karşıya geçmeye bir çalışın.
Hem de "Öncelik yayalara ait" levhası yazan bir yerden üstelik. Önce
bir korna sesi seni kendine getirir, ardından yavaş yavaş gelen o aracın seni
çiğneyecek gibi hızlanarak üstüne üstüne geldiğini, sen geçtikten sonra da el
kol işaretiyle sana hareket çektiğini, ağzıyla da homurdanan, hanım evladı
olduğunu gösteren tipler görürsün. Bu tipleri belirleyin. Bunlar yurt dışına ihraç edilse başka ülkelerde
olmayan bu mahluklar sayesinde ekonomimiz rekor üzerine rekor kırar. Kısa
zamanda düze çıkarız. Gayri safi milli hasılamız yaşanabilir bir ekonomik refah
seviyesine çıkar. Hatta kaç tane fakir ülkeyi bile besleriz.
Haydin
doktorlar! Çıkın piyasaya. Trafikte dolaşarak hem daha çok para kazanın. Hem de
bu millete bir iyilik yapın. İnanın paraya para demezsiniz. Hatta ilk önce
"Ben hasta mıyım" diyen nevi şahsına münhasır tiplerden başlayın
işe. 24/06/2016
23 Haziran 2016 Perşembe
Göründüğün kadar kötü değilmişsin be Ramazan!
Günlerce bekledik
Mübarek Ramazan geliyor diye. Hazırlığımızı yaptık kendi çapımızda. Kendimizi
hazırladık. Geliyor gelmesine de nasıl tutacağız bu uzun yaz mevsiminde diye
nefsimiz, bilinçaltımızda karargah kurdu. Gönderdi durmadan iğvasını. Hele bu
sıcakta, iş güç zamanı, nasıl tutulacak diye bizi psikolojik olarak etkiledi de
etkiledi. Dile kolaydı 17 saat yemeyecektik, içmeyecektik. Gece uykumuz
bölünecekti, nasıl dayanacaktık uykusuzluğa?
Korkunun ecele faydası
yokmuş. Ramazan geldi de gidiyor bile. Hem de teğet geçti, hiç dokunmadı.
Nefsimizi dizginledik, yemeyi, içmeyi aramadık bile. İşimize gücümüze devam
ettik. Kitabımızı okuduk. Bir defa daha nefsimize galip geldik hele şükür. Hele
beynimizde, belleğimizde oluşturduğumuz korkuların hiçbiri gerçekleşmedi. İrade
meselesiymiş meğer Ramazan dedikleri. Beyinde bitirmek gerekiyormuş
yapmak istediklerimizi. Ve Ramazan göründüğü kadar kötü de değilmiş üstelik.
Açlık ve susuzluğa rağmen ellerimizi cebimize de attık. Fakiri, fukarayı gördük
gözettik. Eşin dostun iftarına gittik, onları evimizde ağırladık. Bol bol
zamanımız kaldı iş yapmak ve ibadet etmek için. Bir defa daha Kur'an’a yani
hayat kitabına yöneldik. Bizi adam et, ilham kaynağımız ol dedik. O da işte ben
buradayım aç oku, anla ve yaşa dedi bize. 11 ay sonrasında yeniden rektifiye
olduk, motoru güçlendirdik, kaportayı düzelttik. Ne de çok iş yaptık biz bu
Ramazan. Şükürler olsun…
Oruçla beraber susma
orucu da tuttuk, çoğumuzda bir sessizlik hakim oldu. Oruç tutmayanın
tutmamasına, karşımızda yiyenin yemesine aldırmadık, hatta hiç heves bile
etmedik. Belki de acıdık onların durumuna. Sabrı öğrendik hep beraber. Aynı
anda sofralarımızı kurduk, aynı anda ezanlarımız okundu, aynı anda sularımızı
yudumladık, aynı anda iftarımızı açtık. Beraber omuz omuza namazlarda saf
tuttuk. Dünya bir araya gelse bizi aynı anda oruca başlatıp, aynı anda iftar
ettiremezdi… Ramazan giderken şöyle bir göz attım da, ya hu bu Ramazan
gerçekten kötü değilmiş nefsimin fısıldadığı kadar...
Kamu kurum ve
kuruluşlarımız mahalle mahalle iftar vermeselerdi, akşamında sosyal aktiviteler
yapmasalardı daha iyi olacaktı bu Ramazan. Hem de şanına yaraşır bir şekilde
gönderecektik biz onu. İnşallah yetkililerimiz mahalle mahalle verdikleri bu
iftar programlarından önümüzdeki Ramazanlarda vazgeçer, oraya harcadıkları
parayı bir başka yerde, başka bir amaç için kullanırlar. Bunu ben böyle temenni
ediyorum.
Seni, Rabbim
nasip ederse seneye de karşılamak isterim Ramazan. İşin başında, daha gelmeden
sana karşı ön yargılı davranmışım, korku dağları oluşturmuşum. Aramıza gelip
birlikte hemhal olunca göründüğün kadar kötü olmadığını bir defa daha anladım.
Her şey beyinde bitiyormuş meğer, irade meselesi ve sabır işiymiş. Herkesin
harcı değilmiş yani... Bir şey daha anladım: Bir başkasına karşı tanımadan ön
yargılı davranmanın da iyi bir şey olmadığını… Seneye seni dört gözle
bekleyeceğim. Zaten seni bana kötüleyen nefsim de pes etti, bıraktı beni kendi
halime.
İçinde barındırdığın ve
bin aydan daha hayırlı Kadir Gecende bile içimizdeki az sayıdaki aktif
kötülerin Cennet vatanı kana bulamak için sinsi planlar yaptıkları esnada biz
pasif iyiler: “Allah’ım! Sen affedicisin, affı seversin. O halde beni affet”
diye dualar okuyarak değerlendirdik dün gece. Gecenin kadir kıymetini
bilenlerden olmamız ve kendi doğrularımızı bir tarafa bırakarak bir ve beraber
olmayı akleden kullar olmamız temennisiyle güle güle Ramazan! Sen gerçekten
kötü değilmişsin. Sana maalesef bir defa ön yargıyla yaklaşmışım. Hakkını helal
et. Yeniden buluşmak dileklerimle... İyi bayramlar tabii hak edenlere!..
23/06/2016
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)