23 Haziran 2016 Perşembe

Kur'an-ı Kerim basımında biraz ciddiyet lütfen!...

Elimde Ramazan dolayısıyla eşime hediye ettiğim, özel bir yayınevi tarafından bastırılmış Elmalılı Hamdi YAZIR'a ait "Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali" isimli Kur'an var. İçeriği renklendirilmiş, dış baskısı güzel, okuması kolay bir kitap.

Kitap Allah kelamı. Kitabın mükemmelliğine söyleyecek bir şey yok. Kitaba baktığın zaman hattından, dizaynına varıncaya kadar al beni oku diyor. Malumunuz üzere Fatiha ile başlıyor, Nas ile bitiyor, sayfa sayısı da 604 sayfadan ibaret. Görünürde her şey mükemmel. Fakat içini açıp okumaya başladığın zaman dışının sizi, içinin de beni yaktığı ortaya çıkıyor. Yayınevinin hata kabul etmez yanlışları maalesef bir bir görünmeye başlıyor: 422.sayfayı okuduktan sonra Ahzap Süresi daha bitmeden 431.sayfadaki Sebe Süresine geçiyor. Devam ediyorum 446.sayfadan sonra tekrar 423.sayfaya geçiyor. 430.sayfadan sonra 447.sayfaya atlıyor. Şu ana kadar tespit edebildiğim bariz hatalar bu kadar. Daha ne kadar hata var? Okudukça ortaya çıkacak maalesef. Yayınevinin seri bir şekilde ve ciddiyetsiz bastırması sonucu sayfaların karıştığı görünmektedir. İnsanlık hali böyle hatalar olur mu? Oluyor maalesef. Bu kitap basılıncaya kadar kaç kişinin elinden, tasnifinden ve denetiminden geçti kim bilir. Tasniften sonra da  baskı ve dağıtım  esnasında anladığım kadarıyla yine gözden kaçmış bu sayfalar.  Bir an için acaba Kur'an-ın tertibi Hz.Ebu Bekir'den sonra yeniden mi dizayn edildi demekten kendini alamıyor insan.

2016 yılı Ramazan'ında başıma gelen bu hatalı meali görünce  1978 yılında hafızlık hocamın bir başka yayınevi ve yazarına ait  hediye ettiği mealli bir Kur'an aklıma geldi. Dünyalar benim olmuştu. Uzun süre kimseye dokundurmamıştım. Elimden düşürmüyordum onu. Okudukça içim açılıyordu. Yine ortalara geldiğim zaman maalesef sayfaların eksik olduğunu gördüm. Eskimesin diye kaplamıştım. Geri verip değiştirme durumu da kalmamıştı. Elimden düşürmediğim bu kitabı daha başka ne hatalarıyla karşılaşırım endişesiyle elime alamaz olmuş ve bir daha açmamak üzere kapatmıştım.

Şimdi acaba bu kitaplar korsan mı basılıyor, denetimden geçmiyor mu şeklinde kafamda şimşekler çakmaya başladı, içim daraldı. Hemen Kitabın sonuna baktım. Arka sayfada  "Diyanet İşleri Başkanlığı Mushafları İnceleme Kurulu Başkanlığı tarafından incelendiği" yazmakta ve inceleme kuruluna ait mühür ile mühürlenmiş baskısı da yer almaktadır. İçim cız etti hemen. Çünkü tıpkı diğer işlerimiz gibi burada da incelemelerimiz formalite icabı yapıldığı göze çarpmaktaydı. Üzüldüm gerçekten. Haydi her yönüyle gözden kaçtı bu yanlışlar. Bu Kitap kitapçılara dağıtılmak üzere Türkiye'nin dört bir köşesine gönderildikten sonra mutlaka satın alan bir vatandaş buralardaki hataları bulmuş ve kırtasiyeciye göstermiş olmalı. Bu hata ortaya çıktıktan sonra yayınevi veya dağıtım şirketi satışa sunduğu bu Kitabı niçin geri çekmez. Başka işlerde yaptığımız ve yutturduğumuz hata ve yanlışları ne olur Allah'ın kitabında bari yapmayalım.


DİB. lütfen inceleme görevini layıkıyla yapsın. O kitaba damgasını vurduğu mührün hakkını versin. İnceleme Kurulunda görev alanlar dostlar alışverişte görsün sadedince inceleme yapmasın. Öyle her önüne gelen yayınevi veya şahıslar meal veya Kur'an bastırmasın. Bir kaç elden denetimden geçmeden piyasaya sürülmesin. Ne olur, birileri bunu Allah rızası için yapsın. Öyle zannediyorum birçok evde bu şekilde yanlış basılmış Kur'anlar vardır. Bu Kitap hata kabul etmez beyler, biraz ciddiyet lütfen!... 23/06/2016

Hazıra konulan proje okulları

Son zamanlarda ' Proje okullar' gündemimize girmeye başladı. Yazımın başında akıbetleri inşallah hayır olur demek isterim.

Eğitim ve öğretim kısa zaman zarfında sonuç alınabilecek bir süreç değildir. Uzun soluklu, uzun-ince bir yoldur. Meyveleri 10-20 yıl sonrası alınır. Hemen meyve alayım çabası her zaman iyi sonuç vermeyebilir. Verirse de hormonlu olur.

Proje okullarına karşı mıyım? Baştan söyleyeyim: değilim. Bazı okullar statüsü farklı, proje okulu olabilir. Benim sıcak bakmadığım husus rüştünü ispatlamış, başarılarıyla göz doldurmuş okulların özel statüye alınması. Böylesi okulları proje okul kapsamına almaktan ziyade yeni açılan okullar ya da daha önce açılmış fakat başarısıyla ön plana çıkmamış okulların proje kapsamına alınıp başarılı okullar seviyesine çıkarmak şeklinde olmalıydı. Sıfırdan alınan bir okul başarılı okullarla yarışır duruma getirilmek amaç olmalıydı. Böylece her ilde başarılı okulların sayısının artması hedeflenmeliydi.

Her ildeki gözde okullara bir göz atalım. Hiçbirinin sıralaması değişmiyor, zirveyi de bırakmıyor. Çünkü tercihler en yüksek puandan aşağıya doğru sıralanıyor. Yüksek puanlı öğrencilerin tercih ettiği okullar hep zirvede. Öğretmeni ve yönetimi değişse de durum bu.

Yeni sıfırdan açılmış ya da akademik başarısı yüksek olmayan bir okul özel statüye alınsın. Bu okulun öğretmenleri hep seçmece olsun. Devlet her türlü maddi ve manevi desteği bu okullara versin. 4 yılın sonunda bu okul tercih edilen başarılı bir okul olsun. İşte böyle bir başarıya ben şapka çıkarır, o eğitimcilerin 40 yıl kölesi olurum.

Bir okulun kumaşı iyiyse o okul iyi okul oluyor vesselam.  Gerisi havanda su dövmektir. Boşa kürek çekmedir. Lafı güzaftır...

Var mısınız böyle okulları proje kapsamına alıp taşın altına elimizi koymaya... 22.06.2016

22 Haziran 2016 Çarşamba

Filistin-İsrail gibiydik biz onunla...*

İlk Kur'an eğitimini babasından almış, dokuz yaşında hafız olmuş, 10 yıl kadar medrese eğitimi görmüş, hukuk ve ilahiyat okumuş, 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra 1980 yılında "İslam Felsefesi" alanında doktorasını tamamlamış, sonra doçent, ardından da profesör unvanını almış, bir İlahiyat Fakültesinin kurucu dekanlığını yapmış, çok sayıda kitabı olan, konferans ve TV programlarıyla ün yapmış, hitabeti güçlü ve siyaset yapmış biri idi. 

Mide kanseri tedavisi görmekte iken  22/06/2016 günü vefat etti. Hayat hikayesini zaten kısa bir araştırmayla her birimiz öğrenebiliriz. Samimi bir Müslüman mı idi, değil miydi bilmem. Halihazırda amel defteri kapanmış, hatasıyla sevabıyla dünyadaki rolünü tamamlamış biri artık. Yaptıklarına ve yapmadıklarına göre hesaba çekilecektir mutlaka. Niyetim mevtanın ardından lehinde ve aleyhinde konuşmak değildir. Hele öldükten sonra ardından konuşmak hiç mizacıma uygun değil. Son zamanlardaki görüntüsü ölmüş ölmüş dirilmiş birini andırıyordu. Belki de var olduğuna inandığı reenkarnasyon daha vefat etmeden kendinde görünmüştü.

Siyasete atılıncaya kadar  bazı kanalların müdavimi idi. Kendisi programlar yapardı. Çoğu zaman gündem oluştururdu. Farklı fikirleri vardı. Aslında farklı denen fikirler dünün şaz görüşleriydi.  Yeni bir şey söylemiyordu yani. Sadece tozlu raflarda kalmış bilgi kırıntılarını ortaya çıkarırdı yeni diye. İçinden çıktığı camia ile barışık değildi. Sırtı dönüktü onlara. Hiç sevmedi onları. Neredeyse düşman gibi gördü. Camiası da ondan hiç haz almadı. Kardeştiler ama düşman kardeş... Tıpkı İsmail'in soyundan gelen Filistinliler ile İshak'ın soyundan gelen İsrailoğulları gibi. Belki onlar gibi birbirimizi öldürmedik ama yeri geldi ölmek ve öldürmekten beter yaptık birbirimizi. Kalpten kalbe yol oluşmadı bir türlü. O bizi horladı, biz de onu. Aslında Kur'an hafızı olması, manasına hakim olması bir avantaj idi. Daha fazla Kur'an'la hemhal olacağı yerde içinden çıktığı camiasıyla düşman kardeşler rolüne soyundu. Kibirli ve mağrur bir görüntü sergiledi camiasına karşı. Çok iyi bildiği felsefesinde içinden çıktığı zümreye karşı tevazua yer yoktu... Medyatik olması, etrafını çeviren şöhret duvarı dolayısıyla ötesini maalesef göremedi. Belki de görün beni dedi, biz görmek istemedik.  Görüşü hoşumuza gitse bile söyleyene bakarak tavır aldık. Yani Hoca camiasını, camiası da Hocayı yok kabul etti. Birbirimize  karşı körler ve sağırlara oynadık. Asla güven vermedik yek diğerimize. Tek fayda sağlamadık başkasına  gülünç duruma düşmekten başka.  

Ben buna ötekileştirme diyorum. Oluşan ortam tam bir ötekileştirme idi. Sonunda iki taraf da kaybetti. Çünkü bizim asla farklı fikre tahammülümüz olmadı. Farklı düşünceye saygı duymadık. Farklı düşünen ile medenice tartışmadık. İletişimi kapattık birbirimize. Tu kaka yaptı birimiz diğerini. Farklı fikrine saygı duyup yanlışını en güzel yolla tartışma yolunu seçemedik. Sonunda o yoluna gitti, biz yolumuza. Birbirimize tahammül edememenin sonucunda o farklı bir kulvarda, farklı bir atmosferde hayatına devam etti. Biz de kabuğumuzdan çıkamadık... Ne biz onun Müslümanlığını beğendik ne de o bizim. 

Etrafımıza bir bakalım çevremiz ötekileştirilip diğer mahalleye gönderdiklerimizle dolu. Diğer mahallelerden adam kazanacağımız yerde diğer muhitlere bol adam transfer ettik ve onlara hain gözüyle baktık maalesef. Bir arada tutunmak için yollar arayacağımız yerde ayrılmak için yollar icat ettik.

Yanlış mı düşünüyorum yoksa? Farklı düşüneni linç etmekten ziyade ortak noktalarımızı bulmaya çalışsaydık nasıl olurdu acaba? 22/06/2016

* 25.06.2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.