17 Haziran 2016 Cuma

"Ben devlete iş yapmam..."

2009 yılında bir lisede görev yaparken bir haftalık kalorifer kömürümüz kalmıştı. Ödeneğimiz de yoktu. Ortaöğretim Genel Müdürlüğünden bütçe işlerine bakan  şube müdürünü telefonla aradım. Durumumuzu  izah ettim. Ne kadar para istediğimi sordu. 4.000,00 lira dedim. Prosedürü takip ederek ödenek istememi, yazışmanın gecikme ihtimaline karşılık ayrıca yazıyı fakslamamı, bu göndereceğimi de önümüzdeki yıl ödenek miktarından düşeceğini ve paranın bir haftaya kadar hesabımıza düşeceğini söyledi.

Okulun bulunduğu ilçedeki mahrukatçılara giderek "En kötü ihtimal 2 hafta sonra ödeneğim gelecek, bu şekilde ödemeyi kabul ediyorsanız teklif mektubu verin" dedim. 3 ayrı firmaya 22/d'ye göre teklif mektubu hazırlayıp verdim. İlçeye 7 km uzaklıktaki bir beldede aynı işi yapan bir öğrenci velimi arayıp teklif mektubu vermesini istedim. "Hocam teşekkür ederim. Kömürünüz kalmamış, ben teklif mektubu vermem. Çünkü devlete iş yapmam, devletten ihale ile iş almam. Az veririm, çok veririm, pahalı veririm, ucuz veririm. Ben bu vebalin altına giremem. Zira o parada milyonların hakkı var, tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. Devletle çalışmak prensibim değil... Siz kömürsüz kalmayın, ben size şimdilik emaneten kömür göndereyim, ihale kimde kalırsa o benim kömürü getirsin" dedi. Hiç böyle bir cevap beklemiyordum. Velimin bu duyarlılığına hayran kaldım, kendisine gıpta ettim. Çünkü şu ana kadar görmediğim bir durumla karşılaşmıştım. Genelde teklif mektubu vermediklerim ya da ihale kendisinde kalmayanlar gönül koyardı. Hatta okula kadar gelir ya da telefonla: "İhale kimde kaldı, kaç paradan aldınız" diye bilgi alırlardı.

Siz hiç böyle biriyle karşılaştınız mı? Sanmam. Ben böyle bir esnafla karşılaşan şanslı kişilerden biriyim. Keşke devlete böyle duyarlı insanlar iş yapsa, devlet de bulup bu tiplere ihaleyi verse ne güzel olur değil mi?  İstisnalar kaideyi bozmaz ama genelde çabuk köşeyi dönenler devletten ihale alanlar olarak görünmektedir.  Sonunda ihale verenlerden en uygun teklifi veren kişi kömürümü ödemesini yapmadan getirdi de bu duyarlı esnafımıza yük olmadık.

***

Yine fi tarihinde  çalıştığım bir okula donatım malzemesi yaptırmak için Kamu İhale Kanununun 22/d maddesine göre değişik firmalara teklif mektubu verdim. En düşük teklifi veren KDV hariç 27 bin lira idi. Benim toplam ödeneğim 25 bin lira idi. En düşük teklifi vereni çağırdım. Arkadaş benim toplam param 25 bin TL'dır. Eğer bu fiyata yaparsan ihale sende kalsın dedim. "Hocam bizden para istemeyecek misin" dedi. Ne parası isteyeceğim sizden dedim. "Gerçekten para istemeyecek misin" sorusunu yineledi. Hayır kardeş, neyi kastediyorsun bilmem ama. Ben senden bir kuruş istemiyorum. Benim istediğimi, elimdeki miktara yaparsan bu iş senin dedim. Sonunda ihale en uygun teklifi veren de kaldı. Bu alışverişten siz bir şey anladınız mı bilmem ama ben  bir şey anlamadım.

Başkasına özellikle devlete iş yaparken kamu malı: yetim malı bakış açısıyla iş yapanların sayısının çoğalması dileklerimle... 17/06/2016

16 Haziran 2016 Perşembe

Kafasını kuma gömmüş insanoğlu

Bana insanoğlunun en önemli özelliği nedir diye sorulsa kendisini kendinden bile gizlemeye çalışan gizemli bir varlıktır derim.  Kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışan, eksikliğini göstermemeye çalışan bir mahluktur. Borsa gibi anlık değişen özelliklere sahiptir. Kızdığı zaman farklı, sakinken farklı, açken farklı, tokken farklı, zorda kaldığı zaman farklı, damarına basıldığı zaman vs farklı bir varlıktır.

Haydi bize kendini bir anlat deseler çok yönünden sadece bir yönünü dinleriz. Buz dağının görünen yüzünü tanırız. Diğer tarafları beraber oldukça ortaya çıkar. Tanıdıkça hayretler içerisinde kalırız. Bu bizim tanıdığımız adam mı deriz. Hatta seni tanıyamamışım diye hayretimizi ifade ederiz.

Değişik yöntemlerle insanoğlunun gizemli yönleri  kirli çamaşırları gibi bir bir ortaya çıkar:

Konuştuğu zaman kendini ele verir. Çünkü insanoğlu dilinin altında gizlidir.
Sinirlendiği zaman sakinliğinden eser kalmaz. Hemen  intikam damarı ortaya çıkar.
Yolculuk esnasında, alışveriş ve komşuluk yaparken kişiliği çorap söküğü gibi sökün eder.
Zorda kaldığı zaman hemen yalana başvurur.
Menfaat, dünyalık makam, mevki;  dimdik adamı iki büklüm yapar.
Ne kadar eksikliği varsa kişiliğini onun üzerine oturtur. Gıybet yapıyorsa ben dobra bir insanım der.
İstediğini elde etmek için naz ve kur yapmaya çalışır. Önceden alt yapısını oluşturur, sonrasında istemem yan cebime koy görüntüsü verir.
Devlete sırtını dayar, ondan faydalanır. Adına da ben şu kadar hizmet ettim der.
Aran iyi iken dostluğuna derman yetmez, ayrıldığın zaman belden aşağıya vurmaya çalışır.
İşsiz iken, "Ne verirseniz yaparım, çok kabiliyetliyim" der. İşe girdikten sonra kaytarma ve arazi yollarını keşfetmeye çalışır.
İyi bir laf ebesidir, mazeret uydurmada üstüne yoktur. Hayatı hep ama ile doludur.
Başarılı olamadığı zaman suçu başkasına atar, suçu asla kendinde bulmaz. Kendini kendinden bile gizlemeye çalışır. Dediğine ve yaptığına kendini tatmin etmeye çalışır.
Doğruluk ve dürüstlükte üstüne yoktur. Mangalda kül bırakmaz. İşini hatırlattığın zaman suratı asılır, seni düşman beller, senin hatanı bulmaya, suç bastırmaya çalışır.
Pohpohlanmayı sever. Asla gerçeklerle yüzleşmek istemez.
Çok yeteneklidir, tıpkı dili gibi. Yaptığı işten başka diğer işlerden de anlar. Başka iş yaparak esas işini unutur.
İmkanı yokken çok dürüsttür. Fırsat eline geçince  su testisini su akarken doldurmak gerek düşüncesiyle makam ve mevki, şan ve şöhret, mal ve mülk  delisi olur. Atı, arabayı, avradı değiştirme yoluna gider.
Zulme uğrarsa neredesin adalet der. Zulmediyorsa adaletle işi olmaz, ağzına bile almaz.
Başarıyı kendisine mal eder, başarısızlığı başkasının üzerine yıkar.
Önce insanlara güven verir, ardından güveni kötüye kullanır, insanları yaya bırakır...

İstisnalar mutlaka kaideyi bozmaz. Genel olarak yapımız budur. Örnekleri çoğaltabiliriz. Nasıl olmalıyız?


İnsanoğlu nisyan ile maluldur, hata yapar. Önemli olan hatada ısrar etmemesi Adem ve Havva gibi suçumuzu kabullenip itiraf edip özür dileyebilen, Davut  gibi elinin emeğini yiyen, İbrahim gibi tek başına mücadele eden, öz güven sahibi, Yusuf gibi: "Nefsim kötülüğü emrediyor" deyip nefsi dizginlemeye çalışan, Muhammed gibi 'Emin' olan, Musa gibi haksızlığa tahammül etmeyen, Süleyman gibi makam ve mevki ile şımarmayan, yaptığı hayır ve hasenatta tüm peygamberler gibi "Ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum" diyebilen örnek şahsiyetler olabilmektir. 16/06/2016

14 Haziran 2016 Salı

İbadet ayında dillerimiz de oruç tutsun!*

Hangi kanalı açsam yayında olan ya iftar, ya sahur programı… Ramazan'da ne yapılmalı, ne yenmeli, nasıl beslenmeli, oruç nasıl tutulur, orucu bozan şeyler nelerdir, orucun önemi gibi konular çıkarılan uzmanlarıyla enine boyuna konuşuluyor. Belediyelerimiz mahalle mahalle iftar programları, akşamında da değişik etkinliklerle Ramazan ayını kutlamaya devam ediyorlar.

İçerisinde bin aydan daha hayırlı bir geceyi barındıran Kur'an ayı Ramazan kutlamalarımız içerisine girdi bile. Hız kesmeden devam ediyor. Hep konuşuyor, hep anıyoruz. Halbuki Ramazan icraat ayıdır, yaşanılacak aydır, rektifiye ayıdır. Sözün bittiği yerdir. Samimiyet testinden insanların geçtiği aydır. Herkesin kendi çapında temizlenme, arınma ayıdır. Kur'anla hemhal olma ayıdır. Sözün fiiliyata dönüştüğü aydır. Nefse verilecek eziyetle doğruluğun, dürüstlüğün, paylaşmanın ortaya çıkarılacağı aydır. İbadet ayıdır. Sükutun altın olduğu aydır. İnziva ayıdır, öz eleştiri, empati, kritik ayıdır.

Evet böyle olması gereken bir aydır. Biz ne yaptık yine? İşi gevezelize, lafazanlığa verdik yine. Yaşanacak ayı konuşan aya döndürdük. Kendimiz İslam olacağımız yerde kanalları, gazeteleri İslamlaştırdık. Fakirin değil de sunucu ve program yapanların ceplerini doldurduk. Kimimiz orucu uykuya tutturdu. Kimimiz yaptığı konuşmalarıyla, kimimiz iftarıyla reklamını yaptı.  Kamu malını bol keseden dağıttık, zengin fakir demeden. Kendi cebimizden iftar vermekten ziyade kuruluşlarımız seferber oldu. Önceliklerimizin başına iftar programları kondu. Boğazımızdan lokmalar geçti, başkasına geçit vermedik.

Ramazan'ı şanına yaraşır şekilde yaşayamadık. Kendimizi temizleyemedik. Çünkü gıybet, iftira vb gırla gidiyor yine. Birbirimizi boğazlamaya devam ediyoruz. Anlaşabildiğimiz ortak konulardan ziyade ayrışma noktalarımız ön plana çıktı. Birbirimize hayatı dar etmeye çalışıyoruz nedense. Bir ve beraber yaşamanın ortak noktaları ön plana çıkacağı yerde uzlaşılmaz ve anlaşılmaz ayrılıklarımız körüklendi yine. Maneviyat ön planda olacağı yerde her konuda olduğu gibi Ramazan'ı da kendimize benzettik. İcraat ayını izahat ayına dönüştürdük. Helal olsun bize!


Yediğimiz yemeğin  midemize indiği gibi konuştuklarımızın da boğazdan içimize sirayet etmesi zamanı. Kimin ne dediği önemli değil. Zaman kulakları tıkayıp bildiğimizi yaşama zamanı. Ne yediğimiz, ne içtiğimiz önemli değil. Önemli olan samimiyetimizin ortaya çıkması. Kimsenin gönlünü kırmadan, kalbini incitmeden Yaratan’ın gözüne ve gönlüne girme zamanı…

Dilimiz sükut orucu tutsun... İcraat yapalım… Kâl ehli değil de hâl ehli olalım...14/06/2016
* 16.06.2016 tarihinde Kahta söz gazetesinde yayımlanmıştır