Ana içeriğe atla

"Ben devlete iş yapmam..."

2009 yılında bir lisede görev yaparken bir haftalık kalorifer kömürümüz kalmıştı. Ödeneğimiz de yoktu. Ortaöğretim Genel Müdürlüğünden bütçe işlerine bakan  şube müdürünü telefonla aradım. Durumumuzu  izah ettim. Ne kadar para istediğimi sordu. 4.000,00 lira dedim. Prosedürü takip ederek ödenek istememi, yazışmanın gecikme ihtimaline karşılık ayrıca yazıyı fakslamamı, bu göndereceğimi de önümüzdeki yıl ödenek miktarından düşeceğini ve paranın bir haftaya kadar hesabımıza düşeceğini söyledi.

Okulun bulunduğu ilçedeki mahrukatçılara giderek "En kötü ihtimal 2 hafta sonra ödeneğim gelecek, bu şekilde ödemeyi kabul ediyorsanız teklif mektubu verin" dedim. 3 ayrı firmaya 22/d'ye göre teklif mektubu hazırlayıp verdim. İlçeye 7 km uzaklıktaki bir beldede aynı işi yapan bir öğrenci velimi arayıp teklif mektubu vermesini istedim. "Hocam teşekkür ederim. Kömürünüz kalmamış, ben teklif mektubu vermem. Çünkü devlete iş yapmam, devletten ihale ile iş almam. Az veririm, çok veririm, pahalı veririm, ucuz veririm. Ben bu vebalin altına giremem. Zira o parada milyonların hakkı var, tüyü bitmemiş yetimin hakkı var. Devletle çalışmak prensibim değil... Siz kömürsüz kalmayın, ben size şimdilik emaneten kömür göndereyim, ihale kimde kalırsa o benim kömürü getirsin" dedi. Hiç böyle bir cevap beklemiyordum. Velimin bu duyarlılığına hayran kaldım, kendisine gıpta ettim. Çünkü şu ana kadar görmediğim bir durumla karşılaşmıştım. Genelde teklif mektubu vermediklerim ya da ihale kendisinde kalmayanlar gönül koyardı. Hatta okula kadar gelir ya da telefonla: "İhale kimde kaldı, kaç paradan aldınız" diye bilgi alırlardı.

Siz hiç böyle biriyle karşılaştınız mı? Sanmam. Ben böyle bir esnafla karşılaşan şanslı kişilerden biriyim. Keşke devlete böyle duyarlı insanlar iş yapsa, devlet de bulup bu tiplere ihaleyi verse ne güzel olur değil mi?  İstisnalar kaideyi bozmaz ama genelde çabuk köşeyi dönenler devletten ihale alanlar olarak görünmektedir.  Sonunda ihale verenlerden en uygun teklifi veren kişi kömürümü ödemesini yapmadan getirdi de bu duyarlı esnafımıza yük olmadık.

***

Yine fi tarihinde  çalıştığım bir okula donatım malzemesi yaptırmak için Kamu İhale Kanununun 22/d maddesine göre değişik firmalara teklif mektubu verdim. En düşük teklifi veren KDV hariç 27 bin lira idi. Benim toplam ödeneğim 25 bin lira idi. En düşük teklifi vereni çağırdım. Arkadaş benim toplam param 25 bin TL'dır. Eğer bu fiyata yaparsan ihale sende kalsın dedim. "Hocam bizden para istemeyecek misin" dedi. Ne parası isteyeceğim sizden dedim. "Gerçekten para istemeyecek misin" sorusunu yineledi. Hayır kardeş, neyi kastediyorsun bilmem ama. Ben senden bir kuruş istemiyorum. Benim istediğimi, elimdeki miktara yaparsan bu iş senin dedim. Sonunda ihale en uygun teklifi veren de kaldı. Bu alışverişten siz bir şey anladınız mı bilmem ama ben  bir şey anlamadım.

Başkasına özellikle devlete iş yaparken kamu malı: yetim malı bakış açısıyla iş yapanların sayısının çoğalması dileklerimle... 17/06/2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde