Değerli İlçe MEM, ortaokullar ve İHO whatsapp grubu üyeleri!
Paylaşımlarınızı depolamak için telefonumun 16 GB belleği dolduktan sonra 35 TL vererek aldığım 32 GB hafıza da mermi gibi gelen paylaşımlarınıza dayanamadı. O da doldu.
Çalışma hızınıza teknolojinin yetişmesi mümkün değil. Sizdeki bu hizmet aşkına hangi bellek dayanabilir ki. Sizin çalışmanıza benim hayallerim bile yetişemiyor.
Telefonumun öbür dünyada benden şikayetçi olmaması için bundan sonra gelen paylaşımlarınızı ve önceki gönderdiğiniz etkinlik görüntülerini sileceğim. İnşaallah yanlışlıkla isminizi silmem. Hazine değerindeki paylaşımlarınızı silince zaman zaman bakıp duygulanamayacağım ama ne yaparsınız.
Bize protokol kurallarını anlatırken sabah 09.00'dan önce ve akşam 18.00'den sonra resmi görüşme için telefonla aranılmaz denirdi. Onlardan mı öğreneceğiz bu nezaket kurallarını. Onlar sizi kıskanıyor. Bir defa sizin mesainiz paylaşımlarınızı göndermeye yetmiyor. Hele sabahın 07.00'sinde başlayan paylaşım bombardımanınız gece 00.00'a kadar devam ediyor. Bu mesai tanımaz inatçı ve azimli tavrınız gözlerimi yaşartıyor. Bu zorunlu birlikteliğimiz çok diş dökeceğe benziyor ama benim dişlerim ve sizi kıskananlar çatlasın, patlasın.
Bu yetenek sizde olduktan sonra nereye gitseniz iş bulursunuz. Çünkü hiç bir gazeteci, hiçbir paparazzi muhabiri sizin çektiğiniz kadar foto çekip gönderemez. Hangi kapıyı çalsanız sizi havada kaparlar. Mevcut pozisyonunuzla çok değerinizin bilindiği kanaatinde değilim.
Hayat boyu devam edecek bu foto çekip gönderme sizi yorduğunun farkındayım. Amirlerinizden birini görürsem sizin whatsapp paylaşımlarınızı gönderecek birer sekreter görevlendirmesini isteyeceğim.
Siz bize lazımsınız. Ne olur kendinizi çok yormayın. Allah rızası için yormayın. İyi ki varsınız.
Nacizane ben de sizden bir şey isteyebilir miyim? Size hiçbir katkı sağlayamayan bu faniyi grubunuzdan çıkarmaları için bir girişimde bulunsanız da eğitim sisteminiz kurtulsa. Siz yolunuza gitseniz ben de yoluma gitsem daha iyi olmaz mı 25.04.2016
25 Nisan 2016 Pazartesi
İnsanlığın sınıfta kaldığı yerdeydim *
20-24 Nisan tarihleri arasında bir vesileyle Bodrum
ilçemizde bulundum. Bize mihmandarlık yapan otel görevlisi Ferhat bizi sahile götürdü. Masmavi
denizin ötesindeki adaları göstermeye başladı: “Şu adalar bizim, şu ileride
gördükleriniz Yunanistan’ın. Mülteciler genelde karşıya geçmeye çalışırlar.
Mülteci gördü mü Yunanlılar hemen ateş ediyor. Bizimkiler de kurtarmaya
çalışıyor. Çok botlar battı buralarda… Bir zamanlar bizimmiş oralar. Hatta
Almanlar 1940’lı yıllarda bize adaları teklif etmişler ama bizimkiler ‘Ne
alırız ne de veririz’ demişler... Şu gördüğünüz ve yerleşim olan yer ise 12
Adalardan Kos Adası, yani İstanköy Adası. Hani geçen yıl cesedi kıyıya vuran
çocuk cesedi, işte bu İstanköy Adasından botla gelen gelenler içinden ve ceset
işte şurada bulundu” dedi…
Bizim o zaman ki hükümet böyle bir şey dedi mi demedi mi
bilinmez. Haberin doğru sonucuna zaten varılmaz. Çünkü sanal aleme bile
baksanız, dediydi demediydi haberlerine ulaşmanız mümkün. Her şeyimiz karanlık
olduğu gibi bu konu da karanlık. Neyse konumuz bu değil zaten. Gidip
görenleriniz bilir. Adalar burnumuzun dibinde gerçekten. 12 Adalara haydi
yerinize marş marş dense özellikle İstanköy Adası koşarak bize gelir.
Cesedi kıyıya vuran çocuk deyince içim cız etti. Hemen
sahilde yüzüstü yatan küçük bebeğin ölmüş bedeni gözümün önüne geldi geldi gitti. Çok da vakit geçmemişti aslında. Ama
olayın geçtiği yeri unutmuşum. Ne de çabuk unutmuşum. Çok değil, tarihler
02.09.2015' i gösterdiğinde umuda yolculuk yapmak için kaçak yolla yurt
dışına gitmeye çalışan Suriyeli mültecilerin haberi vardı gazetelerde:
"Kıyıya vuran Suriyeli çocuk dünya gündemine oturdu. Bodrum'dan
Kos'a botla gitmeye çalışan 3 yaşındaki Aylan Kurdi'nin cansız bedeni dünya
gündemini sarstı” şeklinde… Bu haberi okur okumaz yüreğim dağlanmış ve konu
ile ilgili duygu ve düşüncelerimi aynı gün blogspotumda değerlendirmiştim. Yazıma
bir göz attım. Hiç Bodrum’dan bahsetmemişim. Zaten benim için de yer, bölge
önemli değildi. Önemli olan içimize sığdıramadığımız bir çocuk cesediydi benim
konum. Sizleri, o gün içimi paralayan ve bugün yeniden alevlenen feci olay
üzerine 02/09/2015 tarihinde kaleme aldığım yazımla baş başa bırakıyorum:
“ O kıyıya
vuranlar balık değil maalesef. İnsanlığımızın sınıfta kaldığının, yüz
karalığımızın, birbirimizi yediğimizin görüntüsüdür. Ölen insanlığımızdır.
Hemcinsimizi diri diri yediğimizin görüntüsüdür. Bu asırda yaşayan bizleri,
ardımızdan gelecek nesil –kalırsa- lanetleyecektir.
Topu birbirimize atmayalım. Hepimiz suçluyuz. Yönümüzü
dönüp kaçıyoruz içimiz dayanmadı diye. Mahşerin vicdanından nasıl kaçacağız.
Bari iz bırakmayalım. Balık niyetine yiyelim. Olur mu demeyin. Zaten İmamı
Şafii "Denizden babam çıksa yerim" demedi mi? Hem de kart falan
değil, taptaze...
Mübarek "Öyle bir zaman gelecek ki, insan görünümlü,
insanlıktan nasibini almamış, hedefine ulaşmak için kıyameti koparmayı bile
göze alan, nesli bozan nesil gelecek, birbirlerini diri diri yiyecek. Bunu
yapan insan bozmaları ne yapsa yeridir. Evlatlarını da yesinler" diye
fetvasını vermiş sanki. Midem bulandı
diyenler insanlığın öldüğü yerde mide bulanmasının lafı mı olur. Naz yapma, ye
hadi. Afiyet olsun.
Bu asır hemcinslerini yiyen yamyamların asrı olarak tarihe
geçecek bilesin.
Sözüm meclisten dışarı. 02/09/2015” (dilinkemigiyok.blogspot.com.tr)
Hiçbir
yerimize özellikle sahillerimize çocuk cesetleri vurmasın. Tertemiz kalsın
oralar…
* 27/04/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.
* 27/04/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün Gazetesinde yayımlanmıştır.
Bu Kadar Şeffaflık Fazla Değil mi?**
Dijital kameralar, akıllı cep telefonları çıktı. Her şeyimiz şeffaflaştı artık. Ânı yaşar olduk. Her ânımızı kameraya, fotoğraf karesine almaya başladık. Neredeyse dışımız içimize, içimiz de dışımıza çıktı. Her yaptığımız, her yediğimiz telefonlarımızda kayıtlı…
Tüm derdimiz
yaşadığımız o ânı ölümsüzleştirmek.
Mahşerde hesaba çekilirken her yaptığımızın ortaya çıkacağına inanır ama
bu nasıl olacak demeyi de içimizden geçirirdik. Şimdi hemen hemen herkesin her
ânı telefonların objektifinde. Kendimiz kayda alıyoruz. Herhalde öbür dünyada
kendi kendimizi kendimiz ele vereceğiz. Ebedi alemde sadece samimiyet testimiz
emin elde. Her objektife verdiğimiz pozun samimiyet, niyet açıklaması orada
olacak.
Sanal alemi takip
ediyorsanız ne demek istediğimi daha iyi ifade etmiş olurum. Sanal alem bugün;
dünün magazin, paparazzi görevini görüyor. Üşenmeyip bir bakalım. Bütün yediğimiz
içtiğimiz, yaptığımız orada. Ameliyat öncesi bir poz, ameliyat sonrası bir poz,
yatakta yatarken bir görüntü, çıkarken bir görüntü. Profilimize de “Kendini
mutlu hissediyor, üzgün hissediyor, canı sıkkın hissediyor” şeklinde eklemeler
de yapıyoruz. Sanal alemdeki arkadaş grubumuzdan birkaç tebrik, birkaç geçmiş olsun, bir kaç
beğeni ile mutlu olmaya, varlığımızı hissettirmeye çalışıyoruz. Böylesi
anlarımızda keşke samimi dostlarımız kapımızı çalsa daha iyi olmaz mı? Her
şeyini çekip paylaşan bizler için bir
sıkıntı daha var: Kendi ölüm ânımızı kim çekecek? Oldu olacak bir dost
ayarlayalım bari, o ânımız da gizli
kalmasın.
Baharın gelmesi yazın
kendisini göstermeye başlamasıyla birlikte yarın mangal partilerini de görmeye
başlarız artık. Nedense hiç mahremimiz, kendimize özelimiz kalmadı. Duyarlılık
ve hassasiyetlerimizi kaybettik. 90 öncesi kağıt poşetlerimiz vardı;
aldıklarımızı, yiyecek ve giyeceklerimizi onun içine koyardık. Kese kağıdı
yoksa bile gazetelere sarılırdı. Konu komşu, eş dost görmesin; alan var,
alamayan var. Kimsenin hakkı kalmasın düşüncesine sahiptik. Sonraları siyah
naylon poşetler çıktı. Kese kağıdının yerini tutmasa da yine bir karartma söz
konusuydu. İçi dışını gösteren şeffaf poşetlerimiz hayatımıza girdi.
Aldıklarımız görünür oldu. Şeffaf poşetlerle birlikte biz de şeffaflaştık
artık. Kazara eş dost göremediyse aynı anda sanal aleme yükleyerek cümle alem
görsün diye podyuma çıkıyoruz. Bu konuda o kadar mesafe katettik ki, giydiğimiz
pantolonun, gömleğin altında iç çamaşırı olarak ne giydiğimiz bile görünür
oldu. Ailecek gittiğimiz pikniklerde bile pişirdiğimiz etler sanal alemde
beğeni bekler oldu. Hatta bazıları hızını alamıyor; apartman, balkon
dinlemiyor, cümle alem görecek şekilde mangal partisi yapıyor: Ben mutluyum
bak, çatla der gibi. Paylaşanların sayısı ne kadar fazla ise beğeni sayısı da
epey fazla. Aslında yiyip içtikten sonra piknik yerini ne şekilde bıraktığını
paylaşsa daha iyi olurdu. Yediği, içtiği, yaptığı her şeyi paylaşanlar çocuk
değil maalesef, koca koca adamlar. Biz büyükler yaparsak böylesini, bugünün
küçükleri yarın neler yapar bir düşünelim.
Yaşadığım çağdaki
çağdaşım olan insanları anlamakta zorlanıyorum. Neyi ispatlamaya çalışıyorlar
anlamıyorum gerçekten. Eskiden “Yediğin içtiğin senin olsun gördüğünü anlat”
denirdi. Şimdi anlatım yok, sadece görsel paylaşım var. Mutlu görünümlü
pozların ardında nasıl bir ruh hali var merak ediyorum.
Çektiğimiz her kare
için eskiden albümlerimiz vardı kişiye özel. Yeniden o albümlere dönelim. Ya da
dijital ortamda özelimizin olduğu bir klasör oluşturalım. Mutlu ve özel
günlerimiz yine kendimize özel kalsın. Zaman zaman bakıp anılarımızı
tazeleyelim.
Gelin şu sanal alemi
birbirimize fayda sağlayacak yararlı bilgilerle dolduralım. Takipçilerimizi kah
güldürelim, kah düşündürelim. Her yediğimiz herzeyi cümle aleme afişe
etmeyelim. Çok şey istemiyorum. “Kişinin her duyduğunu aktarması ona günah
olarak yeter” biliyorsunuz. Sanırım her anı, her kareyi, her yediğimizi
paylaşmak da aynı kategoriye girebilir. Çağımızın günahı bu olsa gerek.
Bu yaz Şeytan’ın
bacağını kıralım. Yediğimiz, içtiğimiz kendimize has kalsın. Mangalımızın
şahitleri bizimle konuşamayan, sır saklayan sessiz doğal ortamlar olsun… Afiyet
olsun. 25/04/2016
** 25/04/2016 günü Kahta Söz Gazetesinde yayımlanmıştır.
** 25/04/2016 günü Kahta Söz Gazetesinde yayımlanmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)