14 Nisan 2016 Perşembe

Pazar yerleri: Savaştan çıkmış gibi

Siz akşam dağıldıktan sonra semt pazarlarının son halini hiç gördünüz mü? Özel olarak bakmaya ve görmeye gitmesem de zaman zaman pazar yerlerinin son halini maalesef gözlemledim.

Savaş alanından farksız gerçekten. Pazarcımız nerede ise elindeki her şeyi bırakıp gitmiş, devreye belediyenin elemanları temizlemek için seferber olmuş. Hele bazen esen rüzgarla birlikte mahallenin tümüne çöplerin dağıldığını görürsünüz. İşin garibi çevremdeki bazı insanlarla bu görüntüyü paylaştığım zaman herhangi bir rahatsızlık emaresi görmedim. Rahatsız olan varsa da ben rastlamadım. Kendi kendime sanırım bende bir anormallik var diye düşünmeye başladım.

Belediyelerimiz, vatandaşımız pazar ihtiyacını gidersin diye semt pazarları düzenlemiş. Güzel bir hizmet. Pazarcı kardeşimiz, yaptığı satıştan dolayı işgal ettiği yere –adını tam bilemesem de- belediyelerimize işgaliye parası ödemektedir. Alışveriş sonrası ortaya çıkan görüntünün kaldırılması için belediye çalışanlarının sarf ettikleri efor, yanlarında çöp arabaları, ardından itfaiye aracı ile pazar yerinin yıkanması göz önüne alındığı takdirde alınan ücretin yapılan masrafı karşıladığı kanaatinde değilim. Velev ki alınan ücret yapılan masrafı karşılamış, hatta belediyemiz bu işten kar elde etmiş olsun. Bu işte bir anormallik var.

Biz birey olarak kullandığımız yeri temiz bırakmayı ne zaman öğreneceğiz gerçekten merak ediyorum. Oturduğumuz zaman temizlik konusunda mangalda kül bırakmayız. Ben bu güne kadar konuşmasından pis bir insanımıza rastlamadım. Gittiğimiz piknik yerini, satış için kullandığımız pazar yerini, gezinti ve mesire yerlerini hiç temiz bırakmıyoruz. Bıraktığımız yere tekrar geldiğimizde de temiz yer ararız, giderken temiz bırakmayı pek düşünmeyiz. Hep buraların temizleyeni var, bu onun görevi temizleyecek diye bekliyoruz. Doğru. Kullandığımız yerlerin temizleyenleri var, onların görevi buraların temizliğini yapmak... Biz ne çabuk unuttuk her birimizin bildiği ve kullandığı:”Aslan yattığı yerden belli olur, temizlik imandandır, temizlik imanın yarısıdır”...vb. sözleri. Hülasa, ortak kullanım alanlarını hep kirli bırakıyoruz. Öğrencinin kullandığı sınıfa günlük temizlikçi girmese ertesi gün ders işlenmez, tuvaletlerin arkasına yazılar yazılmakta, sıraların üzeri bıçakla yontulmakta, banklarda ve parklarda  çitlenen çekirdekler yere atılmakta, su depoları, elektrik depoları veya düzgün boyalı bir yer gördüğümüzde her yere yazıların yazıldığını görmekteyiz, sigara izmaritleri ise şehrin her bir yerini kaplamakta...İyi bir nesil yetiştiremiyoruz maalesef. Hep kendini düşünen, çevresine zarar veren bir nesil, yakıp yıkan, kamu ve özel şahsın eşyasına zarar veren...Gerçekten nereye gidiyoruz? Bu gidiş nereye hiç sorguluyor muyuz? Davranışa dönüşmeyen eğitim sistemimizi de mutlaka sorgulamalıyız. Neyse mesele uzun, bizim konumuz pazar yerleri idi.

Belediyelerimiz pazar yerlerinde satış yapan esnafa çöp poşeti dağıtarak işe başlayabilir. Esnafımız akşam giderken bırakacağı çöpü poşetin içine bırakıp ağzını bağlayabilir. Görevliler de kenara ağzı bağlı bir şekilde bağlanmış çöp poşetlerini çöp arabalarına doldurabilirler. Bu kurala uymayanlar da çıkabilir, bunun ceza-i müeyyidesi uygulanabilir. Zaten pazarcının işgal ettiği yer bellidir, kimin yeri kirli ise kendisi önce uyarılır, ikinci de cezası verilir, daha da uyumuyorsa pazarda satış yapması engellenebilir.

Bizim vatandaşımıza yol gösterilirse, ceza-i müeyyide uygulanırsa bu işte kısa zamanda yol alırız.  Bizim 5326 Sayılı Kabahatler Kanunumuz var bildiğim kadarıyla. Yeter ki kuralları uygulayalım ve uygulamada sürekli olalım.

Kopya Çekmek

Okullu olup da sınavlarda kopya çekmeyenimizin sayısı yok denecek kadar azdır. Hele yıllar geçer, iyi bir iş yapmışçasına bu işi ballandıra ballandıra anlatanları da görürsünüz.
Kopya çekmekle iyi bir şey mi yapmış oluruz? Burada kul hakkı ve aldatma yok mu? Ya da hırsızlıkla arasında fark var mı?
Kanaatimce bu iş gizlice yapıldığına göre kopyanın iyi bir şey olmadığında hepimiz hem fikiriz. Niçin iyi bir şey değildir? Çünkü;
1.Kopya çeken kişi hak etmediği bir notu haksız yere almıştır.
2.Aldığı notla yarıştığı emsallerinin önüne geçerek kul hakkına sebebiyet vermiştir.
3.Emsalleri sınav öncesi harıl harıl ders çalışırken o, cırcır böceği gibi gününü gün etmiştir.
4.Sınavını okuyanı “Ben bu sorduğun soruları biliyorum. Hafızama yerleştirdim. İşte cevaplar” diyerek aldatmıştır.
5. Başkasının eşyasını çalmaya hırsızlık diyorsak burada da bilgi hırsızlığı vardır. Hatta hırsızlığı kişi, belki ihtiyacından dolayı yapmış olabilir. Kopya çekmede ise bir mecburiyet yoktur. Çünkü her sınavın mutlaka telafisi vardır. Birine çalışamayan diğer sınava hazırlanabilir.
Kopya çekmenin olumsuz yönlerini çoğaltabiliriz. İşin garibi maddi hırsızlığı ayıp karşılarız. Fakat kopya çekmeyi masumane bir durum gibi değerlendiririz. Haydi çekildi. Bakıyorsun kopyacı yıllar sonra anlatıyor. Dinleyenlerden hiçbir tepki de olmuyor. Anlatan kişi de iyi bir şey yapmışçasına döktürüyor. Halbuki Allah Teala; “ Zulüm dışında kötülüğün anlatılmasını Allah sevmez.” buyurmaktadır. Mazeretimiz de hazır: “Efendim çekmeyen mi var. Herkes çekiyor. Çalışamamıştım vs.” gibi gerekçelere sığınırız. Ortaokul ve lise sıralarında kopyaya zaman zaman başvuran çoğu insan bugün bazı kopya skandallarına tepki gösteriyor. Haksız kazanç diye değerlendiriyoruz. Haksızlığa tepki göstermek en doğal hakkımız. Fakat eğri oturup doğru konuşalım. Bu konuda hepimiz ne kadar masumuz.
Hırsıza nasıl ki kilit çare değilse kopya çekmeye de çare yoktur. Çekmek isteyen gözünün içine baka baka çekebiliyor, insanın zaaflarından faydalanarak. Aslında uyuttum, kandırdım diye düşünüyor. Ah bir bilse ki kendisini kandırdığını.
Bir de kopya çekmek isteyenlere teşne olanlar var. Bunlara da yazık. Devlet adına, kamu adına, başkasının adına görev yapıyorlar. Keşke bilseler ki, yaptıkları görevin bir emanet olduğunu. Emanete ihanet ettiklerini. Güneydoğu’nun bir ilinde  2001 yılında önemli bir sınava girmiştim. Sınavın son 15 dakikasına gelinceye kadar kimseden çıt yoktu. Sadece gözetmenlerin kendi arasında fısıldaşmaları rahatsız ediyordu. “Biraz susar mısınız” deyince sustular. Hatta biri özür diledi. Diğeri kinli kinli sınav boyunca beni dikizledi. Son 15 dakika kala, “ 65.soruyu kim, ne işaretledi?” sorusu kulağıma geldi. Soruya cevap verenler birbirini izledi. Gözetmenler; “Sınavdayız, ne oluyor” dese belki de konuşanlar susacak. Maalesef öyle bir ses işitmedim.
Masum kabul ettiğimiz kopyalardan iş, çete ve rant işine döndü. Yetkililer merkezi sınavlarda tepeden tırnağa yoklayarak alıyorlar sınava. Cebimizdeki parayla bile almıyorlar içeri. Dışarıdaki emanetçileri kazandırıyoruz. Sonra da basıyoruz çığlığı: Olmaz ki bu kadar diye. Artık kimse kimseye güvenmiyor. Ceremesini de masum insanlar çekiyor.
Kopya çekmeyi de hırsızlık gibi hatta daha ilerisi kabul etmek için daha nelerin olması gerekir, ey aklı selim sahipleri? 14/12/2015

13 Nisan 2016 Çarşamba

Zaman hırsızlığı

                                     
İnsanoğlunun zaafları vardır. Saymakla da bitmez. Zamana riayet etmeme de bizim eksikliklerimizin başında gelir.

Devlet dairesinde çalışıp da zamana riayet edenlerimiz vardır. Fakat bir çoğumuzun  zaman zaman bu konuda aksatmalar meydana getirdiği görülmektedir: İşe geç gitme, erken ayrılma, devamsızlık, rapor, izin vb durumlarımız olabiliyor. Bunlar yapılıyor yapılmasına da acaba hiç düşündük mü? Bu yaptıklarımız doğru mudur? Aynı gecikme veya devamsızlığı acaba özel sektörde çalışan biri yapabilir mi? Yaptığı takdirde başına neler gelebilir? Zamana riayet ve görev bilincimizi kaybetmeye başladık maalesef.

Konumuzu bir fıkra ile süsleyelim isterseniz: Farklı milliyetten üç çocuk kendi aralarında “Kimin babası daha hızlı” tartışması yaparlar.

İngiliz çocuk: -“Benim babam daha hızlı. Çünkü 100 metreyi 3 saniyede koşar. “ der.
Fransız çocuk:-“ Benim babam daha hızlı. Çünkü bir eliyle silahı ateşler. Mermi hedefine varmadan diğer eliyle yakalar.” der.
Türk çocuk: -“ Bunlar da bir şey mi? Benim babam devlet hastanesinde çalışır. 17.00’de mesai biter. Babam 15.00’ da evde olur. Bu yüzden benim babam daha hızlıdır.” der.

Fıkra bizi acı acı gülümsetmiştir sanırım. İstisnalar kaideyi bozmaz ama genel itibariyle devlette çalışma şeklimiz maalesef bu şekildedir. İşin garibi bu yaptığımızı sorgulamıyoruz bile. Özel sektörde çalışanın canı çıksın, devlette çalışanlar keyif sürsün.

Dışarıdaki maddi hırsızlığı hiçbirimiz tasvip etmeyiz. Hatta hırsızlara karşı mesafe bile koyarız. Doğrudur yaptığımız. Pekiyi, işimize geç gitme, erken ayrılma vb durumlarımızı nereye koyacağız. Bu yaptığımız zaman hırsızlığına girmez mi? Hırsızın yaptığı hoş karşılanmaz ama belki mecbur kalmıştır. Bizim yaptığımızda bir mecburiyet var mı? Özel durumu olanlar hariç genelde bu konuda keyfi davranıyoruz. Hırsız ileride pişmanlık duyarsa belki gider çaldığı adamdan helallik diler.  Küçük yerlerde gençler bayramlarda büyükleri ziyaret edip ellerini öperler. Araya da utana sıkıla bir şey sıkıştırılar. “Teyze ben küçükken sizin tavuğu, hindiyi çalmıştım. Ya da bahçenizden erik koparmıştım. Hakkını helal eder misin” gibi. Bu tür davranış büyüklerin de hoşuna gider. “Yerden göğe kadar helal olsun” diyerek helalleşme meydana gelir. Helallik dilemezse de bir kişiye karşı hak- hukuk geçmiş olur. Öbür dünyada bir kişiyle muhatap olacaktır. Peki, devlette çalışırken zaman hırsızlığı yaptığımız zaman biz  kiminle helalleşeceğiz.  Biliyorsunuz biz 78 milyon adına hizmet yapıyoruz. Bize verilende tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır. Yetimi nereden karıştırdın derseniz. Ben devlet malını yetim malı olarak görürüm. Dinimizde yetim malını yiyenleri Allah Teala Nisa süresi 10. ayette “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır.” diyerek şiddetli bir şekilde uyarmaktadır.

İşimizi doğru dürüst yapmayı, işimize gidişte ve dönüşte zaman riayet etmeyi, helal işimize haram karıştırmamayı Rabbimin hepimize nasip etmesi temennisiyle. 15/12/2015