13 Nisan 2016 Çarşamba

Açık Lise Sınavları*

Milli Eğitim Bakanlığının bütçesi birçok bakanlığın bütçesinden daha fazladır.  Okumak isteyene devlet her türlü imkanı sunmaktadır. İster örgün olsun, ister yaygın.

Son yıllarda eğitimini açık lise vasıtasıyla yapmak isteyenlerin sayısı epeyce arttı. Kimi 12 yıllık eğitimin zorlaması, kimi   imkansızlıklar dolayısıyla, kiminin hedefi olmadığından, kiminin de hedefi olduğundan daha fazla çalışma imkanı elde etmek için açık liseyi tercih etmektedir. Devlet bu konuda da  kesenin ağzını açtı. Burada devletin eğitim alanında yaptığı diğer harcamalar üzerinde durmayacağım.

Açık liseye kayıt yaptıran her öğrenci bir yılda kayıt yaptırma  ücreti olarak 50 TL para yatırmaktadır. Bunun karşılığında devlet ders kitapları bastırmakta, yılda 3 defa sınav yapmaktadır. Her sınav 81 vilayette, ilçelerinde yapılmaktadır. Sınavı yapmak için Bakanlık sınav komisyonu oluşturup soru hazırlatmakta, soruları ve cevap kağıtlarını matbaaya bastırmakta. Her il ve ilçede yeterince sınav merkezi belirlemekte, soruların sınav merkezlerine götürülmesi için kurye ve nakliye bulma, her il ve ilçede yukarıdan sınav merkezine gelinceye kadar sınav komisyonları oluşturma, salon başkanı, gözetmen, hizmetli, polis vb görevlendirmeler  yapmaktadır.  Görev alan ve verilen herkese görev ücreti ödemektedir. Miktarını ve yekününü bilmeye gerek yoktur. Çünkü çok maliyetli sınavlardır bunlar. Devlet değil mi masraf yapacak diyebilirsiniz. Sonra eğitim ve öğretime verilen para geleceğimiz olan nesillerin yetişmesi içindir diyebilirsiniz. Benim de buna itirazım yok, elbette masraf ve maliyetler olacaktır ve olmalıdır da. Fakat atılan taş kurbağayı ürkütüyor mu? Sınav ciddiye alınıyor mu? Esas bunun üzerinde durmak gerekir. Derdimi tam anlatabilmek için konuyu  hafta sonu yapılan sınavla açıklamak istiyorum.

Bu hafta sonu bilindiği üzere açık lise sınavları yapıldı. 15 derslikli bir okulda 1.ve 2.oturumda görev alan bir dostum şu açıklamaları yaptı:

1.Sabah ve öğlenki sınavlarda 20’şer kişilik sınıflardan  ortalama 6-8 öğrenci sınava girmemiştir. Bu, sınava giren her  üç öğrenciden  biri girmemiş demektir.
2.Sınavın süresi 180 dakika. İlk yarım saat öğrenci çıkamıyor. İlk yarım saat bitince sınıfın yarısı sınavı bitirerek salonu terk etmiştir. Her biri, cevap kağıdına ayrı ayrı desen çizmişlerdir. Kimi “S”, kimi “Z”, kimi “elektrik direği, kimi “abcd,bcda,cdab” vb şekilde desen ya da atma yöntemi uygulamıştır.
3.Salon görevlileri geriye kalan 6-7 öğrenciye gözetmenlik yapmıştır.

Dostumun gözetmenlik yaptığı okuldaki durum üç aşağı, beş yukarı tüm Türkiye’deki sınav durumunu yansıtmaktadır. Devletin o kadar masrafla yaptığı sınava gereken ilgi ve ciddiyet gösterilmediği görülmektedir. Sınava girmeyenler için bir maliyet var mı? Hayır. Sınavdan erkenden çıkanların çizdikleri desenlerin bir maliyeti var mı? Hayır. Geriye her sınıfta ciddi olarak sınava asılan 6-7 öğrenci kalmaktadır. Yeni ücretlerle birlikte en düşük görevlinin ücreti 103.00 TL olduğunu düşünürsek sınavın maliyeti hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Sınava girmeyen, hemen yapıp çıkmak için değişik desenler çizip çıkanlar tekrar tekrar sınav ve sınavlara girecektir.

Sınavlar yapılsın yapılmasına. Fakat belirli bir sürede bitiremeyenlere maliyetin bir kısmı yansıtılması gerekir. Ya da mazeretsiz sınava girmeyen öğrenci/velisine bir maliyet olmalıdır. Başka türlü biz bu işin ciddiyetini kavrayamayacağız. Biz parasız hiçbir şeyin kıymetini ve değerini bilmiyoruz. Kıymet bilinsin ve ciddiye alınsın istiyorsak vatandaş olarak cebimizi yakması gerekiyor. 02/01/2016

* Bu yazı Ocak 2016 da yapılan sınavın akabinde kaleme alınmıştır.

Tabela partileri *

Siyasi partilerin kurulmasındaki amaç, Türkiye yönetiminde söz sahibi olmaktır. Hepsinin de amacı başarılı olmaktır. Türkiye'de halen faal kaç siyasi partimiz var, hiç merak ettiniz mi? Nüfusa oranlarsak kaç kişiye bir siyasi parti düşmektedir?

2016 yılına göre Türkiye’nin nüfusu 79.51 milyondur. 17/02/2017 tarihi itibariyle faaliyette olan siyasi partilerimizin sayısı 92 iken 25/10/2017 itibariyle kurulan partiyle birlikte parti sayımız 93 olmuştur. Seçmen bazında bakarsak 2016 referandumuna göre Türkiye’deki seçmen sayısı 55 milyondur. Her 591 bin seçmene bir siyasi parti düşmektedir.

Bu kadar partinin olması normal mi sizce? Başka ülkelerde bu kadar kurulmuş siyasi parti var mıdır gerçekten? Bu durum bizim bölünmüş ve parçalanmışlığımızı gösterir mi? Soruları çoğaltabiliriz.
Bu sayı, faaliyette olan partilerin sayısı. Kapatılanları saymıyorum. Hiçbirinizin bu durumu normal gördüğünü sanmıyorum.

Aynı düşünceyi paylaşan insanların bir araya gelip parti kurmaları doğaldır. Fakat 1-2 seçime girince belirli bir oranda oy alamayan partilerin hâlâ tabelâlarıyla birlikte boy göstermeleri garibime gidiyor. Birçoğu seçimlere bile katılmıyor. 7-8 parti dışında hepsi tabela parti işlevi görmektedir. Amaçları nedir, niye duruyorlar, bir menfaatleri var mı?  Anlamışsam harap olayım.

Nasrettin Hoca bir camide vaaz vermek için kürsüye çıkar. Hoca bir türlü konuşmaya başlamaz. Hoca bekler, cemaat bekler. Herkes bir şaşkınlık içerisinde. Nice sonra hoca, ”Cemaati Müslim’in! Hazırlanmıştım ama  konuyu unuttum. Şu anda aklıma da bir şey gelmiyor” deyip tekrar kürsüde beklemeye koyulur. Dinleyiciler arasında hocanın oğlu da var. Babasının bu durumuna hayret eder ve babasına; “Babacığım, hiçbir şey aklına gelmiyorsa, kürsüden aşağıya inmekte mi gelmiyor?”  diye serzenişte bulunur.

Bu siyasi partiler hiç seçim başarısı gösteremiyor ve seçime girmiyorsa hala ne diye feshetmiyorlar kendilerini? Niçin tabelaları duruyor? Haydi bunlar, balığın kavağa çıkmasını bekliyorlar. Bunların çocukları ve eşleri, “Kapat şu partiyi, daha fazla rezil olma, bizi de rezil etme” diye niçin söylemezler? Yoksa çocuklarının Nasrettin Hocanın oğlu kadar kendilerine öz güvenleri yok mu Allah aşkına!

Benim bu konuyu buraya taşımamın sebebi, benim bilmediğim bir şey mi var? Eğer var da söylemezseniz hakkım kalır. Hele işin içinde rant var da yine söylemezseniz size gönül koyarım. Şayet öyleyse ben de kurayım bir parti derim. Hiçbir nedeni yoksa bizim psikiyatristlerimiz niye duruyor. İlla hastaları ayaklarına mı gelsin. Kalkın bu defa siz gidin ayaklarına.

Ağlanacak halimize gülüyoruz maalesef. Gelişmiş ülkelerde niçin bu kadar parti yok? Onların halklarının fikirleri hep birbirine yakın mıdır? Biz asgari müştereklerde niçin bir araya gelemiyoruz? Nüansları niçin büyük mesele haline getiriyoruz. Bu yönümüz de bizim geri kalmışlığımızın bir göstergesi mi acaba? Siyasi partilerin sayısına bakarak siyasetimizin seviyesini, etüt ve kurs merkezlerinin sayısına bakarak eğitimimizin okulların durumunu tespit edebiliriz.

Hiçbir işlevi olmayan ve varlık gösteremeyen tabela partilerinin yok olduğu bir siyaset arenası görmek dileklerimle. 13/10/2015


* 28/10/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.


Kararlarımız başka parmakları acıtmamalı

İmam Hatip Liselerinde görev yaparken öğrenciler arasında yapılan 'Kur'an-ı Kerim'i yüzünden güzel okuma' yarışmalarında jüri olarak görev verilirdi bana. Görev almamak için kırk dereden su getirirdim. Sonuç, görevlendirildiniz olurdu hep.

Neden görev almak istemezdim? Kendimi ehil görmezdim. Ayrıca sözlü sınavların objektifliğine inanmadım hiç. Bu tür yarışmalarda jürinin takdir hakkı 'la yüs'el'dir. Hikmetinden de sual olunmaz. Bir iki tane uçuk- kaçık puan veren bir kaç üye genelde sonucu belirler. Böyle bir yarışma öncesi bu durumu izah ettim bir meslektaşıma. Bana, " Ben çok doğru puan veririm; gramı gramına. Ben bu işten iyi anlarım" dediğinde sorun bende  o zaman dedim kendi kendime.

Görev verildiği zaman da puanlamada ilk okuyanı baz alırdım. İlk okuyana verdiğim puandan sonra her okuyan yarışmacıyı değerlendirirken ilk verdiğim puanın altında ya da üstünde puan verirdim. Verdiğim puandan ilk önce kendi vicdanımı tatmin etmeye çalışırdım.

Çalıştığım muhitimde  bazı okulların katıldığı bir kompozisyon yarışması yapıldı. Komisyon üyeleri okulların Türkçe öğretmenleri idi. Her üye kendi okulunun birincisine puan vermedi. Kağıtlar okundu, puanlar verildi. Her bir öğretmenin verdiği puanları topladım. İlk 3'e giren belirlendi. Üyelere tutanağı imzalattım. Üyeler gittikten sonra verilen puanlara bir göz attım. Aralarında uçurumlar vardı gerçekten. Birinin 34 verdiği bir kompozisyona diğeri 90 vermişti. Jüri üyelerinin verdiği puanlar 5-10 puan altı ya da üstü olduğunda anormal bir durum ortaya çıkmazdı. Sonra okullarından birinci seçilerek gelen bir yazıya 34 puan vermenin nasıl bir izahı olurdu... Sonuç, sıfırcı hocanın diğer kağıtlara verdiği düşük puana karşın diğer üyelerin sıfırcı hocanın öğrencisine verdiği yüksek puanlar sıfırcı öğretmenin öğrencisini birinciliğe taşıdı. Ne diyelim? Bize hayırlı olsun demek düşer... Ama şunu da söylemek isterim: Hayatta bir türlü öğrenemediğim, bazı hesap kitap işlerinden anlamamak. Okulumda da aynı hesap kitap yapmaktan  anlamayan biri var. Demek ki birbirimize bakarak kararmışız. Bu da bizim beceriksizliğimiz.

Hakimin mahkemede verdiği karara kızarız, hakemin sahada verdiği karara köpürürüz. Adalet ve hakkaniyette insan beğenmeyiz kendimizden başka.

Hiç başkasına kızmayalım öğretmenim. Bütün kızdıklarımız bizim eserimiz... Önce kendimize bakalım; kendi önümüzü, kendi içimizi temizleyelim...13.04.2016