13 Nisan 2016 Çarşamba

Unutulanlardan mısınız?


İnsan kelimesinin kökeni nedir, ne anlama gelir? Bazı dilciler; arkadaşlık, dostluk, bağ anlamına gelen ünsiyet kelimesinden türetildiğini belirtir. Bazıları da unutan, unutulmuş anlamına gelen nisyan kökünden geldiğini söyler.

Yapısına ve özelliklerine bakıldığı zaman insan hem dost canlısı, hem de unutkan bir varlık olarak karşımıza çıkar. Unutkanlık yönüyle ilgili; “İnsanoğlu, nisyan ile malüldür” şeklinde tanımı da yapılır. “Uykudayken yapılanlardan, unutarak yapılanlardan ve baskı altında iken yapılanlardan sorumluluk kaldırılmıştır” buyurur Peygamber Efendimiz. Demek oluyor ki insanın hasletlerinden biri de unutmak...
Siz hiç unuttunuz mu ya da unutuldunuz mu? Eğer unutulmuş iseniz hangi duygu ve düşünceler aklınıza geldi? Bu durumda kendinizi nasıl hissettiniz?

Bir otobüste arkadaşlarınızla beraber yolculuk yapıyorsunuz. Lavaboya gittiniz. Gelinceye kadar otobüs sizi bırakıp gitmiş. Orada kaldığınıza mı yanarsınız, unutulduğunuza mı, kimsenin sizi hatırlamadığına mı? Bir yere geldiniz; dostlarınız konuşuyor, selam verdiniz, selamınızı duymadılar, duydularsa da selamını alıp yine konuşmaya devam ettiler ya da selamını aldıktan sonra konuşmayı bıraktılar, senin yüzüne bakıyorlar. Hasılı sizinle ilgilenmiyorlar. Bu durumda ne hissedersiniz?

Bir gazetede yazı yazıyorsunuz, yazınızı zamanında gönderiyorsunuz ama yazınız yayımlanmıyor, üstelik bu durum birkaç defa başına gelmiş ise kendinizi  nasıl hissedersiniz? Yazının yayımlanmamasının ardından saatler, günler geçmesine rağmen bir yetkili sizi arayıp: “Yazınızı unuttuk” dahi demiyorsa kendinizi nasıl hissedersiniz? Kendinizi etkisiz eleman gibi hissedersiniz. Kendi kendinize dert yanıp demek ki farkındalık oluşturamamışım, varlığım ya da yokluğum hissedilmiyor, ben çok oldum artık, insanlara ayak bağı oldum, fazla gölge etmeyeyim. Demek ki hiç iz bırakmamışım demeye başlar, farklı farklı duygulara kapılırsınız.
                                     *
Adıyaman Kahta’da görev yaparken son sınıf öğrencilerim, çıkardıkları yıllıklarında “Öğretmenlerimize öğretemediklerimiz” başlıklı bir bölüm açmışlar. Her bir öğretmen için birer ikişer cümlelik özelliklerinden bahsetmişler. Benim için de “Geçmişi unutması gerektiğini, her şeyi hatırlamaması gerektiğini öğretemedik” diye yazmışlardı. Sonum nasıl olur bilmem ama maalesef benim de en kötü yönüm unutmamak ve hatırlamak. Ortaokul ve lise geçmişim de bile eskiyi hatırlamaya dair okul arkadaşlarım çelişkiye düşerlerse bilirkişi olarak bana başvururlar. Hiç unutmam, bir gün 30 yıl önce beraber mezun olduğum bir arkadaşımla beraber bir kuru yemişçiye girdik, arkadaş alışverişini yaptı, borcunu ödemek için kredi kartını uzattı. Sonra kendisi içeriyi seyre daldı. Kuru yemişçinin "şifrenizi girin" sözünü duymadı. Kendi kendime, bunun şifresi okul numarasıdır dedim. Numarasını yazdım, şifre doğru idi.

Fazla söze gerek yok. Unutulmak, hatırlanmamak çok kötü bir duygu. Haberiniz olsun. Unutulmayanlardan ve hatırlananlardan olmanız temennisiyle… 13/04/2016

11 Nisan 2016 Pazartesi

Whatsapp grup paylaşımları üzerine bir analiz

Dostum!  Teknoloji ilerledi, birbirimizle daha çabuk iletişim kurduk. Böylece birbirimizi daha iyi tanımaya başladık.

Birlikte çalıştığımız yerde örnek yaptıklarımızı paylaşmak, birbirimizle daha çabuk haberleşmek amacıyla whatsapplarımız da kuruldu. Yetmedi, gruplar da oluşturduk. Buraya kadar her şey  güzel.

Çalıştığım kurumla ilgili 3 ayrı grubumuz var. Maşaallah örnek çalışmalarımız tüm hızıyla mermi gibi devam ediyor. Okulumuzun herhangi bir köşesinde bir şey yapmışsak neredeyse daha kendimiz bakmadan, resim, video sayısına bakmadan gönderiyoruz zorunlu ortaklarımıza. Dereceniz, başarınız, etkinliklerinizin sayısı  benim göğsümü daraltsa da bir çoğunun gönlünde taht kuracak şekilde. Her gönderdiğinizle tarihe not düşüyorsunuz. Bulunduğunuz yerin size dar geldiğinin farkındayım. En kısa zamanda çok iyi yer ve pozisyonlarda olmanızı temenni ederim. Ben patlasam da, çatlasam da sen yine mermi gibi bu tarihi vesikalarını göndermeye devam et. Şu anda belki de kurumumuzda kimin ne yaptığıyla ilgili ayrı bir birim kurulmadıysa da bir gün bu gönderdiklerinizi değerlendiren çıkacak. İşte o zaman gönlünden geçen en iyi yerde olacaksın. Bundan hiç şüphem yok.

İş yoğunluğundan dolayı, fazla efor sarf etmenden dolayı yaptıkların belki kaybolabilir. Yaptığın her şeyi whatsappta paylaşmakla bir taşla çok kuş vuruyorsun. Eminim farkındasındır. Hem çalıştığını göstermiş oluyorsun, hem de yaptıkların yok olmayacak. Çünkü biz arşivliyoruz. 16 gb’lık telefonumun hafızası gönderdiklerinle iyice doldu. Telefonum donmaya başladı. En sonunda gidip 32 gb’lık bir hafıza kartı daha aldım. Arşiv sağlam. Sen göndermeye devam et. Yeter ki sen mutlu ol. Biz hamallığını yapmaya devam ederiz. Sağda solda hamal falan arama, bizden iyi hamal mı bulacaksın. Hatta ileride babam-annem acaba neler yaptı diye çocukların arayış içerisine girerse ne sen ne de çocuğun merak etmesin, bütün gönderdiğin o kıymeti baha biçilmez hazinen koruma altında. Yani sen orada çalıştıkça biz de burada her gönderdiğine bakarak, bakmak zorunda kalarak bizi de diri tutuyorsun. Bu konuda da sana ne kadar müteşekkir olsak azdır. Zira bana sabrı öğrettiniz, fesübhanallah çekmeyi de.

Senin gibi değerli, çalışkan bir arkadaşa haddim değil ama, bir öneri de bulunsam… Kurumun adına kurmuş olduğun web sayfanın yanında bir de kurumun adına facebook sayfası, twitter hesabı açsan daha iyi olmaz mı? Hem orada bilgiler hiç kaybolmaz. Hem daha fazla insan yaptıklarından haberdar olur ve sizi örnek alırlar. Evet biz senin paylaştıklarını belleğimize kaydediyoruz kaydetmesine de. İnsan yapımı bu. Telefonumuz arızalanıverse senin o kıymetli bilgilerin de yok olur. Hem bilgini sınırlandırmamış olursun. Diğer insanlarla da bilgini paylaşmış olursun. Hem benden uzak Allah'a yakın olmuş olursun.

Benim gibi anlama özürlü birisi bu tür paylaşımlarla ilgili bir kaç yazı yazdı ama. Anlama özürlü birinin yazısından ne çıkar. Sen yine göndermeye devam et. Kınamanın kınamasına aldırma. Ben de bundan sonra bir fil ile yetinmeyeceğim, senden ricam ikinci fil istiyorum. Bu arada o oyuncağı da yanından ayırma. Hatta yatarken bile aklına gelen bir şey olursa onu da paylaş.

Hadi göreyim seni. Fakat küçük bir eleştirim olacak. Çok da açgözlü olma. Bu güne kadar yaptığın sevapsa yeter kazandığın sevap. Fazla da isteme. Biraz da başkası kazansın. 11/04/2016

Yoksa bize uzak Allah'a yakın ol mu diyorsunuz?


4 ay öncesi yazmaya başladım, bir cahil cesaretiyle. Haftada iki gün karşınıza çıkıp arzı endam ediyorum.  Çalakalem duygu ve düşüncelerimi ifade ediyorum. Sizin her biriniz yazılarım ya da yazdıklarımdan daha güzel şekilde  yazabilir, daha farklı konulara değinebilirsiniz. Bundan şüphem yok.

4 aydır yazıyorum ama neredeyim, okunuyor mu, okunmuyor mu, iyi mi yazıyorum, kötü mü yazıyorum bilmiyorum. Çünkü doğru dürüst  yeterince  geri bildirim almıyorum.  Dönüt geliyorsa da haberim yok.  Bireysel görüştüğüm bazı kimseler sağ olsunlar tepkilerini dile getiriyorlar. Ama yeterli görmüyorum. Halihazırda kendimi körler ve sağırlara oynuyor gibi görmekteyim.  
Her insan gibi benim de yapıcı eleştiriye ihtiyacım var. Hani biz söyleriz ya: “Dost acı söyler ama doğru söyler” diye. Eksiklik ve hatalarım ancak söylenirse törpülenir. Ben yazı yazma konusunda kendimi bulunmaz Hint kumaşı gibi hiç görmedim. Bilgi, donanım, birikim bakımından, kelime hazinem bakımından, Türkçe yazım ve imla kurallarım bakımından eksik olduğumu ilk yazımda da ifade ettim; Küçük Ayasofya Camisine imam olarak atanan Bekri Mustafa’yı anlatarak. Hangi iş olursa olsun kendimi hep, “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi derler” misali “Abdurrahman Çelebi” olarak  gördüm. Hasılı hem acemiyim, hem de bu işin ehli değilim.

Şunun iyice bilinmesini isterim ki, yaptığım işi en iyi şekilde yapmak isterim.  Bunun için de  sizlerden dönüte ihtiyacım var. Yoksa ha varlığın ha yokluğun mu diyorsunuz. Ya da olduğun kadar rezil olmuşsun, rezillikte iyice piş mi diyorsunuz?  Yoksa şu müezzin gibi miyim? Hani bir köyde hiç namaz kılan yokmuş. Buna rağmen biri görevli olmadığı halde üzerine vazife çıkarmış. Camiye gelen olmasa da her gün minareye çıkıp ezan okuyormuş. Bencileyin adamın sesi de çirkinmiş. ( Aslında çirkin ses yoktur. Eğitilmemiş ses vardır.) Köylüler toplanıp adama: “Arkadaş biz namaz kılmıyoruz. Camiye de gelmiyoruz. Sen ne diye hep ezan okuyorsun’ demişler. Adam, ‘Ben Allah rızası için okuyorum’ demiş. Köylü: ‘ Ne olursun sen, bundan sonra Allah rızası için ezan okuma’ demişler. Adam istenmemesine rağmen okumaya devam etti mi, etmedi mi bilmem. Eğer okuyucularım olarak bir şey söylersek kırılır, üzülür, gönül koyar, biz söyleyemeyiz diyorsanız. Bana “Allah rızası için bundan sonra yazma” deyin ben anlarım.

İnsanın hatasının yüzüne karşı söylenmesi kişiyi üzer. Ama eleştiri de olmazsa olmaz kurallarımızdandır. Gelin şu kuralı bir tarafa bırakalım da, bana yapıcı eleştiri yapın. Eleştiri yapanı gerçek dostum bilirim. Yok arkadaş, senin dostluğunu da istemeyiz, bizden uzak durun diyorsanız , bu da bir eleştiridir. Mutlaka deyin.

Yoksa senin bize, bizim de sana verebileceğimiz bir şey yok mu diyorsunuz. Bizden uzak, Allah’a yakın ol mu diyorsunuz?…

Ne derseniz deyin ama bir şeyler söyleyin, yazın. En sevdiğim insan tipi ardımdan değil de zoruma da gitse yüzüme karşı yapılandır. Yok senin sevgine de ihtiyacımız yok; gölge etme, ihsan istemez; dünya kuruldu, kurulalı böyle eziyet görmedi  diyorsanız, daha ne diyeyim: Allah sizin de benim de hayrımı versin emi!... 11/04/2016