24 Şubat 2016 Çarşamba

T9’un azizliği*



T9’un azizliği

20/02/2016 tarihinde gazetemizde yayınlanan “ Cinayetlerden katliamlara” isimli  yazıma göz gezdirirken  gözüm, ikinci paragraftaki  Sonuç: Masun insanların hunharca öldürülmesi, geride gözü yaşlı, öksüz ve yetim kişilerin bırakılması, yaralananların özürlü ve sakat kalması...vs.”  cümlesindeki “Masun” kelimesine ilişti.

‘Masum’ şeklinde  olması gereken kelime, ‘Masun’ diye çıkmıştı. Toplumumuzun yapısında hemen karşı tarafın suçlama vardır ya, benimkisi de o türden. Gazetemizdeki redaktörün bir yanlışını buldum dedim içimden. Ardından gönderdiğim yazının kendimdeki orijinaline baktım. Yazımı düzenleyen/düzelten redaktörün suçu yoktu. Çünkü bendeki yazıda da ‘Masun’ şeklinde yazılmıştı. Halbuki ne de hazırlamıştım kendimi: Sayın hakimim ben masumum diye. Hasılı yanlış tamamen bana aitti. Burada masum olan gazetemizin redaktörü idi. Burada ben bir defa daha T9’un azizliğine uğramıştım. Yazdıktan sonra okumuş olmama rağmen görmeyince görmüyordu göz. Düzeltmeyi  sanaldan yapınca 25. kare dedikleri bu olsa gerek dedim. Çünkü beyin, saniyede 24 kareyi algılayabiliyorken 25.sinde sos veriyordu yine.
Zaman  zaman yazılarımı yazmaya toplu taşıma araçlarında başlarım. Mesafenin uzaklığına ve konunun durumuna göre yazımı bitiririm bu ortamda çoğu zaman. Eş-dost ile  haberleşme ya da mesajlaşmayı bu esnada ve bu ortamda iken hallederim çoğu zaman.
Önceleri yazılarımı cep telefonumdaki “Super note” adı verilmiş not defterine yazdım. Not defterinin bir sayfalık kapasitesi  küçük, yazılarım da uzun olunca 8-10 sayfalık bir yazı olup çıkıyordu. Sonra her bir sayfayı kopyalayarak e-posta adresime gönderiyordum. Nihayet bir gün telefonuma Word sayfası indirdim. Şimdilerde bu sayfaya yazıyorum. Otobüsün sallamasına aldırmadan… Yazıyorum yazmasına da yazdıktan sonra T9’un azizliğine uğradığımı nice sonra anlıyorum.
T9: "Text on 9 keys"in kısaltması . Yeni cep  telefonlarında hızlı mesaj yazmayı sağlayan sistem. Herhangi bir harf için 1,2,3 ya da 4 kez basmanız gereken yere bir kez basmak suretiyle yazmak istediğiniz kelime geliyor. Yazmak istediğin kelimenin yanında o tuşlarla yazılan diğer kelimelerin listesi de geliyor. Onlardan en doğru olanı seçmek gerekiyor. T9 dedikleri bu.
Gerçekten hızlı mesaj ya da Word dosyasında yazı yazmada kullandığımız bir sistem. Çoğu zaman her harfe basıp zaman kaybetmemizin önüne geçiyor. Yazarken istediğimiz kelime çıkınca keyfimize diyecek yok.  Buraya kadar sorun yok.
Sorun, mesajı ya da bir yazıyı yazıp gönderdikten sonra ortaya çıkıyor. Yazıyı okuyunca  yazdığım kelimenin başka bir kelimeye dönüştüğünü görüyorum. Sayın: satın, ve: be, Ali:sli, ama; sma…şeklinde  olup çıkmış.
Yine bir gün grubumdaki dostlarıma  “Hayırlı Cumalar” yazıp ‘Gönder’ butonuna bastım. Sonra telefonu cebime koydum. O değilden gönderdiğim mesaja bir baktım. Mesaj: “Hayırlı atmalar” şeklindeydi. Bunu nasıl becerdim diye düşünürken gözüm tuşlara takıldı, ‘Atmalar’ kelimesinin harflerine baktım; ‘Cumalar’ kelimesine tekabül ediyordu. Ben böyle düşüne durayım. Gönderdiklerim ne yaptı, ne kadar düşündüler kim bilir? Biraz da onlar düşünsün.
Evet T9 ile yazmak güzel olmasına güzel. Ama tamamen aklımızı bu akıllı telefonun akıllı haline terk etmemek lazım. Aklımızı kiraya verince o bizim kelimeleri istediği şekle dönüştürüyor. Tıpkı, aklımızı kiraya verdiğimiz insan ve grupların bizi istediği yere sürüklediği gibi. Sonra, çık işin içerisinden çıkabilirsen?..
Teknolojinin her türlü aracından, imkanlarından faydalanalım ama dizginleri elden bırakmayalım. Ne telefona ne de başkasına; asla aklımızı kiraya vermeyelim.

Bu yazıyı da yine T9 marifetiyle yazdım. Bundan sonra da aynı sistemden faydalanmaya devam edeceğim. Yazım ve imla hatalarım olursa şimdiden affola.
*24/02/2016 tarihinde Anadoluda Bugün gazetesinde yayınlanmıştır.

22 Şubat 2016 Pazartesi

Bir nesli yok ettik

Her devirde bu ülkede belli bir kesim ihya olurken diğer kesimler mağdur olmaktadır. Gücü elinde tutanların rakiplerini alt etmek ya da cezalandırmak için yürürlükteki mevzuatla oynamaları olağan hale gelmiştir bu ülkede. Yapılan mağduriyetler bazı zamanlar zulüm seviyesine çıkmıştır.

Bana bu ülkede yapılan en büyük zulüm nedir diye sorsanız katsayı adaletsizliği derim. Şimdi katsayı adaletsizliği mi kaldı. Bu da nereden çıktı diyebilirsiniz. Genelde unutkan bir milletiz. Amacım geçmişi kurcalamak değil. Gözden kaçırılan bir ayrıntıya dikkat çekmektir.

 1999 yılında genelde meslek liselerini özelde İHL'yi ilgilendiren bir katsayı zulüm ve komedisi uygulamaya kondu bu ülkede. Bir buldozer geçti üzerlerinden: Günahsız, masum, gepegencecik genç dimağların. Meslek liselerini yok etme ve okuyanlarını cezalandırma zulmü 2012 yılına kadar sürdü.

Zulüm bunun neresinde? Herkes kendi alanında okumak için yapılan bir düzenleme diyebilirsiniz. Burada bilgiye, bir zihniyete savaş açıldı. Ceremesini de zamanında eşit şartlarda yarış var düşüncesiyle bu meslek liselerine kaydolan masum öğrenciler çekti. O günün gücü elinde bulunduranları: “1999-2000 yılından itibaren meslek liselerine kayıt yaptıranlar ÖSS’ye girişte alanları dışında bir tercihte bulunurlarsa sınav çarpanı 0,3 olacak” deselerdi -haksızlık olsa da- kimsenin bir diyeceği olamazdı. Çünkü o yıl o okulları tercih eden durumunu bilerek tercih etti diyebilirdik. Fakat biz ne yaptık. Aynı anda bir düzenleme yaparak mevcut öğrencileri heba ettik. Harcadık. Hayata küstürdük. İçlerine kapandılar. Birçoğu hedeflerine ulaşamadılar. İşi o kadar büyüttüler ki, başka okullara nakil gitmesine bile izin vermediler. Nakil alan müdürleri de görevlerinden uzaklaştırdılar. Sonra bu çocuklar kimdi Allah’ın aşkına. Daha 18’ine bile girmemiş, hayatın cenderesinden geçmemiş, neyin ne olduğunu bilmeyen, çalışmaktan, yarışmaktan başka suçu olmayan taze dimağlardı.

Büyük bir çoğunluğu başarılı, hedefi olan öğrencilerdi. Eşit şartlarda yarıştırılsalardı belki de bir kısmı başaramayacaktı. Başarama nedenini katsayıdan dolayı mazeretini öne süremeyecekti. Ben o zamanlar Adıyaman’da görev yapıyordum. O dönemde sınava girip emsallerinin aldığı  tıp fakültesi puanından daha yüksek puan alan öğrencileri biliyorum. Bunlardan biri de Yasin’di. Ancak  Fen Bilgisi öğretmeni olabildi. 2010 yılında Konya’da bir okulda göreve başladığımda okulun Fen öğretmeniyle tanıştım. Biraz deşeleyince 99 yılının okul birincisi ve aldığı tıp puanıyla Fen Bilgisi öğretmeni olduğunu duyunca yeniden yaram depreşti. İçim burkuldu. Bu süreçte mağdur olan daha ne Yasinler, ne  Gülhanlar vardı. Kim bilir.

2012 yılından itibaren bu mağduriyet giderildi. Peki, o dönemin öğrencilerinin hakkını kim verecek? Bugün onlara Türkiye’nin en yüksek kademedeki görevini de verseniz memnun edemezsiniz. Onlar, bu işi yapanları Allah’a havale ettiler. Sadece O’nu vekil kıldılar. Bilesiniz.

Sonuç: Bir zamanların gözde okulları bu süreçte boğuldu. 4 yıldır katsayı kalktı. Ama hala bu okullar eski görkemli günlerine dönemediler. Görünüşe göre pek de belini doğrultacağa benzemiyor.

Yazımı  Prof. Dr. Abdullah TOPCUOĞLU’nun şu cümlesiyle  bitirelim: “Bir hekim hata yaparsa hasta ölür. Eğitimde hata yapılırsa toplum ölür.” Biz toplumdan geçtik, bir nesli yok ettik maalesef.18.02.2016

21 Şubat 2016 Pazar

Arabamdaki ses


-Ustam  geçen gün kış lastiklerini değiştirdik burada. Dönüşlerde bu arabanın sağ tarafından ses geliyor. Bir bak.
-Kış lastikleri takılınca olur. Bakmaya gerek yok.
-Geçen yıl da takmıştık ama ses yoktu.
-Geçen sene kar yağdıktan sonra takıldı. Şimdi daha kar yağmadı.

# Arabada sorun yok diye binmeye devam ettik sese rağmen... Kar yağdı ama ses yine eksilmedi. Hatta arttı.
***
 Sonunda tamirciye götürdüm sabahın erken saatinde. Usta halen gelmemiş.

Kalfası var. Arabanın sağından, solundan ses geliyor dedim. Arabayı şuraya çek ve çıkart” dedi. Arabayı çekip çıkarttım. Ustan gelince söyle. Yapacaklarını aha bu kağıda yazdım:
-Direksiyonda da  çekme var.
-Rot balanscıya götür. Bizlik işi  yok.
-Eyvallah.
***
Arabayı ustası halen gelmemiş, tamircinin tarif ettiği rot balanscıya bırakıp toplantıya gittim. Usta ardımdan telefonla aradı: “ Sağ üst tablası kırılmış, bilmem neresi eğilmiş, yenisi bu kadar, muadili şu kadar. Ben tamir yapmaya çalışacağım. Ayrıca balans yapılacak. En az 275-300 lirayı bulur. Tamirine başlayalım mı “ dedi. Tamirini yap dedim.

Toplantı bitimi gelip arabayı aldım.  Arabanın çalışmasını göstermek için beni yanına aldı. Şöyle bir tur attık. Bir bardak çay içip tamir  bedeli olan 275 lirayı ödedim:
- Arabayı tamirciye götürmene gerek yok. Yapılması gereken her şeyi ben yaptım.
-Araba çalışınca tak tuk ses yapıyor. Tamirciye bir göstereyim.
-Kış günü arabanın çalıştığına şükretmek lazım. Çalışırken her yerinden ses gelir. Bu normaldir.
***
Arabaya, gelen tak tak sesiyle birlikte  20 gün daha bindik. Daha doğrusu benim mahtumlar bindiler. Onların, arabadan ses geliyor sözüne kulak tıkadım. Öyle ya. Daha 3-5 yıldır binmeye başlayan benim çocuklar mı daha iyi bilir? Yoksa yılların lastikçisi, rot balans ustası, tamircisi mi bilecekti.
Yine bir gün arabadan hiç inmeyen ikizin ikincisi, babaannesini hastaneye götürme için evden çıktı. Real tarafında arabanın direksiyonu dönmez olmuş. Az sonra da araçtan çıkan bir duman, beraberinde   içinden aracın altına bir şeyler akar. Tarafıma açılan telefonla birlikte durumu tamircime bildirdim. Sonuç: Çekici marifetiyle aracın servise getirilmesine kara verildi. Araç; kayış koparmış, devir daimi dağıtmıştı.

Akşamına kadar bir uğraş sonucu aracımız  tamir edildi.
Bu kayış niye kopar? Hemen mi kopar sorusuna:
-Kayış çok önceleri kopacağım diye haber vermiş ama sizin haberiniz olmamış.
-Ne haberi?
-Arabadan tak tak sesler gelir. İşte o ses, kayışın kopacağının işaretidir. Sizin haberiniz olmamış.

Sonunda arabadan gelen tat tak sesinin;  kayışın: ‘Ben kopacağım’ sesi olduğunu içine sıkışmış 325 lira karşılığında öğrenmiş olduk.

Sizin de arabanızdan ses geliyorsa hiç merak etmeyin 325 lira karşılığında öğrenebilirsiniz.  Bu da benden size bir kopya. İyiliğimi unutmazsınız, umarım. İyilik bunun neresinde derseniz. Mübarek ben o sesin ne olduğunu öğrenmek için aylarımı verdim ve bana toplamda 600 liraya mal oldu.
***
En garibime giden de araca binmeden, bakmadan muayene etmeleri. Ha binip bir baksanız. Bu arabanın şu derdi var deseniz ne olur? Doktorlar sizi muayene etmeden şikayetinize göre ilaç yazsa ne dersiniz?
***
Ne zaman tamirciye gitsem, şuna bir bakın desem: “ Arabanın neyi var. Sen ne dersen biz oraya bakarız.” Cevabı alırım. Mubarekler! Ben 40’ından sonra araç sürmeye başladım. Ne anlarım ben neyi olduğundan. Sonunda yazlık-kışlık bakımını yapın, en azından yağını, suyunu değiştirin derim. Dediğim yerlere bakarlar. Diğer taraflar Allah kerim. Sonuç: Araç  duruncaya kadar yola devam.
***
Önce 8 yıllık zorunlu eğitim, akabinde gelen 12 yıllık eğitimle beraber maalesef sanayide çırak kalmamış. Ustalar mevcutla yetiniyorlar. Mevcut kalfalar ve ustalar bu işi bırakırsa arabalarımızı kim tamir eder. Tamirci bulursak kaça tamir eder, hiç düşündük mü?
Ha benimkisi Pazar Pazar felaket tellallığı...
  21/02/2016