2 Aralık 2015 Çarşamba

Bana biraz güvenebilir misin/Bana biraz güven verebilir misin?**



Konuştuğumuz zaman "Gerçek mi söylüyorsun?", bir şey söylerken "İnan bana, doğru söylüyorum", "Söylediğine kendin inanıyor musun?", "Ben senin Allah bir dediğinden başkasına inanmam", "Bana güven vermiyor/sun", “Ben o adama itimat etmem" sözlerine şahit oluruz.

            Markası, kalitesi ve satış yerleri belli bir malı almak için dükkan dükkan dolaşır, fiyat araştırması yaparız. Herhangi bir kurumda işimiz mi var. Gitmeden önce işimizi yaptırabilmek için mutlaka referans bulur, sözü geçen birini aracı olması için ararız. Oy vermediğimiz bir politikacı konuşma yapsa, söyledikleri hoşumuza  gitse, hatta ağzıyla kuş tutsa da dinlemeyiz. Dinlersek de -yapacağımız eleştiriye- malzeme bulmak için yarım yamalak dinleriz.

            Öğrenci öğretmenine, amir memuruna, toplumun bir kesimi diğerine karşı hep mesafelidir. Garantisi bitmiş bir elektronik eşyamız arızalanmışsa düzgün bir tamirci ararız. Tamirci: "İşim yoğun, bugün kalsın, yarın al" dese çoğu zaman bırakmayız. "Adam içini açar, parçamızı alır, başka bir parça takar" diye. Başka gazete okumayız kendi gazetemizden başka.

 Güvendiğimiz kişiler, medya, hoca, şeyhten başkasına karşı kulağımız kapalıdır. Evlenecek adaylar sorulur, soruşturulur. Hiç kimseden kimin ne olduğu tam öğrenilmez. Ne başkası söyler. Ne de adaylar kendilerini doğruca ifade ederler.

            Pazarcı ya da seyyar satıcı sattığı sebze ve meyvenin en güzel ve iyisini tezgahın en önüne koyar. Müşteri alıp almamaya karar vermek için tezgahın arka tarafına göz atmak istediğinde satıcı, " Hepsi aynı, hepsi aynı" diye seslenir. 2013 yılında pazarcılık yapan bir esnafın evine  misafir oldum. Ev sahibi ne iş yaptığımı sordu. Öğretmen olduğumu söyleyince, " Hiç sevmem öğretmenleri" dedi. Niçin demeye kalmadan "Bir de polisleri". Niçin dediğimde " Ne iş yapıyorlar ki" dedi.
            Eğlenmek için gittiğimiz bir futbol maçında bile hakemin herkesin gözü önünde verdiği karara hep beraber doğru ya da yanlış diye ortak kanaat ortaya koyamıyoruz.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Tüm örnekleri yazıp kitap haline getirsek ciltlerle dolu kitaplar Türkiye'nin yüz ölçümüne sığmaz.

            Sorun nedir öyleyse? Bu ülkenin en büyük sorunu güven sorunudur. Verdiğimiz örneklere bir göz atarsak en büyük sorunumuz birbirimize güvenmemektir. Aşırı kutuplaşmamızın temelinde de bu problem yatıyor. Herkes birbirinden bu ülkeyi kurtarmaya çalışıyor. Hiçbir kesim, hiçbir kimse burnundan kıl aldırmıyor. Herkes kendini ve camiasını dev aynasında görüyor. Her kişi, zümre;  kendisini iyi, karşı tarafı kötü görüyor. Bu kadar birbirine karşı güven duygusu zedelenen insanlar nasıl aynı ülkede aynı havayı teneffüs edebiliyorlar? Gerçekten anlamak zor.

            Kaybettiğimiz güven duygusunu yeniden tesis etmeden bu ülkede birlikten ve dirlikten bahsedilemez. Millet aya gitti, biz ise hâlâ yayayız.  Bu millet özü, mayası itibariyle temiz bir millettir. Yeniden fıtratına ve fabrika ayarlarına dönmekten başka çaresi yoktur.

            Müntesibi olmakla övündüğümüz Hz Muhammed'in kısa zamanda davasında başarılı olmasının tek sebebi var: Dürüstlüğü ve güvenilirliği. Hiç kimse Peygamberin hitabetinin ve yakışıklılığının peşinden koşmadı. İnansa da inanmasa da, dostu, düşmanı herkes: " O konuşuyorsa doğru söylemiştir" diyerek hakkını teslim etmiştir. O ki, düşmanları tarafından güvenilir diye teslim ettikleri eşyalarını hicretinden önce sahiplerine vermesi için Hz Ali'yi görevlendirmiştir. Üstelik o kıymetli eşyalar kendisini öldürmeye gelen insanlara aitti. Emin lakabını da düşmanları vermiştir. O zaman fazla söze gerek yok. Buhrandan çıkmamızın çözümü birbirimizin güvenini kazanmaktır. Bu da ne alınır ne de satılır.

            Güven: İnsanlık kadar eski bir melekedir. Hepimiz kendi evinizin önünü süpürmekle başlayabiliriz. Geçmişi çöpe atmalıyız. Şunu bilelim ki sen ne isen karşındaki de odur.


            Son söz: Bana biraz güvenebilir misin/ Bana biraz güven verebilir misin?  12/11/2015
29/02/2016 tarihinde kahsasoz.com.tr gazetesinde "En büyük sorunumuz" ismiyle yayınlanmıştır.

Farklı sorulara farklı cevaplar


-Ne zaman adam oluruz?
-Kendimiz adam olmaya karar verdiğimiz zaman.
***
-Hocam, biliyor musun?  Bizim sınıfta iki tane geri zekalı var.
-Öbürü kim kızım?
***
-Müdürüm! Şuna bak.(1. Sınıf öğrencisi)
-Ne yapıyor?
-Kulağıma meyve suyu fışkırtıyor.
***
- What is your name?
-My name is Kedi.( Sınavda önündeki Kadir isimli öğrencinin kağıdına bakmış)
***
-Hocam şu bana vurdu.
-Bırak yavrum kendi haline.
-Ama hocam bana tekme vurdu.
-Vursun yavrum. Sen ilişme.
-Ama hocam...
-Anası maması yok yavruuum! Dışarıda sana bir hayvan çitme atsa sen ona tekme atar mısın?
-Atmam hocam.
-Ha şöyle. Bırak yavrum hayvan hayvanlığını yapsın. (Rahmetli Hasan KIVRAK hocam kavga edenler için söylerdi.)
***
-Bu okul müdürleriyle bu sınavları nasıl yapacağız diye düşünüyordum. Korktuğum başıma gelmedi.
-Efendim biz okul müdürleri olarak bu işleri bu şube müdürleriyle nasıl götüreceğiz diye hiç aklımıza gelmedi. Çünkü biz onlara güvendik.
***
-Efendim, öküz hakkında ne düşünürsün?
-Allah'ın yarattığı bir hayvan. İnsanlar onu biliyor da o, ne olduğunu bilmiyor.
-Niye?
-İnsanoğlu; çifte sürecek, kamçı yiyecek, tarla sürecek, kağnıyı çekecek biri olarak en uygunu öküz demiş. Öküzü ikna etmek için de "Dünya senin iki boynuzunun arasında"  demiş. Dünyayı ben sırtlıyorum diye diye iş yükünün altına girmiş farkına varmadan. Böyle öküz işe yarar. Bir de insan öküzleri var. Kendini dünyanın merkezi sanan. Bu tip öküzler kendinden başka herkese ve her şeye zarar verir. Burnu havada olduğu için kırdığı yumurtaların bile farkına varmaz. Çünkü öküz oğlu öküzdür. Eti yenmez bu tipleri görünce gerçek öküze rahmet okursun.
***
Abbasilere gelinceye kadar hutbeleri devlet başkanı i'rad ederdi. Her türlü konu hutbenin konusu olabiliyordu. Abbasilerle beraber hutbeleri kadılar okumaya başlayınca konusu da tamamen dini hüviyete bürünmüştür.
-Abbasilerle birlikte kadıların hutbe okumasıyla hutbelerin içeriği hakkında ne gibi değişiklik olmuştur?
Hocam, kadınlar hutbe okumaz ki hutbenin hüviyetinde değişiklik olsun. 01/12/2015


Haini bol ülke

Haini Bol Ülke

Küçükken Alamanya'dan bir cavur gelmiş derlerdi. Kimdir, nasıldır merak ederdim. Aynı zaman da korkardım. Gidip görünce onların da  bizim gibi insanlar olduğunu anlardım. 


Bu ülkede yaşayan bazı insanlar vardır. Sayıları da epeyce çoktur. Nerede önemli köşe başları var onlarla dolu. Rengi, tipi, boyu postu bize benzeyen insanlar bunlar. Tıpkı küçüklüğümdeki gerçek yabancılar gibi. Fakat esas korkulasılar küçüklüğümdeki dilimi bilmeyen cavur ismi verilen kimseler değil, içimizdeki bizim dili konuşan kimselermiş. Çünkü bunlar pirincin içindeki beyaz taş gibiler.
Bu ülkenin ekmeğini yerler, suyunu içerler, bu ülkenin bütün nimetlerinden faydalanırlar. Fakat gel gör ki, bu ülkenin kültürüne, dinine, örfüne, yaşayış kurallarına aykırı bir duruşları var. Bedenen bize ait; fikren ve zikren, duygu ve düşünce olarak bu ülkeye yabancı. Kendilerini bu ülkenin sahibi görürler. Halkı cahil kabul ederler, hep tepeden bakarlar halka ve değerlerine. Aydın geçinirler.


İnkılap Tarihi dersinde İngiliz mandacılığını isteyen İngiliz Muhipler Cemiyeti vardı bildiğim. Zaman zaman yabancı hayranlığını gizleyememiş açığa çıkaran insanlar gördüm. 2000'li yıllarda Mustafa DENİZLİ İrlanda ile yapılacak olan  bir milli maç öncesi kendisini ve takımını eleştirenlere karşı "İçimizdeki İrlandalılar" tabirini kullandı. Son zamanlarda bakıyorum da İngiliz mandacılığını isteyenlere ve İrlanda Milli takımının Türkiye milli takımına karşı galip gelmesi için uğraşanlara taş çıkartırcasına yabancı ülkelerin Türkiye'ye karşı başarılı olmasını isteyen şeklen bu ülkeli ama ruhen Rus,  İngiliz, Fransız, İrlandalı, Suriyeli insan müsveddeleri arttı. Rusya Türkiye'yi bir tökezletse nerdeyse zil takıp oynayacaklar. Belki de  savaş çıksa Rusya yanında yer alacaklar. Türkiye'deki bazı insanlara düşmanlıkları o kadar gözlerini kör etmiş olmalı ki, "Düşmanımın düşmanı dostumdur" muvacehesinde olaylara dar bir çerçeveden bakıyorlar.


Ülkesine, ülkesinin değerlerine yabancı hatta düşman olan bu çoğunlukta bir insan topluluğu hangi ülkede olsa o ülkenin ayakta kalması mümkün değildir. Fabrikanın seri üretimi gibi bu ülke hep hain üretiyor. 


Hain sayısının azalmadan münbit bir şekilde artması neyle izah edilir. Bir milli meselede bile bir araya gelemeyen, birbirinin kuyusunu kazmaya çalışan, özgül ağırlığı fazla olan bu azınlık güruh, Tv'lerde  her zaman arz-ı endam ediyorlar. Gazetelerde yazı yazıyorlar, belli odaları, belli makamları işgal etmişler, her yerde boy gösteriyorlar. Terör örgütlerinin şakşakcılığını yapıyorlar. Ellerine bir silah almadıkları kaldı. Bizimle tek ortak noktaları aynı dili konuşmak. Konuşmalarına bakıyorum, her şeyleriyle bu toprağa yabancı. 


Bu içimizdeki İrlandalılar, sanmasınlar ki bu millet meseleyi çakmadı. Bu millet her şeyi affeder ama haini asla. Susup bir şey yapmıyorsa asaletindendir. Halihazırda sabır küpü olmuştur. Çatlatmayın. Eğer çatlarsa ağa babalarınız bile karşısında duramaz bilesiniz. Benden söylemesi. 01/12/2015