Sosyal medyada önüme bir paylaşım düştü. Çok manidar bulduğum bu paylaşıma yer vereyim:
"Yatırıldığı akıl hastanesinde ölü olduğuna inanan, bu nedenle de yemek yemeyen ve hiçbir yaşamsal faaliyete katılmayan bir akıl hastası, tüm uzman psikiyatristlerce girişilen her çabaya rağmen ölü olmadığı konusunda bir türlü ikna edilememiş.
Hastanın bu kararından vazgeçmeyeceğini anlayan ve tedavisini üstlenen psikiyatristlerden biri, sonunda hastaya ölülerin kanayıp kanamayacağına dair bir soru yöneltir. Hasta "tabii ki kanamaz, çünkü ölülerin tüm hayat fonksiyonları durmuştur" der.
Bunun üzerine psikiyatrist küçük bir iğne alıp hastanın parmağına batırır. Bir müddet şaşkınlıkla parmağına bakan ve kanadığını gören hastanın tepkisi ilginçtir.
"Lanet olsun! Ölüler de kanarmış."
İbni Sina’nın dediği gibi: Hiç kimse görmek istemeyen biri kadar kör olamaz."
Bu paylaşıma anekdot mu denir, fıkra mı denir bilmem. Her ne dersek diyelim. Çok anlamlı ve manidar bir paylaşım. Çünkü hayatın içinden bir paylaşım.
Her ne kadar "Gerçeklerin er veya geç ortaya çıkma gibi bir huyu vardır" dense de Doğu toplumlarında gerçeklerin ortaya çıkma gibi bir huyu yoktur. Çünkü bu topraklarda algılar olguların önüne geçmiş ve her şey algılar üzerinden yürütülür. Yürütülen bu algılarla mutlaka sonuç alınır.
Tekrar paylaşıma dönersek, yaşadığı halde öldüğüne inandırılmış bir hasta ile karşı karşıyayız. Her yol denenmiş. Parmağından kan gelmesine rağmen hasta yine yaşadığına ikna edilememiş.
Bu yaşayan ölü için yapılacak tek şey silahı çıkarıp bu hastayı öldürmektir. Çünkü bu problemin başka çözümü yoktur. Böylece hem hasta kurtulacak hem de toplum ve ülke kurtulacaktır.
Tüm derdimiz bu kendini ölmüş kabul eden kişiden ibaret değil. Toplumda bu şekil yaşayan o kadar ölü var ki tüm psikiyatristler bir araya gelse, tıbbın büyün tekniklerini kullansalar, hastayı ikna için her makul izah getirseler, bu hastayı ölü olmadığına ikna etmek mümkün değildir. Çünkü yaşamanın kolaylığını bulmuş.
Aklını kiraya veriyor ama aklını kiraya verdiğinden haberi yok. Söylesen de zaten kabul etmez.
Kendisi hiçbir özgün düşünceye sahip olmayacak. Çünkü başkası adına yaptığı tamtamcılığı kendi düşüncesi sanıyor.
Hep başkasının trollüğünü ve şakşakçılığını yapacak. Çünkü bu yol ile kendisine böyle bir kimlik inşa etmiş oluyor.
Bu durumda uzun kış uykusuna yatmış, bir türlü uyandırılamayan, ölüden farkı olmayan bu tiplerin ne başı ağrır ne de huzursuz olur.
Ruhu ölmüş böyle bir insan daha ne ister? Çünkü ondan mutlusu yoktur.
Zaten mutluluk için yaşamıyor muyuz?
Ha bizim bu dertsiz mutluluğumuz başkasına zarar veriyormuş. Ne gam ne keder. Kendine Müslüman olmak kadar güzel bir şey olamaz.
Böyle bir hayat varken dertlenmek, düşünmek, görmek, sorgulamak, tenkit etmek neyimize değil mi? Nasılsa birileri bizim adımıza her şeyi güzel yapıyor.
Yaşayan bu ölülerin cesetleri kokuşmaya sebebiyet veriyormuş. Problemleri daha da büyütüyormuş. Hayatı insanlara zehir ediyormuş. Ne gam ne keder. Çünkü ölülerin burnu koku almaz. Gözleri görmez. Akıl ve izan yoksunudurlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder