İyi bir şehir planlamamızın olmadığını düşünüyorum.
Ne geniş caddelerimiz var ne de geniş sokaklarımız.
O kadar geniş toprağımız olmasına rağmen yatay mimariden ziyade dikey mimari yapmaya devam ediyoruz.
Birbirine yakın veya bitişik binalardan dolayı ne evlerimiz doğru dürüst güneş alır ne de nefes.
Dip dibe ve karşılıklı binalar yüzünden tüm pencereler sabahtan akşama tül perde ile kapalı. Balkonlar da karşılıklı. Komşu balkona çıksa sen çıkamıyorsun. Sen çıksan komşu çıkamıyor. Kimse kimseyi tanımıyor da.
Yaşanabilir bir şehirden ziyade rant ekonomisinin revaçta olduğu ve para ettiği şehir yapılanmasını yeğliyoruz.
Ana caddelerde yüksek kat, arka taraflara daha düşük katlar veriyoruz.
Ne kadar büyük arsamız varsa o kadar daire hesabı yapıyoruz.
Belediye de aynı kafada, insanımız da devlet de.
Yaşanabilir ve nefes alınabilir bir yaşamdan ziyade birbirimize ve kendimize hayatı zindan etmek için yarışıyoruz.
Bir yeri imara açarken veya yüksek kat verirken bu tasarrufun bu şehrin sirkülasyonuna zararı olur mu diye bir düşünce olmuyor. Varsa yoksa rant. Dinimiz de rant, imanımız da rant, hayatımız da rant, hayat felsefemiz de rant.
O kadar yaptığımız yüksek katların sağlamlığı bir tarafa, çok kullanışlı da değil. Aşağıdaki ses yukarıya, yukarıdaki ses aşağıya duyuluyor. Estetik zaten yok. Sadece beton yığını. Bu beton yığınlarının ömrü de uzun değil. 20-30 yılı buldu mu o ev, o bina eski sayılıyor, yıkılmak için gün sayıyor. Kendi elimizle yıkmasak da orta şiddetinde bir depremde yerle bir olmak suretiyle bu rant evler mezarımız oluyor.
Her şehrimize özgü bir mimari anlayışımız da yok. Hepsi birbirinin tıpkısının aynısı.
Deprem olur, sel felaketi olur. O devasa binalar yerle bir olur. Ana caddelerdeki yüksek binalar caddeye devrilir, yollar kapanır. Ne ambulans geçebilir ne yardım götürülür. Buna rağmen yıkılan yüksek binaların yerine yine yüksek katlar yapmaya devam ediyoruz.
Bir yerde ne kadar yüksek kat varsa orada trafik felç oluyor. Park sorunu baş gösteriyor. Gürültü eksik olmuyor. Adeta zehir soluyoruz.
İyi, kötü hizmet şehir merkezlerine geldiği için bir de iş imkanı şehirde olduğu için köyleri boşalttık, şehirlerin nüfusunu katladık.
Hasılı, üç beş kuruş rant uğruna, kendi kendimize ve birbirimize hayatı zindan ediyoruz.
Şehir planlaması için ne yapılabilir? Yatay mimari, müstakil evler hedefimiz olmalı, vakit geçirmeden uygulamaya geçmeliyiz.
Yüksek kat yapılacaksa ana caddelere tek kat, arka sokaklara ise birer kat ilave edilmek suretiyle yapılmalı. Bir sinema salonundaki koltuklar gibi. Yani önden arkaya doğru binalar yükselmeli.
Hiçbir bina, diğer binanın güneşini ve cephesini engellemeyecek şekilde bina ve evler mesafeli yapılmalı.
Binalar öyle sağlam ve kullanışlı yapılmalı ki bu binalar evladiyelik olsun. Yazın serin, kışın sıcak tutsun.
*31.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.
Merhabalar Sayın Hocam.
YanıtlaSilŞu ülkede neyin planlaması var ki, şehrin planlaması olsun. Bunlar planlamayı sevmiyorlar. Devlet planlama Teşkilatını bile lağvettiler.
Selam ve saygılarımla.
Neyin planlaması var ki derken yanlış düşünüyorsun. İktidarda nasıl kalırız, bir kez daha nasıl iktidar oluruz, ebediyen iktidarda nasıl kalırız planı yapılıyor. Bu da az bir şey değil. Yabana atmamak lazım. DPT'ye gelince, bu tür planlamalar işimize gelmez. Çünkü DPT devletin geleceğini planlar. Bizim ise böyle bir derdimiz olmaz.
YanıtlaSilBen söz konusu planlamadan bahsederken ülkenin refahı, kalkınması, gelişmesi, vs. konularındaki planlamaları kastetmiştim. Ama benim girişime göre, siz de haklısınız ne diyeyim.
SilGirişiniz ve yorumunuz gayet net Recep Bey. Ne demek istediğinizi de anladım. Benimki biraz muziplik olsun türden bir cevap. Bizim siyasilerin o dediğin türden bir planları hiç olmamıştır. Olmaz da. Onların tüm işleri, hizmet anlayışları nasıl iktidarda kalırım planıdır. Yani hesabıdır. İyi hesapçıdırlar. Asla hasbi değildirler. Ülke diye bir dertlerinin olduğunu sanmıyorum. Rabbena, hebbana siyaseti bizdeki. O yüzden bu ülkenin sorunları bitmiyor. Memleket diye bir dertleri olsaydı, çözülmedik sorunumuz kalmazdı.
SilMerhabalar.
YanıtlaSilBazen sizin konulara yaklaşımınızdaki mizahı hissediyorum, yani kısacası anlıyorum. Bu iki kişi arasındaki canlı konuşma esnasında da olur. İşte yazı dilinde de olunca biraz farklı gelse de mizahı görebiliyorum.
Sayın hocam işin bu tarafı teferruattır. Biz asıl meselemize dönecek olursak, ben sizin gündemlere yaklaşımınızdaki samimiyeti ve düşüncelerinizi çok iyi anladım. Bir başka deyişle sorunlarımızın ne olduğu konusunda mutabıkız. Peki çözüm ne, nasıl olacak? Bu konuda da bir fikriniz ve bir yol haritanız var mı?
Selam ve saygılarımla.
Mizah, konuşma dilinde daha iyi anlaşılır. Yazı dilinin jest ve mimikleri olmadığından resmiyet ifade eder. Bazen mizah anlaşılmayabilir.
YanıtlaSilKutuplaşan ülkemizde sorunlar konusunda mutabık kalmak bile çok zor. Sorunlara parmak basan ve sert edenlerin sayısı gün geçtikçe azalıyor. Sorunu gören de ne olur ne olmaz deyip üç maymuna oynuyor.
Sorunların çözümü için belli başlı bir önerim yok. Ancak çalakalem yazabilirim. Önce sorun olduğunu görmek, sorunu tespit etmek bir mesafede. Belki de çözüme giden yolun başlangıcıdır.
Bir diğer husus bu ülke düzelir, sorunlar da çözülür. Yalnız üzeri örtüle örtüle ve yok kabul edilerek sorun çözülmez. Bir de inandığı gibi yaşamayanlar yaşadığı gibi inanmaya başlar gibi bir durumumuz var. Sorunla yaşayarak, sorunları yok kabul ederek adeta bu sorunlar yumağını kanıksadık. Açıkçası bir kokuşmuşluk var. Kokuşmuşluk da kolay giderilmez. Bunun için ciddi irade lazım.
Finlandiya Zambaklar ülkesi diye bilinir. Sorunu çok bir ülke. Halkı ise adeta bedevi. Bir yönetici geliyor. Bugün özlenen Finlandiya’nın temelini atıyor.
Sorunun çözümü siyasi iradedir. Bizde en büyük sorun da siyaset kurumudur. Yani tuzun kokması durumu var bu ülkede. Bir ülke adam edilecekse siyaset kurumu düzgün olmalı. Siyaset yapanlar geleceğin ülkesinin planını yapmalı, yöneticiye ihtiyaç olmayacak şekilde işleyen bir sistem kurmalı. Siyasetçiler bu dediklerimi yapmaz. Vatandaş onlara hep muhtaç olsun, kendilerini kurtarıcı görsün şeklinde siyaset yapar.
Ülkeye yön verenler ile halk tencere kapak gibi. Siyaset halkın beklentisini karşılamakla yükümlü. Halk olarak bir hala güdülen tebaa, reâyâyız. Yöneticilerin karşısında hazır olda duruyoruz. Vatandaş ve birey olamadık. Siyaset kurumu halktan çekineceği yerde, halk siyaset kurumundan çekiniyor.
Bizler nasıl bir ülke istediğimizi siyaset kurumundan istemeli, bunların yapılmasını kırmızıçizgimiz bilmeli. Kutuplaşmayı bırakıp ortak doğruda buluşmalıyız. Biz bölündükçe siyaset kurumu bizi daha kolay idare ediyor. Biz siyaset kurumunu kurtarıcı görmekten kurtulmalıyız. Bu ülkeye siyasetçi değil, devlet adamı lazım. Siyasetten bir şey isterken istediğimiz bizi ele verir. Yok çocuğumu ile al, şu yolumu yap, şuraya şunu ara gibi basit şeylerden ziyade ülkenin geleceğini kurtaracak şeyler istemek lazım. Söz verip yapamayana ortak demokratik tepki gösterilmeli. Sonuç alıncaya kadar bu tepki devam etmeli. Kısaca siyasileri kurtarıcı görmeyecek sorunların çözümünü çözmeye başlarız. Hamaset yapandan, slogan atandan; din, iman, ayet, hadis, milli ve manevi değerleri ağızlarına pelesenk edip istismar edenlere hiç prim vermemek lazım. Sadede gel demek lazım...