29 Mayıs 2024 Çarşamba

Bir Otostopçu ile Elli Dakika (4)

Ağa olmasam da zamanında böyle bir teklif yapmıştım. Teklifle de kalmadım. Verdim:

Ortaokul veya lisede öğrenciyim 80’li yıllar. O zamanlar ilçe değildi Güneysınır.

Bizim Karasınır’ın otobüsleri öğle oldu mu Konya’dan hareket ederdi. Biz de akşamüstü Karaman otobüslerinden bilet alır, Karasınır’a on km.lik mesafede inerdik. Ondan sonra kah sırtında kah elinde, içi kirli valizi yayan yapırdak yürür dururduk. O zamanlar tekerlekli valizi nerede bulacaksın. Varsa da semtimize uğramazdı. Kaç defa yürümüşlüğümüz var elimizde ağır valizle bu on kilometrelik yolu.

Bazen tek tük araç gelirdi. Ama el kaldırmazdık. Çünkü cepte beş kuruş para kalmazdı. Zaten öğrenciyiz. Olan parayı da son kuruşuna kadar Karaman otobüslerine verirdik.

Bazen yalnız olurdum bu yolda bazen bir arkadaş.

Kendi halimde yürürken bazen arkadan gelen bir araba biz el kaldırmadan durur, alırdı bizi.

Yine bir gün Karaman otobüsünden indim. Elimde valiz yürüyorum. Ara ara arkaya bakıyorum gelen araba var mı diye. Çünkü cebimde bu sefer bir yirmi vardı ama o zamanlar o para 20 bin miydi yoksa 20 milyon muydu bilmiyorum.

Baktım, bir kamyon geliyor. Hiç yapmadığımı yaptım. Bu cesaret herhalde cebimdeki paradan olmalı.

Kamyon durdu. Kabinde yer yoktu. Kamyoncu da simaca tanıdık geldi. Ayakkabıcı amcaoğlunun dükkanında yaz dönemlerinde birkaç defa görmüştüm.

Kamyonun üstüne binersen bin dedi. Olur dedim. Güç bela valizi kamyona attım. Ardından ben bindim.

Karasınır’da indim. Şoföre, teşekkür ettim. Borcum ne kadar dedim. Ne verirsen ver dedi. Elimi cebime atarak son kurşunu uzattım. Buyur dedim. Bu fazla. Bozuk yok mu dedi. Yok dedim. Ne yapacağız ya dedi. Al fazla olsun. İşimi gördün dedim. Aldı. O yoluna devam etti. Ben ise son sermayem olan son kurşunun elden gitmesinden dolayı herhalde bir güzel ağırlık hissetmişimdir.

Birkaç gün sonra ayakkabıcı amcaoğlunu dükkanında ziyaret ettim. Hoşbeşten sonra ne zaman, nasıl geldiğimi sordu. Şu gün geldim. Karaman otobüsleri ile yolda indim. Bu tarafa da bir kamyona bindim. O şekilde geldim dedim. Tanıdık mı kamyoncu dedi. Sizin burada görmüşlüğüm var. Sanırım falan köylü olmalı. Şöyle biri dedi. Tarifinden şu köylü, bu olmalı dedi. O bizim tanıdık. Gelir laflarız dedi. Ardından para aldı mı dedi. Yok mok dedim ise de amcaoğlu, doğru söyle dedi. O istemedi de ben verdim. Almak istemedi. Zorla verdim dedim. Miktarı da söyletti bana.

Aradan birkaç gün geçti. Yine amcaoğlunu ziyaretteyim. Al şu paranı dedi. Ne parası dedim. Kamyoncuya verdiğin para dedi. Nasıl aldın dedim. Dün uğradı. Geçen gün 20/bin/milyon parasını aldığın kişi benim amcamın oğlu. Nasıl alırsın ondan? Ver şu parayı demiş. Sağ olsun benim son kurşunumu geri almış bu şekil. Kaybettiğim eşeğimi yeniden bulmuş gibi oldum. Bir sevindim bir sevindim. Sormayın.

Gördüğünüz gibi benim de yine bu yolda, zamanın behrinde otostopçuluk yapmışlığım var. Her ne kadar nakliye parası versem de ve bu otostopçuluk bana pahalıya patlasa da amcaoğlu sayesinde sermayemi geri aldım. Siz siz olun, otostopçuluk yapandan para falan ne umun ne de isteyin. Otostopçuluk yaptığına göre vardır bir derdi.

Neyse biz gelelim tekrar otostopçu Ali’ye. Namı diğer Siverekli Ali ile arabada 50 dakika böyle hasbihâl ettik. Hoşsohbet biriydi bu arada. Araya benim eski defterler girince hoşsohbetin içine ettim gördüğünüz gibi.

Sonunda Ali gitti geri yoluna, biz gittik yolumuza. Ali'nin başka da akıbetini bilmiyorum. 

İstedim ki bu anekdotu yazıp paylaşayım. Ülkemdeki insan manzaralarından bir kesit sunayım. Daha böyle ne kesitler ne hayatlar var bu ülkede, kim bilir... 

Bir Otostopçu ile Elli Dakika (3)

Üçüncü evliliği de düşünüyor musun dedim. Düşünüyorum da şimdilik değil dedi. Niye dedim. Evlilik iyi bir şey değil. Ama nüfus için evlenirim dedi. Çok çocuğum olmalı. Biz de hem hasım eksik olmaz hem de Türkler çok çocuk yapmıyor. Onlar askere fazla çocuk gönderemiyor. Biz daha çok gönderiyoruz. Bize terörist diyorlar ama biz terörist değiliz. Askerlik yapacak çocuklar büyüteceğiz. Terörist olmadığımızı da göstereceğiz dedi. 

Nereye gittiğini sorduk. Siverek'e gidip gelecekmiş. 

Ailen burada imiş. Tek başına ne iş dedik. Benim hanımın biri orada. Onun yanına gidiyorum. Biri de burada dedi. 

İki hanım arasında kıskançlık oluyor mu dedik. Kaçırdığım dayımın kızı çok kıskanç. Ama sorun yok. Evde biri sağımda, diğeri solumda yatar. Bir şey de diyemezler. Çünkü ben öyle istiyorum dedi. Ben kazara iki evlensem, yalarsan şayet, biriniz sağımda, biriniz de solumda yatacak, itiraz yok desem, en hafifiyle tavayı başıma yerim. Kafam önemli değil de tavalar da pahalıdır bu aralar.

Böyle laflara laflaya Konya'ya girdik. Yakıt için bir petrole girdim. Yakıt dolarken yanımdaki arkadaş, şimdi biz Ali'yi indirdikten sonra Karaman'a geri döneceğiz değil mi dedi şakasından. Ben de öyle dedim. Benim için mi geldiniz. Bileydim binmezdim dedi Ali. Yok yok. Biz de Konya'ya gidiyorduk dedim. 

Karaman yolundan çevre yolu kavşağına yaklaşırken Ali'ye bir telefon geldi. Konuştular karşılıklı. 

Seni nerede bırakalım demeye kalmadan, ben ineyim dedi. Hayırdır, Siverek'e gitmekten vaz mı geçtin dedik.

Hasımlar Güneysınır'da görülmüş. Onu haber verdiler. Belki bir şey yaparlar. Yanlarında bulunmam lazım dedi. 

Boşuna söylememiş, biz isimsiz yaşarız hasımsız yaşamayız diye. 

Buradan nasıl gideceksin demedim. Otostopla gelen, karşı yola geçerek tekrar otostopla geri döner gayri. Nasılsa bu işin yolunu ve yordamını öğrenmiş. 

Burada mı indireyim dedim. Şu polis çevirmesini geçince. Şimdi burada insem, polis bir şey var sanır dedi. Bizden de dikkatli maşallah.

Polis önümüzdeki beş altı aracı durdurdu. Bize geç dedi.

Geçince, arka sağ, makam koltuğunda misafir ettiğimiz Ali'yi indirdik. Sağ ol dedi mi, hatırlamıyorum. Demiştir. Demese de önemli değil. Ağalığını da görmedik. Hoş ağalığı da sökmezdi ama yine bir teklif fena olmazdı. (Devam edecek) 

Bir Otostopçu ile Elli Dakika (2)

15 yaşında iken kaçırmış ilk eşini. Dayısının kızıymış kaçırdığı. İki defa istemiş dayısından. Vermeyince kaçırmış. Dayısı telefon açmış. Telefonu açtığına göre benden korkmuyorsun. Şuraya gel demiş. Tabancayı alıp gitmiş. Dayısı ile buluşma yerine girerken tabancayı arabaya bırakmış. Dayısı yapmayacaktın demiş. Senden iki defa istedim. Kızın da beni istiyor. Başka ne yapabilirdim demiş.

Bu arada 15 yaşında araba kullanıyor, silah da taşıyor. Benim otuzu geçmiş çocuklarım ve 20'sindeki küçüğüm daha tabanca yüzü görmedi ki kullanmayı bilsinler. Ben de babayım, dört çocuk yetiştirdim diye kas kas kasalırım. 

Ailede ikinci evlilik yapan ilk kişiymiş. İkinci eşi de Arapmış. Şanlıurfa'da oturuyormuş. Gidip istemiş. Şanlıurfa'da oturmak şartıyla vermiş kayınvalidesi. Sözümü tutmayıp Şanlıurfa'da oturmuyorum gerçi dedi. İkna kabiliyetim iyi dedi laf arasında. 

Ortaokul 6.sınıftan terk. Okulu terke mecbur kalmış. Çünkü babası hapse girince aileye bakmak için çalışmak zorunda kalmış. 

Biz soruyoruz, o cevap veriyor. Atıyor mu, tutuyor mu, gerçekliği var mı, varsa ne kadarı gerçek bilmiyoruz.

15 yaşında kız kaçırmasına, belinde tabanca taşımasına ve ehliyetsiz araba sürmesine şaşırmayın. Bizim Ali 12 yaşında iken dükkan açmış. Dükkanım var benim dedi. 

Ne dükkanı olabilir? Sıkı durun. Galeri açmış.

Zengin misiniz, bu yaşta bu kadar parayı nereden buldun dedik.

Ne zengini. Ailecek çapa yaparız yıllardır. Oradan artırdıklarımıza açtım dedi. 

Galeri hala faal. 

Şimdi kim var galeride dedik. 

İş olmaz bu mevsim. Kapalı dedi. Belli ki kışın açıyor bizim Ali. Yazın çapa. Kışın galeri. İnşallah galeride el arabası yapmıyordur.

Desene şu anda arabamızda bir ağa var. Boşuna almamışız dedik. Para gani demedi. Canınız sağ olsun da demedi. 

Şu anda yanında tabanca var mı dedim. Yok dedi ama ikna edici gelmedi bana.

Nereden, nasıl, hangi soruya cevap verirken söylediğini hatırlamıyorum ama şu cevabı da ilginçti: "Biz isimsiz yaşarız, hasımsız yaşamayız dedi.

Amcası da içeride imiş bu arada. Eşiyle uygunsuz yakaladığı birinin kafasına 37 çivi çakmış amcası. Kanlıları, sanırım kan davası gütmemek için 4-5 milyon kan bedeli istiyormuş.

Babasının, zamanında niçin hapis yattığını sormadık. Amca da cinayetten içeride yattığına göre aşiret değillermiş ama ailecek suç makinesi mübarekler. Ali'nin içeriye girip girmediğini sormadım. Kim bilir, Ali de girmiştir oralara. (Devam edecek) 

Bir Otostopçu ile Elli Dakika (1)

Cumartesi günü iki arkadaşla birlikte Güneysınır'da bir cenazeye katıldık. Ardından eş dost ziyareti ve sılayırahimin ardından Konya'ya dönmek için hareket ettik.

Güneysınır'ın çıkışında, gençten biri el kaldırdı. Arabada nasılsa yer var, şunu da alalım deyip yavaşladım. 

Nasılsa güpegündüz. Üstelik yanımda da iki arkadaş var. Size güveniyorum dedim. Bize güvenme. Biz karışmayız dediler, iyi mi? 

Dururken bu civarın çocuğu olmadığını anladım. Çok tekin birine de benzemiyordu. Her yerine de dövme yaptırmış mübarek. 

Sakın nasıl alırsın tanımadığın birini demeyin. Riski varsa da huyumdur. Huylu huyundan vazgeçmeyeceğine göre başa gelen çekilir. Yeter ki yol üzerinde beklerken göreyim. İster el kaldırsın ister kaldırmasın. Varır yanına dururum. 

Çocuğu çok tekin biri görmesem de iki arkadaşa güvenerek almak istedim arabaya. Yeter ki arabada boşluk olsun. Hoş, arabada boşluk olmasa da arkayı dörtleyerek Ulukışla'dan Ereğli'ye dönüşte, elinde valizle yürüyen genci almışlığım ve Ereğli'ye kadar getirmişliğim var fi tarihinde. Hane halkı bu tasarrufa, nereye alacaksın diyerek  homurdanmıştı ama ne edersiniz ki huy. 

Neyse gelelim Güneysınır-Konya yolculuğumuza. 

Otostopçuyu aldım arabaya. 

Buralı değilsin belli. Kimsin, necisin, burada ne arıyorsun dedik.

İlçede çapa işleri yaparız. Siverekliyiz biz. Ailecek buradayız çapa mevsimi. Her yıl geliriz buraya dedi.

Yol boyu otostopçu ile konuşarak geldik. İsmi de Ali imiş.

İlginç bir kişilik bu arada. 

Yanında beraber oturdukları arkadaş, Şanlıurfa Siverek mi dedi. Siverek dedi. Soru tekrarında yine Siverek dedi. 

Sana Şanlıurfa Siverek mi diye bir kez daha sorsaydı, inecektin galiba dedim. İnerdim dedi. Biz Siverekliyiz. Şanlıurfalıyız demeyiz. Kimse bize Şanlıurfalı olduğumuzu söyletemez dedi.

Şanlıurfa'dan bu kadar niye nefret ettiğini söyledi bir arkadaş. Onlar bizi, biz onları sevmeyiz. Mekke müşrikleri Müslüman olur, biz yine de Şanlıurfalıyız demeyiz dedi.

Zaza mısın dedim. Hayır Kürdüm dedi. 

Biz sordukça, Ali açıldı. 

19 yaşında iki evli imiş.

Bu yaşta evli hem de iki evli. Vay anasına... (Devam edecek) 

28 Mayıs 2024 Salı

2023-2024 Süper Liginin Düşündürdükleri

Efendim, bu sezon Süper Lig tarihinde görülmemiş ilkleri yaşadık.

Ne gibi?

99 gol ve 99 puan alan FB, lig tarihinin rekorunu kırmasına rağmen şampiyon olamadı. Rakibi ise üç haneli puanlara geçerek 102 puanla şampiyonluğa uzandı. Bugüne kadar bu kadar gol ve bu kadar puan toplayan olmadı. Her iki ezeli rakip, kırılmayacak bir rekora imza attı. Bu sezon niye böyle oldu?

Ekonomiyle yani enflasyonla alakası olmasın?

Ne alaka?

Enflasyonla birlikte hayat pahalılığı aldı başını gitti. Fiyatlar uçtu. Düşük değerde bir ürün kalmadı. Haliyle enflasyona orantılı olarak takımlarımız buna uyum sağladı. Çift hanenin sonunu hatta üç haneyi buldu. Yani paramız gibi puan bolluğu oldu.

Enflasyon hep çift hanede kaldı. Hiç üç haneyi bulmadı. Attın ama tutmadı. 

Doğru. TÜİk'e göre çift hanedeyiz. Ama ENAG'a göre üç haneli enflasyon hayatı yaşıyoruz.

Ligin altındaki düşük puanlı takımlarla şampiyonluğa oynayan iki takım arasındaki uçuruma ne dersin?

Sosyal adalet dengesizliğine tipik bir örnek. Bu enflasyonlu hayatta zenginle fakir arasında uçurum oluştu. İlk iki takım, zenginler kulübünü temsil ediyor. Ki sayıları azdır. Aşağıdaki takımlar da fakirleri temsil ediyor. Ki sayıları çoktur. Açlık sınırının altında kalanlar ligden düştü. Yoksulluk sınırında olanlar ipten döndü. Yukarıdaki takımları, aldıkları yüksek puanla yüksek gelir sahibi kişilere benzetebiliriz. Alttakileri ise en düşük emekli maaşı alan kişilere hatta yaşlılık ve dul maaşı alanlara benzetebiliriz. Bunların çoğu sosyal yardımla ayakta kalıyor. Kendi kendine yetmeyince haliyle destek lazım. Takımlardan bir tanesi de mesela Konyaspor sosyal yardımla ayakta kaldı. Aradaki takımlar ise sayıları fazla olmasa da orta direği temsil ettiler bu sezon. Bunlar da asgari ücretle ya da hafif üstü bir ücrete talim ettiler denebilir.

Başkent ekibine de yazık oldu. Ankaragücü’nün suçu neydi? Ona niye sosyal yardım yapmadı Trabzonspor?

Ankaragücü’nün suçu forması. Formadan kaybetti. Bir de teknik direktöründen. Maç öncesi formayı değiştirseydi, değiştirmese bile “senin düşman bellediğin takımın formasıyla sadece renk benzerliğimiz var. Biz o takımla ve zamanında o takımda top koşturan, şimdilerde bizde teknik direktörlük yapan kişiyle organik ve inorganik bağımız yok. Biz onlardan değiliz, onlar da bizden değil” deseydi, belki de Trabzonspor’dan sosyal desteği bu takım alacaktı. Böyle dedilerse bile Trabzonspor formayı görünce sahasında dört-üç yenildiği Fenerbahçe maçını hatırladı. Ana len Fener forması. Bize üç atmışlardı. Biz Fenere atamadık. Bari renktaşından alalım rövanşı deyip yediğinin bir fazlası olan dört gol birden attı. Aslında bu goller Ankaragücü’ne değil, Fener’eydi anlayacağın. Hasılı Ankaragücü Fener formasının kurbanı oldu.

Fener’in bu sene şampiyon olamamasının ve 10 yıldır şampiyonluk yüzü görmemesinin sebebi ne olabilir?

Fener’in bazı yöneticileri ayak oyunu olan futbolu ayak ve beyinleriyle oynayacakları yerde akıl ve beyni bir tarafa bırakıp tamamen ayak oyunlarına yöneldi. Saha dışı işlerle uğraştı. Başkanları eliyle gelene çattı, gidene çattı. Topla oynayacağı yerde ayak oyununa yönelince şampiyonluk elden gitti. Zaten başkanları da benim başkanı olduğum kulübü şampiyon yapmazlar dedi. Nitekim şampiyon olamadı.

O zaman niye kulübün başında? Fener’e yazık değil mi?

Buna rağmen yine adaylığını açıkladı. Bir üç sene daha istiyor.

Amacı ne?

Kılıçdaroğlu’nun kırılamayan rekorunu yakalamak.

Ne alaka?

Kılıçdaroğlu da onca genel başkanlığı döneminde, ezeli rakibine karşı hiç başarılı olamadı. Buna rağmen tekrar tekrar genel başkan adayı oldu. Seçimleri kaybetse de genel başkanlığı hep kazandı. Son kaybettiği seçimin ardından yine aday oldu ama bu sefer delegesi yeter artık dedi. O hesap, Ali Koç da altı yıllık başkanlığı döneminde şampiyonluk yüzü görmedi. Yeniden aday olarak kulübün bir üç yıl daha şampiyon olmamasına katkı sağlamak istiyor anlaşılan. Kısaca ne kendisinin yüzü güldü ne kulübün ne de taraftarının.

Ali Koç çok seviyor ama kulübünü.

Rakibine karşı hep kaybeden sabık genel başkan da çok seviyordu partisini. Sevgi tek başına karın doyurmuyor şekil A da görüldüğü gibi.

Bu sene ve gelecek sezon olmak üzere iki sene Fener şampiyon diyen müneccim Meral’e de bel bağlamış çoğu Fenerli. Bu konuda ne dersin?

Şampiyonluk böyle gelmiyor. Belki bir umut deyip astroloğa  bel bağlamış olmalılar. Düşmeye gör. İnsan nelere umut bağlar böyle. Bu tip Fenerliler belki gelecek sezona umut bağlarlar. Çünkü iki yıl demişti astrolog. Bu sene tutmasa da belki seneye tutar.

Onu bilmem. Kimse de bilemez. Yalnız Fener taraftarının sabrı kalmadı. Şimdilik GS’yi yenerek tatmin oluyor. Sence Fener ne zaman şampiyon olur?

Onu ben de bilemem. Yalnız ezeli rakibine karşı her seçimi kaybeden genel başkan gidince partisi son seçimleri kazandı. Fener’de de demirbaş ve zengin başkanlar dönemi sona ererse neden olmasın. Yani başkanlar değil, kulüp ön plana çıkarsa neden olmasın.

27 Mayıs 2024 Pazartesi

Daha Ne Yapsın İsmail Kartal?

Hac görevini yapmasının ardından, büyük ve köklü kulübün teknik direktörlüğüne getirildi.

FB ilk defa bir hacı teknik direktör tarafından çalıştırıldı. 

İlk ikiden hiç aşağıya düşmedi. Kah birinci kah ikinci oldu. 

FB, başka güçler tarafından şampiyonluğu elinden alınarak ligi ikinci tamamladı ama teknik direktörleri, maçın yanında milli ve manevi değerleri de ihmal etmedi: 

99 puan aldı. 

99 gol attı. 

Sakın 99 puan ve 99 gol tesadüf demeyin. Zira tabiatta tesadüflere yer yoktur. Hactan gelip takımın başına tek yetkili olarak geçen Hacı İsmail'in mutlaka bir bildiği var. 

Bir defa 99, Allah'ın 99 ismidir. Aynı şekilde namazlardan sonra 33 sübhanallah, 33 elhamdülillah, 33 de Allahü ekber demek için tespihlerde 99 sayısı gerekli.

Ayrıca rakibinin attığı 92 golün ve topladığı 102 puanın herhangi bir mübarekliği yoktur. Okan ne bilsin haccı ne bilsin mübarek sayıları. Daha hacca bile gitmiş değil belki. Namazda gözü yok ki 99'lu tespihten haberi olsun. Var gör, Allah’ın 99 isminden de haberi yoktur.

Bu durumda İsmail, bilerek 99 puanı, 99 golle süsledi. Şayet 102 puanın herhangi bir anlamı olsaydı, İsmail puanını mutlaka 102'ye çıkarırdı. Öyle ya 99’u alan ve atan daha fazla puan alır ve gol atardı.

Ne edersin ki İsmail şeytan taşlamaktan futbola pek zaman ayıramadı. Taşlaya taşlaya bitiremedi.

Bunca olumsuzluğa rağmen Hacı İsmail Hoca tevazuu hiç elden bırakmadı. Belki ligi ikinci tamamladı ama istatistikler gerçek şampiyonun kendisi olduğunu gösteriyor:

Çünkü puan üstünlüğü, güzel oyun, psikolojik üstünlük ve fikstür üstünlüğü FB’den yanaydı. Astrolog Meral Hanım’ın kartları da İsmail’in şampiyonluğunu gösteriyordu ayrıca. Ama gel gör ki Meral Hanım’daki bu inanç, eski başkan Aziz Yıldırım’da yoktu. Ligin bitmesine iki hafta kala Mourinho'yu getirmeye kalktı.

Üstelik şampiyonluğun en büyük adayı ezeli rakibini, güzel bir oyunla, sahasında bir eksikle evire, çevire yenerek gerçek şampiyonluğun kim olduğunu cümle aleme göstermişti. Hem hırsızlara hem şerefsizlere rağmen üstelik.

Rakipleri, Hatayspor’a yenilmiş ama kendileri yenilmemişti. Trabzonspor’u ve BJK’yi deplasmanda yenmişlerdi.

Buna rağmen mevcut Başkanı “Ben bu kulübün başında olduğum müddetçe FB’yi şampiyon yapmazlar” diyerek İsmail’in önüne taş koydu. Eski Başkan kendisine hiç inanmadı ve kazanırsa teknik direktör arayışına gireceğini açıkladı.

Attığı gollerden sonra asker selamıyla ün yapmış eski futbolcuları Bülent, Sivas’ta kendilerine takoz oldu.

Ne olursan gel diyen Konya sağ gösterip sol vurdu. Halbuki Konya’nın hamisi ezeli ve ebedi hasımları Trabzon vardı. Ne diye kendilerine takoz oldu, anlaşılır gibi değil.

Hasılı içte ve dışta başka güçlerle uğraştı İsmail. Buna rağmen 99 puanı 99 golle süslemeyi bildi. Bu kadar puan ve golü bularak lig tarihine geçti. Kırılmadık rekor bırakmadı. Gel gör ki şampiyon yapmadılar.

Bu durumda şerefli ikincilik ve gönüllerin şampiyonluğu kalıyor İsmail’e. Önemli olan da bu değil mi?

Hasılı İsmail daha ne yapacaktı? Bence İsmail’i birileri emellerine alet ederek onu kurban seçti.

Merkez Camiine Haksızlık Yapmışım

Konya Millet Bahçesinin köşesine yapımı devam etmekte olan Merkez Camii ve Kur'an Kursunun hem ihtiyaç olmadığına hem konan ismine hem de büyüklüğüne oranla, kondurulan küçük kubbeyi estetik yönden eleştiren "Büyük Camiye Küçük Kubbe" başlıklı bir yazı kaleme alıp paylaşmıştım. 

Yazıyı okuyan bir arkadaş "Ne var bunda? Sen bir de İstanbul Esenler Otogar Camii ve minaresinin mimarisine bak, haline şükret" şeklinde bir yorum yazmış. İlaveten bu Camii ve minaresinin resmini göndermiş. Cami ve minaresinin
Gönderilen bu cami ve minaresinin görünce, küçük kubbesinden dolayı Konya Merkez Camiine haksızlık yaptığımı anladım. Çünkü Konya Merkez Camii, Esenler Otogar Camiine göre bir şaheser. Esenler Camii ise minaresi ile birlikte ucube bir görüntü veriyor. Tek başına minaresi ise minareden ziyade sanki füze görüntüsünü andırıyor. 
Bir de Afyon Üniversitesi Kampüs Camiinin görüntüsüne yer vereyim. 
Türkiye'de bu şekil ucube daha ne kadar mabet var, kim bilir? 
Merak ediyorum, mimarımız mı yok? Ki çok sayıda var. Mimarlarımız kendilerini yetiştirememiş mi ya da biz yetiştiremiyor muyuz? İyi mimarlarımız var da biz onlara bu camilerin projelerini vermiyor muyuz? Yerlerine, ahbap çavuş ilişkisi içerisinde ehil olmayanlara mı veriyoruz? Mimarlarımız şaheser bir esere imza atmaktansa garip ve ucube bir proje çizerek bu şekil mi hayırla yad edilmek ve hatırda kalmak istiyorlar? 
Haydi mimarlar macera peşinde. Bu projeyi çizdirenler niçin bu ne biçim proje, biz bu projeyi kabul etmiyoruz demezle? Devletin ilgili yetkilileri böyle ucube mimari örneklerine niçin sessiz kalırlar da müdahale etmezler? Diyanet İşleri Başkanlığı bu tür kötü mimari örnekleri için niçin bir şey demez? 
Hasılı çok sayıda camimiz var ama çoğu estetikten ve zarafetten yoksun. 21.asırda hala örnek ve bize özgü bir mimarimiz yok. Her alanda olduğu gibi maalesef cami mimarisinde de yokuz. Bu duruma da üzülmemek elde değil. 

26 Mayıs 2024 Pazar

Süper Lig Maratonu Sona Erdi

2023-2024 Süper Lig maratonu sona erdi.

Şampiyonluk yarışını, ezeli rakibinin üç puan önünde tamamlayan GS kazandı.

24.şampiyonluğunu kazanarak 5.yıldızı takmaya son bir adımı kaldı.

Bu sezonu şampiyon tamamlayan GS'i tebrik etmek lazım.

Lige bir hafta kala on kişi oynadığı maçta ezeli rakibini 1-0 yenerek umutları son haftaya taşıyan ve ligi ikinci bitiren FB de tebriki hak etti.

Sezonun başından beri şampiyonluğun en güçlü iki adayı olan GS ve FB'yi, rekabete kattıkları katkı ve getirdikleri heyecan dolayısıyla tebrik etmek gerek.

Gönül isterdi ki şampiyonluğa oynayan takım sayısı daha fazla olsaydı. Çünkü lige renk, hey açan ve kalite gelirdi. Keşke ligin üst tarafı da düşme hattındaki takım sayısı kadar olsaydı. Çünkü esas heyecan ligin altında idi. İstanbulspor Karagümrük ve Pendikspor'un ardından ligden düşecek dördüncü takım son haftaya kadar sürdü. Bir doksan dakika kah Konyaspor kah Ankaragücü ligden düştü. Sonunda ligden düşecek 4.takımı Trabzonspor belirledi ve Başkent ekibi Ankaragücü Süper Lig'e veda etti. Ankaragücü'ne yazık oldu. Belki de Ankaragücü, Trabzon karşısında sarı lacivert renkli formasının kurbanı oldu. 

Bir zamanların Ziraat Türkiye ve Süper kupasını kazanmış Konyaspor’a, bu sezon sahasında çok maç kaybetmesi, çok sayıda teknik direktör değiştirmesi ve oynadığı kötü oyun yakışmadı. Trabzon sayesinde lige tutundu. Ümit ederim ki seneye daha iyi bir takım kurarak ligde kendini gösterir. Oynayacağı oyunla iyi ki düşmemiş dedirtir. Yoksa ligden düşmeyi bir sezon ötelemiş olur.

Depremden kötü bir şekilde etkilenen ve bin bir sıkıntıyla boğuşan Hatayspor'un lige tutunması, memnuniyet verici.

Karagümrükspor gibi iyi oynayan bir takımın ligden düşmesi üzüntü verici.

Hatasıyla, sevabıyla, yanlış ve tartışmalı kararların çokça olduğu ve algı oluşturmaya yönelik bir ligi geride bırakırken bu sezonun garip bir lig olduğunu belirtmek isterim. Bu da ligimiz adına üzüntü verici. Çünkü şampiyon olan takımla ligden düşen takım arasında 86 puan fark var. Lige son sırada tutunan Konyaspor’la şampiyon takım arasında 61 puan var. Yine ilk iki ile üçüncü takım arasında 35-32 puan fark var. Bu da Ligimizdeki takımlar arasında rekabet ve Ligimize kalite gelmesi yönünden uçurum olduğunu göstermekte. Şampiyon ile son takım arasında puan yönünden makas ne kadar daralırsa Ligimize kalite geleceğini düşünüyorum.

Yazımı bitirirken kısa kısa şu hususlara da değinmek isterim. Konyaspor ile GS maçının berabere bitmemesi şaibe yönünden iyi oldu.

Sezonun kaybedeni, nicedir ekranlarda boy gösteren ve bu sezonun şampiyonunun FB olacağını söyleyen müneccim kızımız oldu. Attı ama tutmadı.

Şampiyonluk maçından bir gün önce kongre yaparak yeni başkanını ve yönetim kurulunu seçen GS’yi tebrik etmek isterim. Sessiz, sedasız, kavgasız ve nizasız bir seçim yaptılar. Kazananı ve kaybedeni birlik oldu. Gelmiş, geçmiş tüm başkanlar GS’in başarısı için yan yana geldi ve kenetlendi. Takım seçimden olumsuz etkilenmedi. Bu seviyeyi korumaları yönüyle başkan adayları ve üyeleri kocaman bir tebriki hak etti.

On yıldır şampiyon olamayan ve ligi ikinci sırada bitiren FB’ye de bir parantez açayım. FB büyük takım olarak kalmak istiyorsa, ezeli rakibi GS’in yönetimini örnek almasında fayda var. FB, başkan adaylarının atışmasından, başkanlarının kavgacı ve gerilimli yönetim anlayışından vazgeçmesi ve oyunuyla adından söz ettirmesi iyi olur. Değilse, başkanları eliyle bu tarihi kulüp eski başarılarından gittikçe uzaklaşacaktır.

Bir diğer husus, çoğu FB’lilerin ve başkanlarının GS fobisinden ve nefretinden bir an evvel kurtulmaları gerekir. Çünkü bu kadar hazımsızlık rekabetten öte bir şey. Belki de bu hazımsızlık, şampiyonluk sayısında FB’yi GS’in ardına düşürdü. Çünkü çoğu FB’li için şampiyonluk mu, GS’i yenmek mi, bu ikisinden birini seçin dense, öyle zannediyorum, çoğu GS’i yenmek şampiyonluktan önce gelir diyecektir. Halbuki FB’nin buna ihtiyacı yoktur. GS’i yenmekle yetineceğine maratona odaklanması başarıyı getirecektir.

Bir diğer husus, FB şampiyonlukta bir Çapanoğlu arayacağına, Şampiyonu sahasında bir eksikle yenebildiğimize göre zamanında daha kolay maçları sahamızda kaybetmeseydik,  şimdi şampiyon biz olurduk özeleştirisini yapabilmelidir. Başarısızlığına gerekçe üretmemelidir.

Nüfusta Tehlike Çanları

Özal döneminde nüfus planlaması teşvik edildi. Az çocuk yapın, bakabileceğiniz kadar çocuk sahibi olun bilgilendirilmesi yapıldı. Boy boy kamu spotları yayımlandı. Sağlık ocaklarında planlama üzerine birimler açıldı. Adeta ülke olarak bir seferberlik ilan edildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu nüfus planlamasının tam aksi yönünde açıklamalarda bulundu. Gerek katıldığı nikah törenlerinde ve başka konuşmalarında en az üç çocuk tavsiyesinde bulundu. Hala da ortamını bulduğu zaman bu görüşünü yineliyor. 

Aslında üç çocuk öylesine söylenmiş bir temenni ve tavsiyeden ibaret olmasa gerek. Nüfus artışının makul seviyede artması için bu şart. Çünkü bir çocuk nüfusu eksiye götürür. İki çocuk nüfusu yerinde saydırır. Üç çocuk ise nüfusta artı artış demektir.

Özal dönemi nüfus planlaması üzerine çalışmalar, bildiğim kadarıyla istenildiği gibi sonuç vermedi. İyi ki böyle oldu.

Açıklanan veriler dikkate alındığında, Erdoğan’ın üç çocuk önerisi de sonuç vermemiş görünüyor. Çünkü önceki yıllarda binde yedi olan nüfus artış hızımız, 2023 yılında binde 1,1'e düşmüş ve 2022 yılına göre 2023 yılında nüfusumuz sadece 92 bin kişi artmış.

Bu artış çok az. Böyle giderse bir müddet sonra nüfus önce yerinde sayar. Sonra eksiye düşmeye başlarız. Bu da bir ülke için tehlike çanlarının çalması demektir.

Nüfus artışımız onca teşvik, temenni ve öneriye rağmen niçin düşüyor? Bunun üzerine kafa yormamızda fayda var. Öyle görünüyor ki az çocuk yapın, üç çocuk yapın teşvikinin vatandaş nezdinde bir karşılığı yok. Kimse sipariş üzerine bir planlama yoluna gitmiyor. Herkes bildiğini okuyor.

Nüfus artış hızının bu derece düşmesinde elimde bilimsel bir veri yok. Kendimce nüfus artırışının düşmesine dair görüşlerimi yazacağım.

TÜİK’e göre 2023 yılında evlilikler de bir önceki yıla oranla 1,82 azalmış. Aynı şekilde boşanmalarda da 2,01 azalma olmuş. Evlenme yaşı da erkeklerde 28,3’e çıkarken kadınlarda 25,7’e yükselmiş.

İstatistiğe göre hem evlenme oranında azalma var hem de evlenenler daha geç yaşta evlenme yoluna gidiyor. Nüfus artışının azalmasında bu iki verinin etkisi var.

Evlenmelerde azalmanın sebebi başka sebepler olsa da herhalde en önemlisi ekonomik maliyet olsa gerek. Çünkü haydi deyince bugün düğüne kalkan 600 bin ila 1 milyonu gözden çıkarması gerekir. Bu maliyetin altından kaç kişi kalkabilir ve düğün yapabilir? Evlenenlerin de daha geç yaşta evlenmesinde bu ekonomik tablonun etkili olduğunu düşünüyorum.

Diyelim ki düğün maliyetinin altından kalkıldı ve borç harç evlilik yapıldı. Yeni evliler haydi deyince çocuk düşünmüyor. Bunda evliliğin devam edip etmeyeceği neden olabilirse de bunda da en önemli sebebin evlenen çiftlerin çalışıyor olması. Çünkü günümüzde kadın da erkek gibi çalışmak zorunda. Eskiden çalışan kadın sayısı az iken günümüzde çalışan kadın nüfus, çoğu mesleklerde erkeği solladı. Eskiden nasılsa anne çalışmıyor, çocuğa bakacak var denirken, günümüzde çalışan çiftler çocuk düşünürken iyi de çocuğumuza kim bakacak düşüncesi içerisine giriyor.

Çiftler daha çocuk planlamadan ve çocuk olmadan bakıcı planlaması yapmak zorunda kalıyorlar. Çoğu çift ilk etapta ücretli bakıcı düşünmüyor. Çünkü bakıcı için en az bir asgari ücreti gözden çıkarmak gerekiyor. Bu da bir maliyet çiftler için. Bu maliyetin altından kalkabilseler bile çoğu kimse ücretli bakıcıyı tercih etmiyor. Çünkü bu şekil bakıcıya güvenemiyor. Anne ilk etapta ücretsiz izin alsa da ücretsiz iznin de belli bir süresi var. Ki maaş alamayacağı için çoğu kimse ücretsiz izne de ayrılamıyor. Çocuğa bakma işi de genelde büyükannelere kalıyor. Büyükanne de kaç çocuğa bakacak? Bir ya da iki toruna bakabiliyor. O yüzden çalışan çiftler çoğu zaman tek çocukla yetiniyor. Bu da nüfusun eksiye doğru gerilemesi demektir.

Bir diğer husus, bir çocuğun bakımı, annenin ücretsiz izin alması ve büyükannelerin bakmasıyla bitmiyor. Çünkü ilkokul ve ortaokul bitinceye kadar çocuk bakıma muhtaç durumda. Bu yüzden çalışan anne-baba, anasınıfı çağına gelinceye kadar çocuğunu kreşe vermek durumunda kalabiliyor. Kreşler de cep yakıyor maalesef. Bu da ayrı bir maliyet.

Çocuğun bezini, mamasını, çocuk odasını, çocuk koltuğunu, oyuncağını üst baş vs. masrafını saymaya gerek yok.

Ailelerin doğacak veya büyüyecek çocuğunun geleceğini görememe, ileride bunları baş göz etme, iş güç sahibi yapma ve bakma endişesinin de etkili olduğunu düşünüyorum.

Hasılı günümüzde çocuk bir maliyet. Bakımı bir dert. Büyüyünce okuması ve istihdam durumu ayrı bir dert.

Bu durumda nüfus azalmasın da ne yapsın?

Tehlike çanları çalmaya başlamışken bu konunun ele alınıp üzerine ciddiyetle gidilmesinde yarar görüyorum. 

23 Mayıs 2024 Perşembe

Haset ve Fesat Dünyası (3)

Bu yazıda esas, İran’da içinde cumhurbaşkanları, dışişleri ve üst düzey yöneticilerin olduğu helikopter kazası sonrasında helikopterin enkazını bulma konusunda İran’ın ve Türkiye’nin açıklamalarına değinip hakkında üç beş cümle söyleyecektim. Bu ülkeler adam olmaz diyecektim. Gördüğünüz gibi iş nereye geldi.

İran’daki helikopter kazası hava muhalefetinden kaynaklı bir kaza mı yoksa suikast mı? Kaza deniyor. Bu kaza İslam dünyasında olunca açıkçası kaza diyesim gelmiyor. Kaza denip geçilecek ama öyle zannediyorum bir suikast. Böyle kazalar da nedense hep fesat ve hasedin kol gezdiği, her türlü Bizans ve Acem oyununun oynandığı İslam dünyasında oluyor.

Bu olayın benzeri bir uçak kazası sonucu Pakistan’da olmuş. Tüm üst düzey ölmüştü. Daha önce bizde de Muhsin Yazıcıoğlu’nun başına gelmişti. Dava hala devam ediyor ve azmettiriciyi bulamadık.

Reisi’nin ölümü bana Muhsin Yazıcıoğlu’nun suikast sonucu ölümünü hatırlattı. Sonrasında, enkazın yerinin tespit edilememesi, enkaza geç ulaşılması, helikopterin hava muhalefeti dolayısıyla düştüğünün açıklanması iki suikastın ortak yönleri.

Kaza mı, suikast mı, bunu da geçelim. Esas sadede gelelim. Bundan sonra yazacaklarım da yukarıda yazdığım gibi İslam dünyasının fesat yuvası olduğuna ve birbirini çekemediğine bir örnek olsun.

Reisi’nin düşen helikopterinin yerinin tespit edilememesi dolayısıyla İran dünyadan yardım istedi. Türkiye’den giden bir İHA kaza yerini tespit edip geri döndü açıklaması yaptı Türkiye. İran ise yok öyle bir şey. Türkiye İHA’sı yedi km uzaklıkta bir yeri belirledi. Halbuki kaza yerini ve helikopterin enkazını bizim drone tespit etti açıklaması yaptı. Üstelik biz dünyadan yardım talep etmedik dedi. İyi de yardım istenmediği halde Türkiye’nin İHA’sının İran içinde ne işi var? Gezinti yapmaya mı gitti oraya?

Bu iki açıklamadan biri doğru, diğeri yalan söylüyor. Ya Türkiye yalancı ya da İran. Türkiye enkaz yerini tespit ettik diye niye yalan söylesin? İran niye yanlış yeri gösterdi desin? İki ülkeden biri bizimle oyun oynuyor belli ki. Ama hangisi. Şimdi çıkın bu işin içinden.

Bizim İHA’nın enkazı bulduğuna dair şahidimiz İsrail. Bakalım İran kimi şahit gösterecek? Herhalde o da Beşşar Esad’ı şahit gösterir.

Bu iki açıklama bile benim İslam dünyasını fesat ve haset yuvası göstermeme bir örnek. İran dese ki sağ olsun, komşu ülke sıkıntılı anımızda bize yardıma geldi. Faydalandık. Bu iyiliğini unutmayacağız dese ne olurdu? Türkiye de acılı gününde komşumuzun yanında yer aldık. Destek verdik dese ne olur?

Kazanın enkazını sen buldun, hayır ben buldum ne demek? Neyin kafasını yaşıyoruz bu açıklamalarla. İnanın, çok anlamış değilim diyeceğim ama biz bizi bildiğimiz için hiç garipsemedim bu açıklamaları. Bizde herkes sayemde bulundu inisiyatifini alma ve reklam peşinde.

Adamların Cumhurbaşkanı ölmüş ya da öldürülmüş. Buna rağmen ne hesap derdindeler.

Sahi bu İslam dünyasından bir cacık olur mu? Varın siz düşünün biraz da. 

Haset ve Fesat Dünyası (2)

Faili meçhul cinayetler bu ülkelerde vakayıadiyedendir. Engel görülenleri temizlemede, kaza süsü vererek cinayet işlemede çok mahirdirler. Ağızları "Kim bir cana kıyarsa tüm insanlığı yok etmiş olur. Ebediyen cehennemlik", "Kim bir canı kurtarırsa, tüm insanlığı kurtarmış olur" der. Kafa yapıları, elleri, beyinleri, eylemleri ise gözünü kırpmadan öldürme eylemini gerçekleştirir. Ölen öldüğüyle kalır, kim vurduya gider. 

İnsanlığın "İ"si, değerlerin "D"si, "genel geçer kuralların "G" si bu ülkelere uğramaz. Hepsi değer verir göründükleri değerlerin içini boşaltmakla meşgul. 

Hepsi, Filistinlilere uyguladığı terör dolayısıyla İsrail'e düşman. Her birini toplasan bir İsrail yapmaz. İsrail tüm Filistinlileri yok etse, İsrail'den önce oh be Filistin belasından kurtulduk diye adeta zil takıp oynayacaklar. Çünkü Filistin hepsinin en büyük kamburudur. 

Devekuşu gibi kafalarını kuma gömüp kendilerini sütten çıkmış ak kaşık göstermede üstlerine yoktur. 

Dilleri alemin dürüstü olduklarını haykırır. Eylemleri ise yok öyle bir şey der. 

Olgularla değil, algılarla yaşarlar. 

Bir türlü sadede gelmezler. 

Ne Allah korkuları vardır ne de kuldan utanmaları. 

Savundukları değerler yönüyle bu dünya mı ahirete inanıyor yoksa doğru dürüst inancı olmayanlar mı diye düşünmeden edemiyor insan. 

Ahiretten önce birbirlerine had bildirme yönleri ağır basar. 

Kazara niçin başka ülkeler gibi işleyen, kurum ve kuralları oturmuş bir devlet yapımız, kurallara uyan halkımız yok desen, seni Batı hayranı olarak gösterirler. 

Haset, fesat, çekememezlik adına ne varsa bu ülkelerde var. Nerede bir kural tanımazlık varsa bu ülkelerde.

Aynı çukura doldurulsalar aynı kazanda kaynamazlar. 

Derdin ne bu kadar? İslam dünyası ile alıp veremediğin nedir diyebilirsiniz. İslam dünyasının hali pürmelali dolayısıyla dertliyim dertli olmasına. Zira İslam dünyası benim için bir hayal kırıklığıdır.

Aslında bu konuya başlarken fesat, Haset, İslam dünyasında gırla gidiyor deyip sadede gelecektim. Gördüğünüz gibi dolmuşum ki döşedim. Haset ve fesat dünyası dediğim İslam dünyasında diğerlerinden farklı ve istisna olan ülkeler vardır belki ama tepeden bakınca hiçbiri içimi açmadı. (Devam edecek) 

Haset ve Fesat Dünyası (1)

Adına ister İslam dünyası  ister Müslüman ister halkı Müslüman ülkeler diyelim, bu ülkelere İslam dünyasından ziyade haset ve fesat dünyası ya da yuvası diyesim geliyor.

Çünkü hiçbir İslam ülkesi birbirinin ne olmasını ne de onmasını ister.

Bu ülkeler birbirinin kuyusunu kazmaktan, ayağını kaydırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Ne birbirleriyle doğru dürüst bir araya gelirler ne ortak hareket ederler ne de Batı'ya karşı tek vücut olurlar.

Her biri görünürde kendi başına buyruk ama her birinin ipi başkasının elinde. 

Başkalarına karşı süt dökmüş kedi gibi olurlar. Birbirlerine karşı aslan kesilirler. 

Ülkelerinin yeraltı kaynaklarını Batı'ya ve küresel güçlere peşkeş çekerler. 

Hiçbiri teknolojide, bilimde ve üretimde yok. 

Ellerindeki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını adeta bir hayırsız evlat gibi  harman savurmada üstlerine yoktur. 

Birbirleriyle doğru dürüst alışverişleri bile yok. Varsa da zorunluluktan. Birbirlerinden daha uyguna almak ve ticareti geliştirmek varken gerekirse pahalı almak suretiyle bu dünyanın dışındaki ülkelerden alırlar. 

Utanmasalar birbirlerine selam vermeyecekler, selamı sabahı kesecekler. 

Ülkelerindeki yeraltı ve yerüstü kaynakları paylaşmada adaletten eser yoktur. Zengini Karun gibi zengin, fakiri de ekmeğe muhtaç. Sosyal devlet ve sosyal adalet yönünden her sene ikmale kalırlar. 

Çoğu babadan oğula geçen saltanat ile yönetilir. Aile devleti dense yeridir. Demokrasi bu ülkelere uğramaz. Kazara demokrasiye geçen varsa da onların yönetim anlayışı, yönetime gelişleri ve yönetimde istikrar abidesi olmaları yönüyle krallıktan başka bir şey değil. 

Ahlak ve etik değerler, özgürlük ve huzur bu ülkelerde hak getire. Kimin gücü kime yetiyorsa yok etmek için uğraşır. Mülkün temeli adalet bu ülkelerin semtine uğramaz. Her şeyi kılıfına uydurmada üstlerine yoktur. Zulüm, haksızlık, bedbahtlık, her türlü ahlaksızlık bu ülkelerin kaderi gibi bir şey. 

Hepsinde işleyen, kurum ve kurallarıyla oturmuş bir devlet yapısı yoktur. Kişiye özgü yönetim anlayışları vardır. Devleti ele geçiren mülkün sahibidir. 

Her biri İslam dünyasının liderliğine oynar. Kendisini ve ülkesini bulunmaz Hint kumaşı sanır. (Devam edecek) 

Bastığımız Zemin Ne Derece Sağlam?

Zaman zaman Türkiye'nin değişik yerlerinde obruk adı verilen büyük yarık, geniş ve derin çukurların oluştuğu gündeme gelse de Karapınar ilçesi, oluşan ve tehlike arz eden çok sayıda obruklarla hop oturup hop kalkıyor. Şimdi de bir zamanlar yüzeye yakın su çıkıyor denilen Çumra'da da büyük çukurlar oluşmaya başladı. 

Obruklar ekili arazilerde, sulama yapılan yerlerde ve meskûn mahallerde ortaya çıkıyor.

Birden ve beklenmeyen yerden ortaya çıkan obrukların büyüklüğü o kadar korkutuyor ki üzerinden araba geçse, kaç arabayı içine çekecek cinsten. İçine düşen eşya, mal, insan ve aracı çıkarmak mümkün değil. Çünkü görüntüler adeta dipsiz bir kuyuyu andırıyor. Ara ki bulasın. Ki böyle bir tehlike arz eden obruklarda arama ve kurtarma çalışması yapmak da mümkün değil. Çünkü ayağını bastığın toprağın da altının boşalma riski var.

Oluşan bu obruklar bir şekilde doldurulsa da başka yerlerde yine yeni obruklar oluşuyor.

Ne zaman, nerede ne büyüklük ve ne derinlikte bir çukurun açılacağı muamma olan, özellikle obruk riski olan mahallerde, çiftçi traktörüne binip nasıl tarlasını gönül rahatlığı içinde sürmeye kalksın. Oluşacak bir çukur maazallah traktörüyle birlikte çiftçiyi yutar. Bu durumda çiftçi ekin, harman ve çifte giderken kelle koltukta gidecektir.

Sadece ekili araziler değil, hiç ekilmeyen yerlerde de obruklar oluştuğuna göre insanımız özellikle obruk riski olan bölgelerde gönül rahatlığıyla nasıl gezip dolaşabilsin.

Meskûn mahallerde de çukurlar oluştuğuna göre oturduğumuz evler, üzerinden araçla geçtiğimiz yollar ne derece güvenilir? Böyle giderse ölümümüz belki de bir kör kuyu yüzünden olacak.

Hasılı ayağını sağlam zemine bas, yerden güç al, ayağını yerden kesme, denilen yer eskisi gibi güvenilir değil. Çünkü güven vermiyor. 

Küresel ısınma ile birlikte yeraltı suları çekildikçe, yerine yeterince yağış gelmedikçe, yeraltında oluşan su havzaları içme ve sulamada kullanıldıkça, su ile kaplı havzalar boşalacak. Biz de altında büyük çukurların oluştuğu ama üstü toprakla kaplı zeminlerde yürümeye ve yaşamaya devam edeceğiz.

Zemin etüdü yapılmadan, gerekli izin alınmadan zamanında su kuyusu açılan ve suyu biten yerler birinci derece tehlike arz ediyor.

Kendiliğinden oluşan obrukların etrafına güvenlik şeridi oluşturmanın ya da oluşan obruğu kapatmanın dışında yetkililerin de yaptığı bir şey yok. Yetkililerin elinde şuralarda obruk riski var şeklinde bir zemin etüdü yapılarak Türkiye'nin bir obruk haritası olduğunu da sanmıyorum. Varsa da bilmiyorum. Şayet obruk riski haritası yoksa yetkililerin bir eksikliği bu. İstenirse ve dert edinilirse böyle bir risk haritası ortaya konabilir. Yerin km’lerce altından geçen deprem fay hatlarını ortaya koyan bilim, obruk fay hattını da ortaya koyabilir. Vatandaşını bu konuda bilgilendirir. Vatandaş da elinden geldiği kadar bu konuda dikkatli olmaya çalışır. Özellikle bir zamanlar evinin altına ya da bahçesine su kuyusu vurdurup şebeke suyundan ziyade bu suyu kullanan apartmanlar ve mahaller belirlenip gerekirse boşaltılması yoluna gidilebilir. Aksi takdirde bu tür meskûn mahallerde açılacak büyük obruklar binalarla birlikte insanımızı içine çeker ve yutar.

Hasılı özellikle karasal iklimin hakim olduğu bölgelerde oturanlar için yer eskidi gibi sağlam ve güvenilir değil. Rabbim encamımızı hayreylesin.

22 Mayıs 2024 Çarşamba

Ucuz İnsanın Psikolojisi

Yeğenim, seçimde desteğini bekliyorum. Seçilirsem dile benden dilediğini derdi eski belde ve ilçelerde siyasiler. Yeğenin tek derdi vardır. Hemen isteğini dile getirir. “Dayı, şu okul müdürünü buradan sür. Senden başka bir şey istemem. Oyum da senin derdi.

Anlattığım bu anekdot Türkiye’nin birçok yerinde olağan şeydi.

Dayı seçimi kazanır. İlk yaptığı illerden biri yeğeninin istemediği okul müdürünü bir başka yere sürdürmek olurdu.

Bu isteği yerine gelen yeğenin ise keyfi yerindedir. Çünkü egosunu tatmin etmiştir.

*

Çanakkale Meydan Muharebesi, Birinci Dünya Harbinde düşmana geçit vermediğimiz, adeta destan yazdığımız bir muharebedir. Diğer 9 cephede ise başarılı olamadığımız gibi kaybettik. Hasılı Çanakkale Meydan Muharebesinin de içinde bulunduğu 1. Dünya Savaşını kaybettik. Çanakkale’de gösterdiğimiz başarıyı küçümseyecek değilim ama sonuçta biz bu savaşı 9-1 kaybettik. Maça benzetirsek rakip dokuz atmış, biz ise bir atmışız. Adeta tek şeref golümüz var bu savaşta. Durum bu iken biz kaybettiğimiz bir savaşın içinde attığımız bir golü her yıl kutluyoruz.

*

GS ve FB derbi maçını bildiğiniz gibi FB kazandı. FB ezeli rakibini deplasmanda üstelik bir eksikle yendi. Bu galibiyete FB rakibiyle arasındaki puan farkını üç puana indirdi ve şampiyonluk iddiasını son maça taşıdı. Bu derbi maçı sonrası FB Başkanı’nın açıklamalarına yer verelim:

Beyler ne başardığınızı anlayın.

Büyük partiyi dağıttınız.

Yenilmezlik serilerini mahvettiniz.

Sanatçılar gidiyor. Hazırladıkları podyumu kuramayacaklar. Sizinle gurur duyuyorum. 

Şampiyonluğu kutlama planlarını iptal etmemiz bir Fenerbahçe taraftarı için şampiyonluk kadar önemlidir”.

Başkan bu konuşmayı maç sonrası soyunma odasında futbolcularına İngilizce olarak yapıyor.

Sayın Ali Koç’un maç sonrası stada gelip kabadayı edasıyla stattaki görüntüsü nasıl bir hâletiruhiye taşıdığını ele veriyor. Adeta kırıp dökecek, sağa ve sola saldıracak bir görüntü çiziyor. Bir Başkan’a yakışmıyor vesselam. Bunun üzerinde durmayacağım.

İngilizce konuşması ve içeriğine dair birkaç şey söyleyeceğim:

Bir Türk takımının Türk Başkan’ı, Türkiye’de niçin İngilizce konuşur? Gören de bu ülkenin ana dili İngilizce sanır. Herhalde futbolcularına, bakın ben İngilizce de biliyorum mesajı veriyor olsa gerek. Ayrıca konuşurken niçin futbolculara bakmıyor ve niçin yerinde durmuyor da adımlıyor? İnanın garipsedim. Bu görüntünün tıpta bir adı var mı bilmiyorum.

Bu hırçınlık bu gerginlik bu hava atma bu agresiflik bu şımarıklık niye? Gören de zafer kazanmış bir komutan sanır.

Neymiş de bu maçı kazanarak neleri başarmışlar neleri. GS’nin şampiyonluk kutlama podyumlarını kurmasına izin vermemişler. Gelen sanatçılar geri gitmiş. Kutlama partisini dağıtmışlar. Şampiyonluğu kutlama planlarını iptal etmişler. Bu iptal şampiyonluk kadar önemliymiş. GS’nin yenilmezliğine son vermişler.

FB bu maçı kazanarak şampiyon olsa eh, GS’nin şampiyonluğunu elinden aldı dersin. Şampiyonluğu belirleyecek daha bir maç var. GS bu maçı da kaybedip şampiyonluğu Fener’e kaptırsa tamam dersin. Daha ortada fol yok, yumurta yok. Üstelik şampiyon olmaları GS’nin elinde iken bu neyin şımarıklığı böyle?

Görünen o ki FB Başkan’ı için GS’yi yenmek şampiyonluktan daha önemli. GS’i yenmek yeterli bunun için.

Ali Koç’un taşıdığı bu kafa okul müdürünün sürdürülmesini isteyen seçmenden farklı değil.

Yine bu kafa savaşı kaybettiğimiz ve kaybettiğimiz savaşın sonuçlarına katlandığımız halde savaşın bir cephesinde elde ettiğimiz zaferle yetinip sevinmemize benzer.

Süper Ligi bir maratona benzetelim. Asıl başarı maratonun sonunda ipi göğüslemektir. Yoksa koşucuların maratonun belli bir etabını önde bitirmesi zafer değildir.

Verdiğim bu üç örnekten ne çıkarırsınız bilmiyorum ama ben bu örneklemenin ilkinde kişisel kin ve nefret, ikincide mağlubiyet kompleksini bastırma ve bununla tatmin olma, üçüncüde ise hem ilk örnekteki nefret hem de mağlubiyetten tatmin olma duygusunu görüyorum. Çanakkale’yi anlarım da birinci ve üçüncü hali anlamak zor. Herhalde ucuz insanların psikolojisi olsa gerek. Bir insanın gözünü kin, nefret, çekememezlik bürümüşse, ondan da sağlıklı hareket ve normal tavır beklenemez zaten. 

21 Mayıs 2024 Salı

Şımarık Bir Profil

Her zengin ve şöhret sahibi olmasa da baba ve soydan gelme bazı zenginlerimiz var. 

Bunlar yediği önünde yemediği arkasında olan, hiç para sıkıntısı çekmeyen ve yokluk nedir bilmeyen, ailenin el bebek gül bebek yetiştirdiği kişilerdir. 

Her istediği yapılınca da ele avuca sığmaz bu tipler. 

Dünyanın merkezine kendisini koyan, bencil ve egoist kişiliğe sahip. Dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğünü sanırlar.

Kibir tavan yapmıştır bunlarda. Özgüven patlaması yaşarlar.

Hiçbir özelliği ve yönetim kabiliyeti olmadığı halde sırf parasından dolayı belli bir makama getirilen bu tiplerin ne dilinin ayarı vardır ne dengeli hareket ederler ne de sorumlu davranırlar. 

Aksine toplumu ve kitleleri germede üstüne yoktur. 

Güç kendisinde, para kendisinde olunca bilir ki kimsenin kendisine had bildirecek durumu yoktur. 

Paradır bunları konuşturan bu ne oldum delisi olanları. 

Şımarıktır. Kimse sesini çıkarmayınca astar ister. Şımardıkça şımarır. 

Para, makam ve güç kendisinde olunca her dediğinin olmasını ister. 

Şayet istediği olmazsa gerilim çıkarır ve geriliminden beslenir. 

Oturduğu koltuğu kabadayı edasıyla yönetir. Kavgacıdır. Kavgayı tetikler. En önde de kendisi koşar. Sokak kabadayısı gibi davranır. Sanırsın ki koltuk sahibi değil, o kitlenin amigosu veya ayak takımı. 

Ağzı bozuktur. 

Kırdıkça kırar. Vurdukça vurur. Olmadı boğazını sıkar. 

İnsanlar ve yetkililer sesini çıkarmadıkça kendini bir şey sanmaya devam eder. 

İşi kurallarına göre oynayamayınca, istediği olmayınca iddialar ve algılar üretir. 

Zenginliğin verdiği şımarıklıkla oturduğu koltuğun sahibini kendisi sanır. Koltuğu emellerine alet etmede üstüne yok. Hele bir de peşine takılıp kendisine inanan insanlar varsa kendisini doğru yolda görür. 

Anlatmaya çalıştığım bu tipler vardır çevrenizde. Para, şöhret, güç budalasıdır bunlar. 

Bu tipler ne kadar variyet sahibi olursa olsun, istediği makamı elde etsin, parayla satın almadığı yer kalmasın, en iyi okullarda okusun, zerre gözümde yoktur. Çünkü ilk önce adam ve insanlık lazım. Önce edebini ve haddini bilmeli. Bilmiyorsa birileri bildirmeli. Yoksa başımızda ekşir durur bunlar. 

Tarikat Şeyhleri ile Parti Liderlerinin Ortak Yönü

Sosyal medya anı sayfasında kalmış bir yazım. Bloğumda da yerini alsın istedim:

Bu ülkede cemaatler, tarikatlar çok eleştirildi.

"Vay efendim, şeyhinin iki dudağı arasında her şey. Mutlak itaat şart. O ne derse o olur, itiraz edilmez" denir.

Parti liderleri bundan farklı mı?

Bence aralarında hiç fark yok. Tarikat şeyhinin yaptığını, noktasına virgülüne parti lideri de yapıyor.

Örnek mi istersiniz. Malum bugünlerde vekil listeleri hazırlanıyor.

Parti liderlerimiz dama taşı oynar gibi adaylarını paraşütle "sen şu ile, o bu ile" diyerek yerleştiriyor.

Lider bunu yapıyor, aday adayımızdan tık yok.

İşin garibi bu tasarruf ve inisiyatif parti meclisinden de onay alıyor. 

Dense ki;

"Sayın aday! Haydi aday gösterildiğin yeri haritadan göster" ya da "Bugüne kadar o ile hiç gittin mi" veya "Hiç o ilden tanıdığın var mı" diye sorulsa, öyle zannediyorum sınıfta kalır.

Buna rağmen aday gösterilir ve aday olunur.

Seçmen de vardır bir hikmeti diyerek gider, tıpış tıpış oyunu verir.

Kimse bir şey demez. Çünkü karşılarında tarikat şeyhi ile aynı yetkilerle donatılmış parti lideri var. O ne derse o olur. Yoksa aforoz edilir.

Şimdi size soruyorum: Bir parti lideri ile bir cemaat lideri veya tarikat şeyhi arasında yetki bakımından bir fark var mı?

Bulabilirseniz merakımı gidermiş olursunuz ve size minnettar kalırım.” 21 Mayıs 2018