Ana içeriğe atla

Yahudiler ve Müslümanlar

Şu bir gerçek ki Yahudiler Müslümanlardan, Müslümanlar da Yahudilerden haz almıyor. Bununla kalsa daha iyi. Her iki topluluk da birbirini düşman görüyor.

Bu düşmanlığı her iki kesimin kutsal kitapları tetikliyor. Yahudilerin kitaplarında Amalika adı verilen kişiler Filistin ve çevresinde yaşayan kişiler. Bunların kahir ekseriyeti de Müslüman Araplar ya da Araplaşmış kişiler. Birinci ve en büyük düşman olarak Amalikalıları gösterir kutsal kitapları.

Kur'an'da da özellikle Bakara süresinin çoğu ayetinde Yahudilerin eleştirildiğini görüyoruz. Hadis rivayetlerinde de "Müslümanlarla Yahudiler harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. O harpte Müslümanlar (galip gelerek) Yahudileri öldürecekler. Öyle ki, Yahudi, taşın ve ağacın arkasına saklanacak da, taş veya ağaç; 'Ey Müslüman, Ey Allah'ın kulu, şu arkamdaki Yahudi’dir, hemen gel de öldür onu!' diye haber verecektir. Sadece Garkad ağacı müstesna, çünkü o, Yahudilerin ağaçlarındandır.”(Müslim, Fiten, 82)" türünden hadisler dikkatlerden kaçmıyor. 

Düşmanlığın kökenini peygamber seçimine kadar götürebiliriz. Yahudilere birbiri ardı sıra baba, oğul, torun peygamberler kendi soylarından gelmiş. Son peygamber beklentisi içerisindeyken Araplardan veya Araplaşmış bir peygamber çıkması, kendilerini üstün gören, Yehova’nın vadettiği toprakların sahibi ve efendisi gören Yahudileri, peygamber ve inananlarına daha da düşman olmalarını gösteriyor.

Düşmanlığı tetikleyen bir başka husus, peygamber Medine’ye hicret etmeden önce Medine’de yaşayan Beni Nadir, Beni Kaynuka ve Beni Kureyza Yahudilerinin rahat durmadıkları için ya sürgüne gönderilmeleri ya da Beni Kureyza gibi bir kısım erkeklerinin kılıçtan geçirilmesi, ardından Yahudilerin oturduğu Hayber’in fethi gibi hususlar da tarihi bir gerçektir.

Kısaca Yahudi ve Müslüman düşmanlığının kökenleri dini ve tarihi derinliğe sahip.

Kitapları değiştirilemeyeceğine göre bu iki toplumun tarihi mücadelesi göz önüne alındığında, bu iki toplumun sorunu çözümlenmeden ilanihaye devam edecektir. Aynı bölgede yaşayan bu iki topluluk geçmişe dayanan bu düşmanlık sebebiyle ne kendileri huzur bulacaklar ne dünyaya huzur verecekler. Kimin gücü kime yetiyorsa, onu alt etmeye çalışmakla ömürleri geçecek. İsrail’e Gazze ve Batı Şeria verilse dahi bununla yetinmeyecek. Çünkü vadedilen topraklara ulaşmak en büyük hedefleri.

Bugün Yahudilerdeki dünya hakimiyeti; siyasi, ekonomik, teknolojik güç Müslümanların eline geçse, şimdiden bir şey söylemek mümkün değil ama  öyle zannediyorum, Yahudileri sindirmek ve yok etmek için Müslümanlar da fetih ya da fitneyle mücadele adına Yahudilere gün göstermeyecek. Bunu hem gidişattan hem de ezen ve ezilen yönünden böyle okuyorum. Ezilen, eline güç geçirince, ezene aynı muameleyi yapar. Bugün Yahudilerin geçmişin mağduriyet ve ezikliğini çıkarmak amacıyla Müslümanları yok etmeye çalıştığı gibi.

Hasılı bugün Yahudiler dünkü ezilmişliğin hıncını alıyor. Bu noktaya gelmek için azınlık psikolojisi içerisinde para, bilim, ticaret ve teknolojinin sahibi olmuşlar. Güce ulaştıklarını anlayınca da saldırıyorlar.

Yahudiler böyle iken Müslümanlar ne yapıyor? Hepsi olmasa da Müslümanların çoğunun bilinçaltında bir antisemitizm düşüncesi var. Biz de Yahudiler gibi her alanda güçlenecek onlarla mücadele edelim demiyorlar. Ne üretimde ne ticarette ne bilim ne de teknoloji de varlar. Lobi oluşturma zaten yok. Yatıyorlar Yahudi’ye kızıyorlar, kalkıyorlar Yahudi’ye kızıyorlar. Bildikleri tek şey her kızıp köpürdüklerinde Yahudi mallarına boykot uygulamaya kalkıyorlar. Boykotun işe yaramayacağını adları gibi biliyorlar ama elden başka da bir şey gelmiyor. Hasılı Müslümanlar tarifi mümkün olmayan bir acziyet içerisindedirler. Boykotla, mitingle, yürüyüşle, fetih süresi ve dua okumakla ve Yahudi’ye beddua ve lanet etmekle, kızıp köpürmekle başarı elde edilebilseydi, şimdiye kadar Yahudilerin burnu kaç defa sürtülmüş olurdu.

Hasılı adı konsa da konmasa da Yahudiler ve Müslümanlar birbirine düşman ve rakipler. Düşman ya da rakiple mücadelenin yolu ise kızıp köpürmede değildir. Kızıp köpürse rakibine daima yenilir ve gerisinde kalır. Halbuki onlar nasıl güç olmuşlarsa, Müslümanların da onlar gibi hatta onlardan daha üst seviyede güç olmaları gerekir. Bunun yolu da bilimde, üründe, teknolojide, kültürde üretmek ve aranan markalar oluşturmaktır. Değilse, bu devşirdikleri güçle, Yahudiler Müslümanları her defasında ezecek ve yok etmeye devam edecektir.

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Yazınızı okudum. Konuyu yeterince ve çok güzel bir şekilde alarak açıklamaya çalışmışsınız. Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
    "...İsrail’e Gazze ve Batı Şeria verilse dahi bununla yetinmeyecek. Çünkü vadedilen topraklara ulaşmak en büyük hedefleri..." Doğrı bir tespit kayılıyorum.


    NOT: "Şu bir gerçek ki Yahudiler Müslümanlara, Müslümanlar da Yahudilerden haz almıyor. " Bu cümlenizde bir yazım hatası var, düzeltirseniz diye dikkatinizi çekmek istedim. (Birinci cümledeki Müslümanlara, değil; Müslümanlardan, ) olmalıydı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ediyorum Recep Bey. Gözümden kaçan yazım hatamı sayenizde düzeltmiş oldum.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde