Ana içeriğe atla

Gafın Büyüğü

Din, milli, manevi ve ahlaki değerler, kutsallar, örf ve adetler, bir milleti millet yapan ortak değerlerdir. Tabu haline getirmeden, dokunulmaz kılmadan korumaya çalışmaktır. Birlik ve beraberlik ve ortak kültürün oluşması için gereklidir. Bayrak, İstiklal Marşı, milli ve dini bayramlar, belirli gün ve haftalar, kıble, başörtüsü, namaz takkesi, tespih ve seccade gibi dinle özdeşleşmiş araçlar, karşılıklı saygı ve sevgi, nezaket, birbirimize tahammül, fikirlere saygı vs. örnek olarak verilebilir.

Örnekleri çoğaltmadan ve her birinin üzerinde durmadan güncel konu seccadeye getirmek istiyorum sözü.

Seccade, namaz ibadetini yerine getirmek için hayatımıza sonradan girmiş bir bez parçasıdır. Namazın 12 rüknünden biri olan maddi pisliklerden temizlenmek anlamına gelen necasetten taharet şartını yerine getirmek gerekiyor. Bunun için mükellef; vücudunda, elbisesinde ve namaz kılacağı yerde namaza mani maddi ve görünür bir pisliğin olmamasına özen göstermelidir. Değilse namaz olmaz. Yani namaz kılınacak yer pis değilse ayrıca seccade sermeye gerek yok. Toprak, kum vb. yerlerde de seccade olmadan namaz kılınır. Bu demektir ki seccade namazın olmazsa olmaz bir şartı değildir.

Siyer kitaplarından Mescidi Nebi’nin ilk ve orijinal halini incelediğimiz zaman Mescitte sergi namına ne halı var ne kilim ne de seccade var. Müslümanlar kum ve toprak üzerinde cemaatle namazlarını ifa etmişlerdir. Bugün ev ve iş yerlerinde halının üzerine seccade serip namaz kılmak, hadesten taharete önem vermenin dışında başka bir anlamı olmadığı gibi ayrıca kutsallığı da yoktur.

Seccadenin kutsal olmaması, üzerine ayakkabı ile basılabileceği anlamına gelmez. Bizim kültürümüzde değil seccadenin, herhangi bir serginin olduğu yere ayakkabı ile girilmez ve üzerine basılmaz. Bir yerde halı, kilim vb. ne varsa ayakkabı çıkarılır ve çıplak ayak veya çoraplı bir şekilde üzerine basılır.

Acizane bir yerde sergi varsa ayrıca seccade sermem. Boş bulduğum bir yerde namaza durur, vazifemiz ifa ederim. Ayrıca seccade sermeyi zait görürüm. Her namazda sergi temiz olmasına rağmen namazı ifa için namazlık serenleri de abartılı bulmakla beraber bu hassasiyetlerine saygı gösteririm.

Kutsallığı olmasa da namazlık da dediğimiz seccade üzerine ayakkabı ile basılmasını hoş karşılamam. Sadece seccadeye değil, bir serginin üzerine ayakkabı ile basılması da doğru değildir. Türk filmlerinde görmeye alıştığımız gibi rol icabı da olsa evlere ayakkabı ile girmeyi tasvip etmiyorum. Zira bizim kültürümüze ters. Bilmeden ve görmeden seccadeye ayakkabı ile basmak mazurdur. Pardon demesi veya özür dilemesi yeterlidir. Ayrıca üzerine gitmek, tiye almak, bilmediği ve görmediği bir şeyden dolayı ayıplamak, bir bardak suda fırtına koparmaya çalışmak, bunun altında başka manalar aramak seccadeye basmak kadar ayıptır. Çünkü bizim kültürümüzde aman dileyene el kalkmaz. Dilenen özrü erdemli bir davranış görmek gerek. Bilmeden yapılan bir hareketin gündem olması ve gündemi meşgul etmesi bile hoş değildir. Bilmeyen mazurdur ama ayıplayanı mazur değildir.

Amacım, seccade üzerinden birilerini haklı çıkarmak, birilerini de haksız göstermek değildir. Onca sorun arasında, seccade gibi bir konunun gündem olması bu ülkenin ayıbıdır. Ha bu konuda hassas mıyız? Tebrik ediyorum. Aynı hassasiyeti her konuda gösterelim. Tüm gaf ve potların kim tarafından yapıldığına bakmaksızın aynı tepkiyi verelim. Mesela seccadeye basmak mı daha ayıp yoksa sel baskınında boğulup ölen insanların ardından “Evet, 15 insanımız öldü ama toprak da suya doydu” demek mi daha çok ayıp? Evet, seccade üzerine ayakkabı ile basmak ayıptır. Bu toplumun hassasiyetini bilmemektir. Bu ayıp ve bilgisizlikten dolayı özür dilenir, kişi temize çıkar. Üzerine basılan seccade de makineye atılır, bir güzel yıkanır ve temizlenir. Kuruduktan sonra namazlık olarak kullanılır. 15 kişinin ölümü üzerinden toprağın suya doyduğunu telaffuz etme söylemini nasıl temizleyeceğiz? Var mı bunu temizlemenin ilacı? Ki bu gaftan dolayı özür dilendiğini de işitmedim.

Son söz olarak seccade olayı da gösterdi ki bu toplum birbirine yabancı. Ne Alevi, Sünninin hassasiyetin farkında ne de Sünni, Alevinin hassasiyetinin farkında. Sorunumuz da burada. 

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Bu aralar evde mutfak yenileme gibi bir çalışmaya başladığım için ne televizyonu izlemek, ne de haftada üç gün aldığım gazeteyi okuma fırsatı bulamadım. Sahi seccade olayı neydi hocam? Merak ettim şimdi. İnternet üzerinden de bu haberi öğrenmeye hiç niyetim yok. Tarafsız birinin ağzından duymak benim için daha kıymetlidir.
    Yazınız çok güzeldi. Kaleminize, emeğinize ve gönlünüze sağlıklar dilerim.
    Selam ve muhabbetle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. As, teşekkürler Recep Bey. Mutfak yenileme meşgalen için Allah yardımcın olsun. En güzel günlerde ağız tadıyla kullanmayı nasip etsin. Seccade olayının aslını sormuşsunuz ama cevap vermede geciktim. Bu arada aslını öğrenmişsiniz. Kusura bakmayın. Ben de sizi gibiyim. Gündemi pek takip etmem. Belki de en iyisi bu. Seccadeye gelince kasten basıldığını sanmıyorum. Birileri malzeme arıyordu. Onu da veriverdi. Sanki birileri kumpasa getirdi. Bence gündem bile olmaması gerekirdi. Seccadeye basmak hoş değil, özür dilemek olması gerekendi. Özrün arkasından seccadeyi konuşmak iyi niyetle bağdaşmaz.

      Sil
  2. Merhabalar.
    En sonunda bu seccade olayını merak ettim ve internetten olayın ne olduğunu öğrendim. Her ne kadar fotoğraf çektirme telaşıyla da olsa, bastığın yere her zaman dikkat edeceksin. Demek ki, Kılıçdaroğlu attığı adımlara dikkat etmeyen biri. Eğer bu dikkat yapılmış olsaydı orada duran iki seccadeyi kim olsa oradan kaldırırdı. Gerçekten önce seccade için, daha sonra da Kılıçdaroğlu için bu durum hiç iyi olmamış.
    Selam ve muhabbetle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. As. İftar, toplantı vb kalabalık ortamlarda bu tür aksamalar olabiliyor. Gördüğüm kadarıyla Kılıçdaroğlu heyecanlı. Nereye bastığını bilmiyor. Danışmanları ne iş yapıyor, merak ediyorum. Ama bir şeylere yabancı oldukları kendini belli ediyor.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde