Televizyonun
lüks; bilgisayar, tablet ve cep telefonunun olmadığı küçüklüğümüzde, bizi evde
oyalayacak bir meşgalemiz yoktu. Bizim tüm meşgalemiz, mahalle arkadaşları ile
vakit geçirmekti. Evden çıkar, akranlarımızla buluşurduk. Gelmeyen
arkadaşımızın evine gider, haydi gel diye çağırırdık. Ne yapalım ne edelim
üzerine kısa bir görüşme yapardık. Elimizde de doğal oyuncaklardan başka bir
seçenek yoktu. Ya çember sürecektik ya kim geçecek diye koşu yarışması yapacaktık
ya bilye ya aşşık oynayacaktık ya teker sürecektik ya da plastik (naylon) top
oynayacaktık. Çember, bilye, aşşık, teker herkesin vardı. Topa gelince
bakkaldan gidip alacaktık. Önce bakkala topun fiyatını sorar, sonra aramızda
para toplar, ortaklaşa bir top alırdık.
Topu eline
alan sağa sola değdirmeden, özene bezene top sahasına kadar topu götürürdü.
Çünkü yere düşen top yuvarlanıp bir dikene, bir çöğüre dokunsa hemen
patlardı. Biz de onunla beraber soluğu sahada alırdık.
Saha
dedimse 8-10 kişinin kendi arasında çift kale maçı yapabileceği taşlı, topraklı
bir yer idi. Diğer yerlere göre biraz daha düz olurdu. Hemen iki tarafa taşları
koyar, adımlar, kale yapardık.
Ne eşofmanımız
olurdu üzerimizde ne de spor ayakkabısı. Ne giyiyorsak oydu bizim formamız.
Ayağımızda da çarık ayakkabı olurdu.
Sıra
gelirdi takım kurmaya. Mahalle maçı yapacaksak mahalleden olanlarla takım
kurulurdu. Kendi aramızda yaparsak iyi ve zayıf olanları harmanlayarak bir
takım oluştururduk. Topu patlatmadan ne kadar oynarsak kardı bizim için. Koşar
dururduk saha içinde. Heyecanı başkaydı. Düşer bir yerimizi yaralasak da
problem değildi. Yaraya rağmen ayağa kalkardık. Bir de gol atınca dünyalar
bizim olurdu. Mahalleler arası yapılan maçlar FB-GS rekabetini aratmazdı.
İster
mahalle ister kendi aramızda maç yapalım. Biz oyuna kendimizi kaptırmışken kimsenin
gelmesini istemediği köyün belalısı gelirdi sahaya. Tuttururdu ben de
oynayacağım diye. Oyunu durdururdu. Eksik yok desek de laf dinlemezdi. Ya direk
oyuna girer, topa rastgele vurmaya başlar ya bak beni oynatmazsanız topunuzu
keserim der ya topu alır kaçar ya da topa çukura doğru vururdu. Uzağa kadar
gitmiş topu alıp gelmek de işin bir başka yönüydü. Elin mahkum bunun dediğini
yapmaya. Zira bağırır çağırır, ortalığı velveleye verir, delirme noktasına
gelirdi. Sesi de herkesten fazla çıkardı. Dediğini yapmazsan herkesle kavgaya
tutuşurdu. Hiçbirini yapamasa, gider birimizin evinin camını taşla kırardı.
Dediğini de yapardı. İnatçıydı çünkü. Mutlaka dediği olacaktı. Nuh der,
peygamber demezdi.
Maçın
içine eden köyün bu mızıkçısını, birini takımdan alarak oyuna alırdık. Bu
arkadaş bu inadıyla hep bize galip gelmiş ve zafer elde etmiştir. Hasılı,
biz ona hiç galip gelemedik.
Köyün bu mızıkçısı, oyuna dahil
olduktan sonra da oyunun içine etmeye devam ederdi. Hakem de oydu, oynayan da oydu,
oyun kurucu da oydu. Şu mevkie geç de diyemezsin. O istediği yerde oynar,
istediği kişiyi de sen şuraya geç diye talimatlar verirdi. O gol dediyse gol
kabul edilir, penaltı dediyse penaltı olur, faul dediyse faul olur. Hasılı
oyunun ve sahanın her şeyden sorumlu ama hiç sorumluluğu olmayan tek hakimi idi.
Bu kişinin belli başlı özelliği,
yukarıda da bahsettiğim gibi mızıkçılığı, oyunbozanlığı ve inatçılığı idi. Hiç
geri adım atmamıştır. Onun bu yapısını bilen herkes de içine atıp sesini kesmiş,
gerekirse çalıya dolanmıştır. Allah bizi affetsin, ne istediyse verdik. İnat
onun zaferi ise, netice bizim için hep mağlubiyet olmuştur.
Küçüklükte
gördüğüm bu baş belası geçimsiz kişiyi şimdilerde görüyorum. Çok değişmiş.
Uyumlu biri olmuş. Bakıyorum, saygıda da kusur etmiyor. İki lafının biri bizim
oğlan. Onu görünce keşke geçmişte geçimsiz ve inatçı olanların hepsi bu
yönlerini küçüklükte bıraksalardı diyorum. Çünkü küçüklüğünde yani yedisinde ne
ise yetmişinde de aynı olan kişi o kadar çok. Bu tipleri iş, sosyal ve siyasi
hayatta o kadar görüyoruz ki sonuç kimsenin hoşuna gitmese de hep bu
inatçıların dediği olur. Yani inatları galip gelir. Çünkü dediğim dedik,
çaldığım düdük tipinde insanlardır bunlar. Hele bir de ellerinde güç ve imkan
varsa, bunlara; bu yaptığın, bu dediğin, bu yapacağın yanlış veya onulmaz
yaralar açar diye kim ne diyebilir? Dense de kar etmez. Nasıl ki cahille
münazaradan kimse galip gelemezse, bu inatçıların inatlarına da kimse galip
gelemez. Hasılı, ülke yanmış, bitmiş, tükenmiş önemli değil bu tip inatçılar
için. Ülke zarar etse de fakrı zaruret içine girse de ülke bu tiplerin
doğrularının ve inatçılığının mağlubudur. Tek galip vardır. O da bunların
inatçılığı. Buna inadın zaferi diyebiliriz. Öyle zannediyorum, dediğimi
yaptırdım, herkese diz çöktürdüm diye egoları da tavan yapıyordur bu tiplerin.
*24/11/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder