—Efendim,
terör örgütünün siyasi ayağı tartışmaları yeniden alevlendi. Kimse yoğurdum
ekşi demiyor. Ne dersiniz, bu sefer siyasi ayak ortaya çıkar mı?
—Bu
bir kayıkçı kavgasıdır. Kayıkçı kavgalarında gerçek ve doğrular ortaya
çıkmadığı gibi taraflara da bir zarar gelmez. Boş ver, sen siyasi ayağı! Ben sana
bir fıkra anlatayım:
“Şehrin
kadısı içki müptelasıdır ama mesleğine halel gelmesin diye halka açık yerde
içki içmez. İçmek için şehir dışını mesken edinir.
Yine bir gün içmek için kadı, şehrin dışına çıkar. O kadar içer ki sarığını bir tarafa, cübbesini diğer tarafa atarak sızıp kalır. Oradan geçmekte olan Nasrettin Hoca, cübbeyi sırtına geçirdiği gibi şehrin yolunu tutar ve cübbeyi giymeye devam eder.
Yine bir gün içmek için kadı, şehrin dışına çıkar. O kadar içer ki sarığını bir tarafa, cübbesini diğer tarafa atarak sızıp kalır. Oradan geçmekte olan Nasrettin Hoca, cübbeyi sırtına geçirdiği gibi şehrin yolunu tutar ve cübbeyi giymeye devam eder.
Nice
sonra ayıkan kadı, cübbesini bulamaz, evinin yolunu tutar. Adamlarına da
cübbesini çalanı yakalayıp getirmelerini ister. Sırtında kadının cübbesi ile
yakalanan hoca, kadının huzuruna çıkarılır. Yargılama başlar. Kadı hocaya
sorar:
—Be
adam! Sırtındaki cübbe kimin?
—Efendim! Bu cübbe benim değil.
—Efendim! Bu cübbe benim değil.
—
Yaşından başından utan! Utanmıyor musun başkasının cübbesini alıp giymekten?
—Şehrin
dışında dolaşırken sizin gibi piri fani birisini içkiyi fazla kaçırmış gördüm.
Sarığını ve cübbesini sağa sola fırlatarak sızıp kalmış zavallı. Çalınmaması
için bu cübbeyi alıp giydim. Şu anda vermek için sahibini arıyorum. Şayet sahibi
ortaya çıkar, bu benim derse cübbesini kendisine vereceğim.
Bu
cevap karşısında kadı, hafifçe öksürür ve:
—Hoca, hoca! Bu gidişle bu cübbenin sahibi çıkmayacak. Sen en iyisi bu cübbeyi, bir güzel giymeye devam et, diyerek davayı sonlandırır ve sesini keser.”
—Hoca, hoca! Bu gidişle bu cübbenin sahibi çıkmayacak. Sen en iyisi bu cübbeyi, bir güzel giymeye devam et, diyerek davayı sonlandırır ve sesini keser.”
Güzelim
cübbesini kaybeden kadının içi gider ama bu benim diyemez. Nasıl desin? Cübbe
benim dese içki içtiği ortaya çıkacak ve şehirdeki itibarını kaybedecek. Belki
de makamından olacak. Şehirdeki itibarını ve makamını kaybedeceğine, cübbesini
kaybetmeye razı olur. Hoca da başkasına ait cübbeyi bu şekil zimmetine
geçirerek giyinmeye devam eder. Hasılı kadı razı bu durumdan, hoca razı bu
durumdan. Adalet yerini bulmamış, adalet yanıltılmış, kime ne? Sonra adalet
dediğin nedir senin? Ayrıca adalet ilk defa mı yanıltılıyor?
—Bu
fıkradan benim anladığım siyasi ayak falan ortaya çıkmayacak.
—Hele
ki şükür, anladıysan…
—Kayıkçı
kavgası ne?
—Çok
cahil kalmışsın ama anlatayım:
“İstanbul'da
Eminönü-Karaköy arası yolcu taşıyan kayıkçılar, yolcu beklerken yolcu kapmak
için durup dururken kendi aralarında kavgaya tutuşur; kürekler havaya kalkar,
sesler yükselir, bir itiş-kakış başlarmış. Kavga eden kayıkçıların bağırış ve
çağırışlarını gören ve duyan halk, kayakçıların etrafında toplanırmış.
Kavgada
havaya kalkan kürekler etrafta toplanan halkın başına, gözüne değer;
yaralanırlarmış. Nedense havada uçuşan kayıkların hiçbiri kayakçılara
değmezmiş. Kayıkçılar bu şekil muradına ererken halkın başının yarıldığı da
yanlarına kâr kalırmış.
İstanbul’da kayakçıların kendilerine zarar
vermeden yaptığı bu kavga, tarihimize kayıkçı kavgası olarak geçmiştir. Tarih
tekerrürden ibaret derler, dünyada ve Türkiye'de olup bitenler tam bir kayıkçı
kavgasıdır. Bu tür kavgalarda kavga eden taraflara bir şey olmuyor. Olan hep
halka oluyor. Zaten bu yüzden hep onların anası ağlıyor.
***22/02/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
***22/02/2020 tarihinde Pusula haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder