Ülkede
zaman zaman siyasal İslam veya İslamcılık çöktü mü tartışması yapılır. Kimine
göre çökmüştür, kimine göre ise İslamcılık çökmez. Yine tartışmalar arasında
İslamcılık, Batı menşeli olarak bize pazarlanmıştır denirken kimine göre de
İslamcılığın kökeni bizde.
Değerlendirme
yapmadan önce İslamcılık nedir, önce buna bir bakalım: "İslamcılık ya da Siyasi İslam, İslam'ın
kişisel hayat dışında sosyal ve politik alanlarda da yol gösterici kılınmasını
hedefleyen "politik-ideolojik hareketler" olarak tanımlanmaktadır.
Modern dönemlerde İslam dini üzerinden hareket edilerek ortaya konulan
ideoloji." denilmektedir.
Burada
siyasal İslam'ın dış menşeli veya köklerimizden gelen bir ideoloji olduğu
üzerinde durmayacağım. Tanıma bakınca İslam'ın, bireysel bir din olmadığı, aynı
zamanda sosyal ve siyasi hayatta da referans kabul edilmesi gerektiği anlamı
çıkar. Bu tanıma ve içeriğine karşı çıkmak mümkün değildir. Çünkü İslam, ilahi
dinler içerisinde Yahudilik gibi tamamen dünyaya, Hıristiyanlık gibi ahirete
hasredilmiş bir din değildir; hem dünya hem de ahiret içindir. Aynı zamanda
İslam, Allah ile kul arasına hapsedilmiş bireysel bir din olmayıp toplumsal bir
dindir. İnsanın doğumundan ölümüne ve ölümünden sonrasına da sözü olan bir
dindir. Her şeyimize karışır dense yanlış olmaz. Hasılı -cı ya da -cılık
eklerinden hoşlanmasam da tanımdaki İslamcılık tanımı benim kulağıma hoş
geliyor. Uygulanabildiği takdirde insanlığa huzur getirir.
Asrı
Saadet dediğimiz peygamberimizin ve ilk iki halifenin dönemi hariç İslam,
yeryüzünde hakim olmuş mudur? Hakim olduysa da yönetilenlere ve çevresine huzur
vermiş midir? Buna gönül huzuru içerisinde evet demek mümkün değil. Bireysel
olduğu kadar toplumsal ve yönetimde İslam, bugün tüm kurallarıyla uygulansa
sonuç ne olur? Bugün İslam, bireysel, toplumsal, siyasal ve hayatın her
alanında geçerli olsa huzur verir mi? Buna da maalesef gönül rahatlığı
içerisinde evet diyemiyorum. İslam’ın huzur vermemesinin müsebbibi İslam mı?
Değil. Sorun İslam’da değil, bizdedir. Çünkü bizden çektiği kadar İslam hiçbir
şeyden çekmemiştir. İslam'ı kendi emellerimize alet ettiğimiz kadar hiçbir şey
alet edilmemiştir.
Diyelim
ki dünya bize haydi şu inandığınız İslam’ı hayatınıza tatbik edin, referans
olarak İslam’ı alın, başta kendiniz olmak üzere dünyaya adalet dağıtın, huzur
verin dese ve İslam bu topraklara ve İslam dünyasına hakim olsa hangi İslam’ı
referans alacağız? Çünkü İslam bir tane olmasına rağmen farklı farklı İslam
anlayışlarımız var. Kimse kusura bakmasın, bu bölünmüşlük, bu sığ düşünce ve bu
bakış açımızla zaten İslam bu topraklara hakim olmaz, olsa da yüz ağartmaz. Ne
dünyaya huzur veririz ne de kendimize dirlik veririz. En hafifiyle birbirimizi
tekfirle suçlar, boğazımızı keseriz ve siyasal İslam’ı kendi ellerimizle
çökertiriz. Söylediklerimin olacağını söylemek için bir bilgi sahibi olmamıza
gerek yok. Şu anda bile elimizde imkan ve güç yok iken birbirimizi öldürüyoruz,
gücü ele geçirince neler yapmayız…
Bugün
siyasal İslam'ı savunan siyasal İslamcıların çoğunun İslamcılık konusunda
samimi olduklarını düşünmüyorum. Savunduğumuz İslam, içi doldurulmayı bekleyen
slogan İslam’dır. Bunu yaşantımızla gösteriyoruz zaten.
Hasılı
anlamı itibariyle siyasal İslam, hayatımızda bir söylem olarak yer almaya
devam eder, uygulanma imkanı olmadan bir ideal olarak yaşar. Ötesi bizim için
lükstür, zira buna kumaşımız el vermez.
***05/03/2020 tarihinde Pusula Haber gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder