Ana içeriğe atla

"Benim Rızamı Almadınız" Davası ***


Beş parmağın beşi de bir değil sözünü insanlar aynı değil anlamında çok duymuşsunuzdur. İnsanda on parmak olduğuna göre on çeşit insan var diye mantık yürütebiliriz. Keşke on ile kalsa daha ne isteriz. Dünyada ne kadar insan varsa parmak uçlarından farklılıklarını görebiliriz. Bugün dünyada yedi milyar insan varsa bu demektir ki dünyada yedi milyar farklı insan var demektir.

Fiziki yön itibariyle birbirimize benzesek de iç dünya olarak çok farklıyız. Eskiden özgüvenimizi tam olarak ortaya koymadığımız için aynı gibi görünsek de çok farklıyız. Zengin-fakir, güzel-çirkin, kibirli-mütevazı bugüne kadar geldik. Ama bizi bundan sonra farklı bir insan tipi bekliyor. Okuma oranı arttıkça farklı insan tipleri kapımızı çalacak ve farklılıkların ortaya çıktığı ve bireyin ön planda olduğu, laftan ve sözden anlamayan, dünyası farklı, özgüveni (!) yüksek insan tipleri bunlar. İnsanın farklı olmasından, onun bir muamma olmasından şikayetim yok. Çeşitlilik iyidir. Ama öyle bir nesil geliyor ki bundan önce yaşayanlara rahmet okutur cinsten.

8-10 yıl öncesinde çarşıda yanıma genç biri gelip benden bir şey istedi. Verdim. İsteğini elde edince benimle konuşmaya başladı. “İşten kaçtım, çalışmak istemiyorum” dedi. Gençsin, çalışmayıp da ne yapacaksın? Yarın evlenip evini geçindirmek, namerde muhtaç olmak istemiyorsan çalışmalısın. En azından bir mesleğin ve sosyal güvencen olur dedim. “Ben çalışmak istemiyorum. Evlenme gibi niyetim de yok. Anam babam beni doğurduysa bakmak ve her istediğimi karşılamak zorunda. Bu dünyaya gelirken bana sormadılar. Mademki doğurdular, mecburen bana bakacaklar” dedi. Ya Rabbi, aklıma mukayyet ol diyerek oradan sıvıştım. Muhatap olduğum bu kişi ilköğretimden sonra okumamış, cahildir ne de olsa dedim. Çok kafama takmadım.

30 Kasım 2019 akşamı “Kim Milyoner Olmak İster” yarışma programına bakarken Türkiye derecesi yapmış ve hukuk okumuş, şimdilerde aklımın almadığı şeylerle uğraştığını söyleyen genç bir avukat, yarışmacı olarak katıldı. Kendisini tanıtırken “Ailesi ile görüşmediğini, kan bağı dışında bir bağı bulunmadığını, kazandığı para ile ailesine “benim rızamı almadınız davası” açacağını, sosyal medya gücü ile sevgi bağı edindiği yakınları olduğunu” söyledi. Yarışmacı konuşmasında “Hindistan’da da benzer şekilde bir davanın kazanıldığını ve benzeri bir film yapıldığını” söyledi. Bu konuyla alakalı “farkındalık” yaratmak istediğini belirten yarışmacıya program sunucusu Kenan İmirzalıoğlu, “Biz yine de annelerimizin kıymetini bilelim, onların kıymetini hiçbir zaman unutmayacağız” deyince yarışmacı: "Onlar bizim kıymetimizi unutmasınlar" cevabını verdi. Kenan İmirzalıoğlu: "Onlar bizi bugünlere getirmişler. Hepsine çok teşekkür ederim. En azından kendi adıma..." deyince, yarışmacı: "Ben muhalefet şerhi koyuyorum" dedi.

Kendisinden sonra dört kardeşi daha olan yarışmacıyı bu noktaya getiren “Maddi sıkıntıya düştüğü zaman aile ve akrabalarından maddi destek görmemiş olması.” Açacağı dava “Kendisinden sonra doğan kardeşlerini anne ve babası doğururken kendisinin görüşünü almamaları” üzerine olacak.

Anlattığım iki örnekten ilki “Ben doğarken ‘Dünyaya gelmek’ istiyor musun” diye sormamaları. İkinci verdiğim örnekte ise “Kendisine iyi bir imkan sunmadan, kendisinin görüşü alınmadan kardeşlerinin dünyaya getirilmesi” üzerine. Dünyanın en iyi ikna eden kişilerini bu tipleri ikna etsin diye getirseniz pes eder, çeker gider.

Ümit ediyorum ki bu şekil düşünenlerin sayısı verdiğim iki kişiden ibaret olsun. Ama görünen bu tip düşünenlerin sayısının artarak devam edeceği ve ebeveynlere “benim rızamı almadınız” davalarının mahkemelerimizi epey meşgul edeceği yönünde. Bu tiplerin sayısı artmadan, beğenmediğimiz bu anların tadını çıkarmaya bakalım. Zira yarınımız çok karanlık… Bir çocuk dünyaya getirirken de iki defa düşünün derim. Çünkü çocuğunuz tarafından “benim rızamı almadılar” davası açılacağını da lütfen hesaba katın. Hatta anne karnında iken “Yavrum! Bu dünyaya gelmek istiyor musunuz” diye sorun. Bu nasıl olacak demeyin. Bu da sizin maharetinize kalmış. Allah başta evlat olmak üzere her şeyin hayırlısını versin, beteriyle imtihan etmesin.

***03/12/2019 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula haber gazetesinde yayımlanmıştır.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde