Ana içeriğe atla

Onca Prof. ve Doç. Ne Güne Duruyor? *


2023 Eğitim Vizyonunda hayata geçirebildiği takdirde eğitim ve öğretimde beklenen iyileşmenin görüleceğine dair olumlu kanaat taşımaktayım. Vizyonda uygulanacağı belirtilen bazı maddelerde ise olumlu ya da olumsuz bir öngörüde bulunamıyorum. Mesela bunlardan biri de "Öğretmenlerin yüksek lisanslı olması ve okullarda görev yapacak yöneticilerin yüksek lisans eğitimi almaları.

Bakanlık, görev yapmakta olan öğretmen ve idarecilerin lisans eğitimini yeterli görmemiş olmalı ki yüksek lisans eğitimini şart koşuyor. Okumanın ne zararı var, hatta iyi bile olabilir diyebilirsiniz. Ben de aynı sizin gibi düşünüyorum. Fakat aması var bu işin? Yüksek lisans şartı bundan sonra göreve başlayacak öğretmenler ve yeni görevlendirilecek idarecileri kapsıyorsa okumanın zararı yok, hatta faydası olur. Ama mevcut öğretmen ve yöneticileri kapsayacaksa işte burada durmak ve düşünmek lazım. Mevcut çalışanlar hemen yüksek lisans eğitimine başlasa en az iki yıllık bir eğitime tabi tutulmaları gerekiyor. Sonra hepsi aynı anda nasıl eğitime alınacak? Çünkü bir taraftan ders var, diğer taraftan eğitim alınacak. Mevcut yüksek lisans eğitimlerini yapmak için çalışanlar en az haftada bir eğitim almaları gerekiyor. Bu durumda okulda dersi olan öğretmenin dersi boş geçecek. Zannımca mevcutların yüksek lisans eğitimi bugünden yarına zor görünüyor. Haydi diyelim ki eğitim ve öğretimi engellemeyecek şekilde öğretmenler eğitimini hafta sonu aldı ve hepsi yüksek lisanslı oldular diyelim. Ne değişecek? İki yıl daha fazla okumakla eğitim ve öğretimimiz çağ mı atlayacak? Bu durumda tek değişenin öğretmenin yüksek lisans diploması alması olur. Bundan öte eğitimde gözle görülür bir iyileşme olacağına hiç ihtimal vermiyorum.

Bakanlık yetkilileri öğretmenlerin yüksek lisanslı olmamalarını sorun edip mevcut görev yapan bir milyon öğretmenin eğitim seviyesini yükseltmeyi düşünmekten ziyade mevcut öğretim görevlilerinden faydalanmayı denese daha iyi bir iş çıkarmış olur. Çünkü bugün öğrenciler tarafından tercih edilmediğinden üniversitelerin birçok bölümü öğrenci almamış ya da alamamıştır. Haliyle bu bölümlerin hocaları ya boşa çıkmış ya da birkaç yüksek lisans öğrencisine yüksek lisans  eğitimi vermekten öte bir şey yapmamaktadırlar. Bakanlık öncelikle bu öğretim görevlilerinden faydalanma yoluna gitmelidir. Üstelik çoğu yüksek lisanstan da öte sahasında doktor, doçent ve profesör unvanına sahip. Bunların kimini yönetici, kimini öğretmen olarak okullarda istihdam etsin. Birkaç yıl bunlar götürsün okulların eğitim ve öğretim işlerini. Yazımdan tüm okullara öğretim görevlisi verilemez, yeteri kadar öğretim görevlisi yok denirse en azından pilot okullara atama yapılabilir ilk önce. Başarı gelirse bu proje tüm okullara yaygınlaştırılabilir. Eğitim ve öğretimde gözle görülür bir iyileşme olursa öğretmenlere yüksek lisans şartı yerinde bir karar deriz, tüm öğretmenlere yüksek lisans eğitimi aldırma yoluna gideriz.

Üniversite öğretim görevlileri okullarda yönetici ve öğretmen olarak görevlendirildiğinde eğitim ve öğretimde beklenen başarı gelir mi? Denenmeden bir şey denemez ama mevcut eğitim ve öğretimimizden daha da kötü duruma düşeceğimiz endişesini taşıyorum. 

Mevcut öğretmenlerin eğitim ve öğretimle birlikte onları yüksek lisansa tabi tutmayı ben eğitim ve öğretim devam ederken öğretmenler verilen hizmet içi eğitime benzetiyorum. Hiç verimli olmaz. Bu durumu bir konuşmasında mevcut Bakan da söyledi: "Bana hizmet içi eğitimi artıralım diyorlar. Kendilerine hizmet içi verimli mi dediğimde hayır cevabı alıyorum. Madem verimli değil, o zaman niye artıracağız dedim."

Bana amma da karamsarsın diyebilirsiniz. Karamsar değilim ama çok umutlu değilim. Ne zaman ümit var olurum derseniz eğitim ve öğretimde sadece öğretmene değil; veli, öğrenci vb. tüm paydaşlara sorumluluk yüklenirse, tarafların her biri öz eleştiri yapar ve bir durum tespiti yapılır ve gerekli denetim yapılırsa mevcut öğretmenlerle eğitim ve öğretimde mesafe kat ederiz.

* 07/11/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde