Ana içeriğe atla

Şiddet Sarmalından Nasıl Kurtuluruz? ***


—Azizim! Biliyorsun bu ülkede kadına, çocuğa, doktora, öğretmene şiddet ve öğretmenin öğrenciye şiddeti var, trafikte şiddet var. Var oğlu var maalesef. Gün geçmiyor ki ajanslar bu şiddetten birini  haber olarak vermemiş olsun. Özellikle kadına şiddet çok revaçta. 
—Şiddet her tarafımızı sarmış durumda. Yediğimiz, içtiğimiz şiddet dense yeridir.
—Şiddetle bu şekilde iç içe olmamızın sebebi nedir?
—Bu işin uzmanı değilim. Ama tecrübelerime dayanarak bunun birkaç nedenini söyleyebilirim. Bunlardan ilki küçüklükten itibaren ev ortamında, sokakta, okul vb. yerlerde ya şiddete maruz kalmamız ya şiddete maruz kalanı görmemizdir.
—Şiddet görmemiz ne alaka?
—Alakası, şiddet gören şiddet uygular. Çünkü gördüğümüz şiddet bilinçaltımıza yerleşir. Sıkışıp darda kaldığımız zaman "Bunu uygula" dercesine imdadımıza yetişir.
—İkincisi nedir?
—Dar bir kelime hazinesine sahip oluşumuz.
—Yani?
—Toplumumuzun geneli ortalama 200 kelimeyle konuşur. Kendimizi ifade etmekte zorlanırız. Yerine kullanacağımız kelime aklımıza gelmeyince çoğu zaman imdadımıza "şey" yetişir. Şey de olmasa işimiz kül. Neredeyse her birkaç cümlemizde şeye yer veririz. 
—Kelime hazinemizin kıtlığının şiddetle bağını kuramadım.
—Bence alakası büyük. Çünkü kelimeler kendimizi ifade etmemiz için birer araçtır. Mevcut dağarcığımız kendimizi ve derdimizi anlatmakta yeterli gelmiyor, bir müddet sonra aynı kelimelerle kendimizi tekrarlamaya başlıyoruz. Karşımızdakine de meramımızı anlatamayınca yani aciz kalınca önce sesimizi yükseltip rakibimizi susturmaya çalışıyoruz. Aslında kabul etmesek de sesimizi yükseltmemiz bir nevi şiddet uygulamaktır. Gerildiğimizin dışa vurumudur. Ardından şiddete başvurmamız gelir.
—Başka?
—Bencilliğimiz, empati yapmayışımız, başka fikir ve görüşlere açık olmayışımız gururumuz vs. Bu da şiddeti tetikleyen nedenlerdendir. İlla benim dediğim olacak bencilliğidir bu. Kendi aklımıza aşık olmamız da diyebiliriz buna.
—Başka var mı?
—Şiddete başvuranlara verilen cezanın caydırıcı olmaması.
—Başka?
—Karşı tarafı dinlemek istemeyişimiz ve ona önem vermeyişimiz.
—Başka kaldı mı?
—Bu kadar neden yetmez mi? Şiddet ortamında büyümemiz, kendimizi ifade etmede zorlandığımız kıt kelime hazinemiz, bencilliğimiz, gururumuz, iletişim yollarını kapalı tutmamız, hatamızı kabul etmek istemeyişimiz, karşı tarafı suçlamamız, sinirimize hakim olamayışımız ve yapanın yanına kar kaldığı ceza sistemimiz tüm bunlar bizi patlamaya hazır bir bombaya dönüştürüyor. 
—Şiddetin tedavisi yok mu?
—Zor ama imkansız değil. Bunun için yukarıda saydığım nedenleri yok etmekle ve birbirimizi dinlemekle işe başlayabiliriz. Karşı tarafın da haklı olduğunu düşünebilmeliyiz, birbirimize empati yapabilmeliyiz. Kısacası her şeyi ayrıntısına varıncaya kadar sakin bir ortamda konuşabilme becerisini hayata geçirebilmeliyiz. Tek çare iletişime açık olmamız.
—Aslında bu saydıklarını yapmak çok kolay!
—Kolay da biz zoru seçiyoruz. Hayatı hem kendimize hem çevremize zehir ediyoruz.
—Zor adamız vesselam!



*** 10/11/2018 tarihinde Barbaros Ulu adıyla Pusula Haber gazetesinde yayımlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde