Ana içeriğe atla

Çok mu Zor Kavli Leyyin Olmak? *

Bazı insanlar vardır; gözünü budaktan esirgemez, asla kimseye boyun eğmez, diklenmeden dik durmayı bilir. Tırnaklarıyla kazıyarak geldiği kurtlar sofrasında ne yapar, ne eder tutunur. Bulunduğu yer neresi olursa olsun yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışır, hata yaparsa hatasıyla yüzleşir, özür dilemekten kaçınmaz. Doğru bildiğini ölümüne savunur. Kınayanın kınamasına aldırmaz. Söyleyeceğini açık ve net olarak söyler. Lafı eğip bükmez. İşini ibadet aşkı içerisinde yerine getirir. Mazlum ve mağdurun yanında yer alırken mağrur ve zalimin karşısına dikilmeyi bilir. Tam bir mücadele adamı! Mükemmellik için didinir durur. Yorulma nedir bilmez, durmadan koşturur. İhanete asla tahammülü yoktur.


Hatası yok mu böylelerinin? İnsan olup da hata yapmayan olmaz mı? Zaten hatasız kul olmaz.  Her insan gibi bu tiplerin de kusurları vardır. “Yapacak çok iş var, zaman dinlenme zamanı değil” diyerek koşturuyor. Ama aslında yorgundur. Çünkü insan olup da yorulmamak mümkün mü? Fakat yorulduğunun farkında değil. Belki yorgunluğundan, belki uğradığı ihanetlerden, belki hep kazandığından, belki kendine olan özgüveninden midir, kızgındır. Dilinin de kemiği yoktur. Muhatap kırılır mı demez, yerin dibine geçirir. Bu adam başka bir ülkenin devlet başkanıdır, buna karşı diplomatik bir dil kullanayım demez, içinden geldiği gibi paylar. Bu adam kaymakammış, din görevlisiymiş, gazeteciymiş, esnafmış, fabrikatörmüş, valiymiş, polismiş, komisermiş, bunun sosyal statüsü yerle bir olacakmış, bu adam benim dengim mi/değil mi? Ben şuna cevap vereyim, ekibimden falan kimse de ona cevap versin demez, herkese cevap verir. Bu tavrı zaman zaman taşı gediğine koyarcasına tam otururken, bazen kendisini sevip destekleyenlere verdiği cevaplar ise üzmektedir. Rakipleri ve kendisine muhalif olanlara cevap verince  “Oh! Bizi muhatap aldı” diyerek sevindirmektedir.

Had bildirircesine sert konuşması dostlarının içinde bir ukde olarak kalmaktadır. Sonucunda gönül kırgınlığına sebebiyet vermekte, uzaklaşmak suretiyle içine kapanmaktadır. Sorumlu insan, elbette uyarıp ikaz edecektir. Çünkü gördüğü kötülük veya eksikliği “ya eliyle düzeltecek, ya diliyle düzeltecek veya hiçbir şey yapamıyorsa kalbiyle buğz edecektir.” Ama bu işi yaparken kırmadan dökmeden yapması gerekir. Kavli leyyin olmalıdır, yumuşak bir üslup kullanmalıdır, kelamı kibar olmalıdır. Mesafesini korumalıdır, sevgi ve nefrette aşırıya kaçmamalıdır. Çünkü nefret ettiğimizle bir gün dost, dost olduğumuzla bir gün düşman olabiliriz. Öyle söz söylenmeli ki, yeri geldiği zaman yılanı deliğinden çıkarmalıdır. Bir davaya gönül veren, bir misyon ifa eden insanlar her şeyden önce kucaklayıcı olmalı. Kızsa bile nezaketi ve tatlı sözü elden bırakmamalıdır. Tıpkı Firavun’a giden Musa ile Harun gibi yani. Allah, o günün bir numaralı zalimine Musa ve Harun’u gönderirken “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki aklını başına alır veya korkar.” buyurmuştur. Atalarımız, “Söz vardır iş bitirir söz vardır baş yitirir” diyerek sözün insanlar üzerindeki etkisine değinmiştir. Yine Nahl 125’te Allah, “Rabbinin yoluna hikmetle ve meviza-i hasene ile çağır. Onlara da en güzel yolla karşılık ver...” buyurmak suretiyle yapacağımız işlerde nasıl bir yol ve yordam takip etmemiz gerektiğine işaret etmektedir.

Sonuç olarak Musa ve Harun’un, konuşmada Firavun’a gösterdiği müsamahayı özellikle kendi insanımızdan esirgemeyelim. Söylediğimiz doğru bile olsa insanların onuru ile oynamamak gerekir. Yoksa kıra kıra kıracak adam bulamayız ve herkesin bir gün yanımızdan uzaklaştığını görürüz ama iş işten geçmiş olur. Önemli olan etrafımızdaki yağcı ve yardakçı kesimin ötesine göz atıp kendimizle ilgili bir öz eleştiri yapmak gerekir diye düşünüyorum. Ne diyor Yunus? “Derviş Yunus der hoca istersen var bin hacca/Hepsinden iyice bir gönle girmektir.” 07/04/2018, Ramazan Yüce, Konya

* 09/04/2018 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde