Ana içeriğe atla

"Şu okul nasıl?" *

Liselerde görev yaparken veli gelir, kılı kırk yararcasına sorardı: "Okulunuzun eğitimi nasıl, kaç öğrenciniz dört yıllık fakülteye gitti, tıp fakültesini kazanan var mı? Üniversiteyi kazanan öğrenci listenize bakabilir miyim? Eksik öğretmeniniz var mı? Öğretmenleriniz genç mi yaşlı mı? Yaş ortalaması kaç? Öğlen çocuklara yemek veriyor musunuz? Servis durumunuz nasıl?" diye.

Veli aklına gelen soruları bu şekilde sorar, unuttuğu soru kalırsa devreye çocuğu girer: "Okul kıyafeti mi serbest mi? Okul kıyafetiniz nasıl? Farklı kıyafete izin veriyor musunuz?” şeklinde sorulan soruların ardı arkası kesilmezdi.  Ben de dilimin döndüğü kadar okulumu anlatmaya çalışırdım. Birçok veli, "Hocam! Teşekkür ederiz, hiç eğip bükmeden okulunun durumunu anlattınız bize" derdi. Okula tepeden bakan veli ve öğrenciye, "Çocuğunuz bu yüzdelik dilimi ile fen lisesine kayıt olsa liseyi bitirince üniversite sınavında Türkiye derecesi yapma imkanı var mı" soruma, 'Hayır' cevabı verirdi. Yine ben, 'Fen lisesinde okuyan bir çocuk okulumuza gelse, lise bitiminde girdiği sınavda Türkiye derecesi yapma ihtimali var mı" dediğimde 'yapar tabii' cevabını aldım hep. Velilere; "Okulumuzun yüzdelik durumu belli, çocuğunuzun da girebileceği okullar sınırlı. İstediğiniz okula çocuğunuzu yazdırma imkanınız yok. Zira okullar yüzdelik duruma göre öğrenci alıyor. Hiçbir okul kendi başına iyi veya kötü değildir. Okulu, okul yapan öğrencidir. Kumaşınız iyi ise öğretmenlerimiz iyi bir terzidir..." derdim. Yine bazı veli ve öğrencilere verdiğim bu cevap sonucunda veli; çocuğunun ya kaydırdığını, ya sınav zamanında hasta olduğunu, ya da çalışmadığını, aslında çok zeki olduğunu, fakat çalışmadığını..." ifade ederdi. Çok az veli, "Doğru söylüyorsun, zaten çocuğumuz başarılı olsa bizim burada ne işimiz var?" derdi.

Ben liselerden ayrılalı 3 yıl oldu. Gördüğüm kadarıyla sorulan sorularda herhangi bir değişiklik olmamış. Malumunuz  TEOG sonuçları açıklandı. Şimdi yerleştirme için müracaatlar başladı. Veliler ve öğrencilerde bir koşuşturma, bir soruşturma, bir araştırma başladı bile. "Acaba çocuğum hangi okula gitsin, hangi okul daha iyi" diye. Zaman zaman arayıp "Şu okul nasıl" diye soranlar da olmuyor değil. “Yüzdelik diliminiz falan okulu tutuyor” dediğimde “Efendim, o okul iyi değil” cevabı alıyorum….Anlaşılan herkes iyi okul arama derdinde. Okul dediğin gelecek vadeden bir okul olacak. Çocuğu aldı mı uçuracak. Ne aile, ne çocuk ben nasılım acaba? Ben ne kadar iyiyim diye öz eleştiri yoluna gitmez. Okul da biz ne kadar iyiyiz diye kendini sorgulamaz. Yani hiç kimse yoğurdum ekşi demiyor. Halbuki tüm okullar, bina, sıra, akıllı tahtadan ibaret. Her okulun sorumlu bir müdürü, yeteri kadar sorumlu yardımcısı ve norma göre branş öğretmeni bulunmaktadır. Hiç bir okul tek başına ne iyidir, ne de kötüdür. Okulları iyi ve başarılı kılan okulu tercih eden öğrencilerdir. Düzenli, tertipli ve sorumlu öğrencinin yoğunlukta olduğu okullar lise tercihlerinde ilk başları paylaşır. Fen liseleri ve gözde Anadolu Liseleri böyledir. Hedefi olmayan, yeterince dersine odaklanamamış plansız öğrenciler ise yüzdelik dilim bakımından daha aşağı olan okulları tercih etmek zorundadır.

Puanı düşük olan okulların çocukları, puanı yüksek olan okulların çocuklarından daha az zeki değildir. Çoğu daha zekidir. Türkiye'deki en büyük problem zeki çocuklardadır. Bunlar kendilerine daha çok güvenirler. "Ben az çalışarak da yapabiliyorum” diyerek kendilerine dersin dışında çok meşgale bulurlar. Bunlar oyun ve oynaşta iken gerisinde olan emsalleri düzenli, tertipli çalışarak onları sollayıp geçince "Ben artık onları yakalayamam" diye her işe boş verirler. Bunların gideceği okul, düşük puanlı öğrencilerin tercih ettikleri okul olacaktır.

Lise tercihinde bulunacak öğrenci ve veli, okul tercih ederken gönlünde geçen okulu değil, puanının yettiği okulu tercih edecektir. Boşu boşuna şu okul nasıl, bu okul nasıl diye bir arayış içine girmekten ziyade öğrencinin aldığı puan ve yüzdelik dilim her şeyi ayan beyan göstermektedir. Puanımızın tuttuğu okul iyi de olsa, kötü de olsa, isteyerek yazsak da istemeyerek yazsak da durum budur. Gönlümüzden geçen iyi okulu bir tarafa bırakarak ayaklarımız yere basmalıdır. Ya puanımızın yettiği okula gideceğiz, ya da hiçbir tercihte bulunmayarak açık liseye kayıt yaptırıp hem okuyup hem de bir meslek sahibi olmak için bir işe girip çalışmalıdır. Veya mesleki eğitim merkezlerini(eskinin çıraklık eğitimleri) tercih ederek haftada bir gün okuyup diğer günlerde okulunun belirlediği kendi alanıyla ilgili bir yerde çalışıp meslek öğrenecek. Bu şekilde okuyarak lise 3.sınıfta kalfalık, lise 4.sınıfta da ustalık belgesi alabilecek. Üstelik çalışırken asgari ücretin yüzde otuzundan aşağı olmayacak şekilde ücretini de alacaktır.

Görüldüğü gibi okumak isteyene, okuyup meslek sahibi olmak isteyene tüm yollar açıktır. Yeter ki insanımız okumak istesin, kendisine bir hedef koysun. TEOG sonuçları açıklandıktan  herkesin yüzdelik dilimi belli olduktan sonra aileler iyi okul aramayı bırakıp çocuklarının puanına, bünyesine ve kabiliyetlerine bakarak bir karar vermek durumundadır. Yine herkes şunu bilmeli ki okullara özellikle meslek liselerine uygulanan katsayı kalktı. Çocuğumuz hangi okula giderse gitsin çalışarak istediği bölüme gidebilir. Hiçbir okulun elinde başarıyı getirecek sihirli deynek yoktur. Başarıyı getirecek ve başarılı olacak olan öğrencinin kendisidir. Herkes kendi kararını kendisi verir ama yüzde ellilik dilime giremeyen öğrencilerin örgün eğitime devam etmekten ziyade meslek öğrenebileceği alanlara yönelmesinde fayda vardır. 15/07/2017

* 19/07/2017 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde