Ana içeriğe atla

İş yapmak istemiyorsan, gösterdiğim yolu takip et...

Bir yerde mazeret üreten insan gördün mü selam vermeden kaçacaksın. Çünkü ona verebileceğin bir şey yoktur. Hatta onu dinler, onunla beraber bulunursan kokusu sana da siyebilir. Bir bakmışsın ki sen de mazeret üretmeye başlamışsın. Atalarımız boşu boşuna söylememiş, " Üzüm üzüme baka baka kararız" diye.

İş yapmada gözü olmayanın, rahatına düşkün olanın başvurduğu yöntemdir. Olumlu-olumsuz her icraata söyleyeceği sözü vardır böylelerinin. Laf ebesidir. Hayatta hiç pozitif enerji alamazsın, durmadan karamsarlık salgılar. Beğenmeyip eleştirdiği şeyi kendisinin yapmasını söylersen altta kalmaz. "Efendim, benim zamanım mı var, işim başından aşkın, başımı kaşıyacak vaktim olmuyor, vaktim olsa mükemmel yaparım" türünden dert yanmanın binlercesini duyarsın.

Ömrü mazeretle geçenler iş de yapmaz. Çünkü her şeye mazeret ve kılıf bulma mahareti var. Kimse ona bu konuda su dökemez. Bir dokunsan bin ah işitirsin. Sonunda o otururken sen kalkar o işi kendin yaparsın.

Efendim okumadınız mı dediğinde "Ben çalışmadım, çalışsaydım okur ve başarırdım" cevabı hazır zaten. Herhangi girdiği bir sınavın notunu sorsan: "Ben zaten çalışmamıştım ki, çalışmadan girdim. Çalışsaydım 95'ten aşağı almazdım.

Yapar göründüğü işi ise dünyanın en zor işidir. Ona göre kendi yaptığı iş doktorların, mühendislerin, öğretmenlerin, yerin altından kömür çıkaran işçinin işinden daha zordur.

Yok ben böylelerini severim, beraber olmaktan da zevk alırım dersen kendi düşen ağlamaz. Bu durumda kolları sıvayacaksın kendi işinle beraber bu mazeret üreten arkadaşın işini de sen yapacaksın. O oturacak, sen çalışacaksın. Sen çalışıp iş üreteceksin, o ise sana mazeret üretecek. Sonunda bir o üretecek, bir sen. Onun sadece dili çalışacak, senin bedenin. Onun sadece ağzı yorulacak, seninse tüm vücudun. Ne güzel ortaklık!

Rabbim sana selamet versin. Bol muhabbetler... 25/01/2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde