Ana içeriğe atla

“Diyar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu/Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer’den onu”

-Buzda kalçası kırılanın sorumlusu kim?-

"Babam buzda düşüp kalcasını kırdı. Ameliyattan çıktı dualarinizi bekliyoruz."

Bu bilgiyi sanal alemde emekli bir öğretmenimiz paylaşmış. Kalçası kırılan amcanın fotoğrafına baktığın zaman 75-80 yaşlarında var. Bu yaşlı amca kaç ay yatağa mahkum olacak, kalktığı zaman ne derece iyileşecek, ne şekil yürüyebilecek? Çünkü hasta çocuk değil, genç değil. Kemik üstelik kalça kemiği kolay kolay kaynamaz. Hasta yatakta bakımı da zor bu amcanın.

Kim bilir amca nereye gidiyor ya da nereden geliyordu. Belki de cami yolunda kazaya kurban gitti. Görünmez kaza. Allah şifalar versin. Başa gelen çekilir. Fakat bu kazada birilerinin, yetkili bir kurumun sorumluluğu yok mu? Kimse üzerine vazife çıkarmayacak mı? Yoksa suçlu burada yere sağlam basmadığı için amca mı? Sahi suçlu kim burada? İster kabul edin, ister etmeyin ben burada suçlu olarak ilgili belediyeyi bilirim. Sokaklar cam gibi. Değme adamın 2.70 uzanmaması, kolunu, bacağını kırmaması için hiçbir neden yok. Çünkü özellikle Güneş görmeyen ara sokaklar buz pisti gibi. Burada belediye hangi bir sokağa baksın, nasıl ulaşsın diye bir eleştiri getirilebilir. Hemen söyleyeyim bu eleştiriye katılmıyorum. Küçük bir ilçe belediyesinde bile çalışan insanın sayısını duyarsanız dudağınız uçuklar. Belediyeler üzerlerine vazife çıkarmıyorlar. Bir defa plansızlar. Karın kendi başına kalkmasını bekledikleri gibi buzların da kendiliğinden erimesini bekliyorlar. Haydi arka arkasına yapan karda belediyenin yapabileceği bir şey yoktu. Çünkü yağdıkça yağdı bereket. Neredeyse iki haftadır kar yağması yok. Esen lodosla birlikte biraz eridi. Kaç gündür aşırı don ve buzlanma var. Siz hiç belediyenin buz kırdığını gördünüz mü? Yok bu görev belediyenin değilse kime ait onu bilelim. Belediyeye ait ise -ki kuvvetle muhtemel- belediye nerede? Elemanı yetişmiyor da hizmet veremiyorsa hizmet veremediği sokaktan vergi, harç adı altında bir bedel de almasın. Bari, "Bizden medet beklemeyin, başınızın çaresine bakın, biz kendimize bakmaktan aciziz" desin. Bakamıyorsa, eli uzanamıyorsa niçin kendilerine 'Şehr'ul Emin' diyorlar? Yazık, gerçekten yazık.

Bir okulun bahçesinde, merdiveninde birinin ayağı kaysa hesabı okul müdürüne sorarlar, niçin kırmadın diye. Sokaktaki buzun, buzdan kayanın hesabını kim verecek? Yok mu üzerine alıp hesap verecek?

Cevabı olmayan sorular bunlar. Suçlu amca burada. Ayağını sağlam yere basacaktı, ya da oradan geçmeyecekti... Biz böyle düşünmeye devam edelim. Yarın ruzi mahşerde hesap sorar amca bize. Burada sessiz kalan bizler bülbül gibi şakırız orada. 25.01.2017

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde