Ana içeriğe atla

İhanette sınır tanımayan korkusuz korkaklar*

"Gün geçmiyor ki, bir öğrenci yurdunda zehirlenme, cinsel taciz ve ölüm olayları olmasın. Bu millet cemaatin eğitim kurumlarını çok arayacak" tweeti paralel yapının gazeteci görünümlü silahşörüne ait. Paralel yapının gücü ele geçirdiği dönemlerde korkusuzca saldıran bu gazeteci, 15 Temmuz'dan sonra kayıplara karıştı, tıpkı diğer hainler gibi.

Kendisi defoldu gitti ama tweetleriyle yine gündem olmaya devam ediyor. Maşallah korkusuz korkaklığından hiçbir şey kaybetmemiş. Dışarıdan çanak yalayıcılığı yapmada sınır tanımıyor, tıpkı kendisi gibi olan diğer binlerce dalkavuk gibi.

Bu millet zehirlenme, taciz ve ölüm vb olaylarını atlatır, kısa zamanda yaralarını da sarar, cezasını da verir. Ama sizin gibi hainlere asla tahammül etmez. Sizin gibi ihanet şebekesini yok etmeden asla dur durak bilmez, gözü uyku tutmaz. Bunu iyi bildiğiniz için zaten kaçaksınız. Uzaktan salvolarınıza devam ediyorsunuz. Çünkü millete bakacak yüzünüz yok diyeceğim ama paylaştığınız tweetlere bakınca hala utanma ve arlanma diye insani hasletlerin yanınıza uğramadığı belli oluyor...

Gönderdiği tweete bakılırsa cemaatin(!) eğitim kurumlarına toz kondurmuyor... Elinizden kayıp giden bu eğitim kurumlarını madem bu kadar önemsiyorsunuz. O halde elinizden uçup gideceğini bile bile devlete meydan okuma da neyin nesi. Haydi elinizden haksız(!) yere alındı diyelim. O zaman burada kalıp çok önem verdiğinizi iddia ettiğiniz bu kurumları geri almak için burada durup mücadele etmeniz gerekmiyor muydu? Ne diye soluğu yurt dışında aldınız? Halbuki bir zamanlar ne kadar mağrur bir görüntü veriyor, herkese haddini bildiriyordunuz... Ben de bu korkusuz hücumlar nereden geliyor diyordum. Meğer emniyeti, askeriyeyi ve yargıyı arkalarına almışlar, cesaretleri de bundanmış. Arkalarındaki kartondan güç olan örümcek ağı ellerinden uçup gidince bizim cesurlar soluğu firarda buldular. Ne de olsa “Erkekliğin(!) onda dokuzu kaçmaktır” değil mi?

Kendinizi eğitime gönül vermiş hizmet hareketi olarak göstermeniz de tıpkı diğer samimiyetleriniz gibi sahte imiş. Altın nesil yetiştiriyoruz diye çıktığınız yolda bol kendinize bende yetiştirmişsiniz. Nihayet deniz bitip kum görününce ve foyalarınız bir bir ortaya çıkmaya başlayınca soluğu akıl hocalarınızın yanında aldınız. Bir maşadan da ancak bu beklenirdi zaten. Kandırdığınız binlerce saf insanı geride bırakarak...Yönettiğiniz eğitim kurumlarına da bir kuruş harcamadınız zaten. Eğer harcasaydınız, tırnaklarınızla kazıyarak bir yere getirmiş olsaydınız o trilyonluk devasa kurumları korumak için bu ülkeye, bu ülke insanına kol-kanat gererdiniz. Zaten o eğitim kurumları milletin fedakarlığıyla yapılmıştı. Helal para ile yapılmış ki yine milletin emrine tahsis edildi. Kargalar, kendilerine yapılan iyiliğin kıymetini bilmezler. Bu millet sizi besledi de besledi. Bunun karşılığında siz millete hizmet edeceğinize gözünü oydunuz, hatta kalbine nişan aldınız. Onca yaptığınız ihanetin sonucunda esas üzüldüğüm nokta milletin birbirine güvenini yok ettiniz. Dindar-mütedeyyin insanlar yara aldı sizin yüzünüzden. Artık kimse kimseye güvenmiyor. Esas acı olan da bu. Sizin bu yaptığınız halt sonucunda ‘taciz, zehirlenme ve ölümlerin’ lafı mı olur. Sittin sene tamir edilmez bu açılan yara.

Yediğiniz herzeler bir bir çıkınca arkanıza bakamadan  kaçtınız. Üstelik darbenin sonucunu bile beklemeden cehennem olup gittiniz. Demek ki yapacağınız darbenin başarılı olamayacağını kendiniz de biliyordunuz o zaman. Beceriksizliğinizi iyi tespit etmişsiniz. Kendisini tanıyan insanları severim ben...Son kertede bari biraz utanın da uzaktan paylaşım yapmayın. Ağa babalarınıza "Bize Türkiye’den ekmek yok, bize başka bir iş verin” deyin. Onlara iyi davranın, yoksa bir gün sırtlarından atarlar da gidecek bir ülke bile bulamazsınız. Boşuna bu ülkeye mesaj vermeye kalkmayın, çünkü size yani hainlere bu ülkede ekmek yok.  03/12/2016
* 07.12.2016 tarihinde Anadolu'daki Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde