Ana içeriğe atla

Milli meselemiz: Eğitim ve öğretim (1) *


Yeni eğitim ve öğretim yılının başlaması sebebiyle eğitim ve öğretimdeki eksikliklere dikkat çekmek; öğrenci, veli ve öğretmenin birbirlerine karşı  beklentilerine işaret etmek için gazetemizde “Eğitim ve öğretimde nakısalar meydana gelmesin,” “Bugün okullu oldum,” “Çocuğumu çocuğunuz bilin,” ve  “Emanetiniz emanetimdir” başlıklı peşi sıra dört yazı kaleme aldım. Aynı konuda arka arkaya yazılan yazılar belki biraz sıkıcı gelebilir  ama eğitim ve öğretim bizim milli meselemiz ne de olsa.

Ülkemizde her konu uzmanına bırakılırken tıp, eğitim-öğretim ve din alanında herkesin konuştuğunu görmekteyiz. Hele bir hasta olmaya gör: Şu doktor iyi, şu kötü, ameliyat ol veya olma, şu şu otu şöyle kaynatacaksın...gibi tavsiyelere muhatap olursun. Hem de ücretsiz muayene... Eğitim ve öğretim alanında: Eğitim şöyle olmalı, öğretmenler iyi değil, şu kadar tatil yapılıyor, durmadan para istiyorlar, okullar temiz değil, zaten müdür de iyi değil, ben öğretmen olsam bundan daha iyi yaparım... gibi nutuk ve serzenişlerin sayısı belli değil. Hepimiz eğitimin uzmanıyız görünürde. Din alanında örnek vermeye gerek yok, bu konuda da hepimiz allame-i cihanız  zaten...

Devlet-millet, anne-babalar, eğitimciler geçmişte olmadığı kadar öğretime önem verdiğimiz bir süreci yaşıyoruz. Hepimizin ortak görüşü eğitimde sıkıntıların olduğudur. Bunun farkında olan devlet okulları fiziki olarak iyileştirmek, derslik ihtiyacını gidermek ayrıca okulların temizlik, kırtasiye, yakıt, su ve hizmetli sorununu çözmek için kesenin ağzını açtı nice zamandır. Teknik alt yapıda gözle görülür iyileştirmeler yaptı. Sistem değişikliğine giderek haftalık ders saatlerini artırdı. Derslerin öğretim programlarını ve sınav sistemini değiştirdi. Atamalarla yöneticilerini yeniledi. Vatandaş da çocuğunun iyi bir eğitim ve öğretim alabilmesi için saçını süpürge etmektedir. Eğitimin içinde olan-olmayan herkesteki ortak kanaat eğitim ve öğretim iyi değil, iyileştirilmesi lazım. Gördüğüm kadarıyla herkesin güzel temennileri ve beklentileri var. Fakat nedense bu kadar bileşenlerin önem verdiği  bir eğitim ve öğretimden maalesef istenildiği kadar verim  alınamamaktadır.

Toplumda yine bir furyadır gidiyor. Herkes bulunduğu yerde kendisini bulunmaz Hint kumaşı sanıyor. Kendisini vazgeçilmez görüyor. Söze “Ne iş yapıyor ki” diye başlayarak hep başka meslek erbabını kötülüyor.  Ne devlet adına iş yapan yetkililer kendini sorguluyor, ne vatandaş kendisini hesaba çekiyor, ne de öğretmen ve okul yöneticisi nerede eksiklik yapıyoruz şeklinde bir öz eleştiri yapıyor. Hep kendimizi temize çıkarıp başkasını suçlamaya çalışıyoruz. Hiç birimiz burnundan kıl aldırmıyor. Halbuki bir yerde başarı-başarısızlık varsa suçu tek tarafa yıkmaktan ziyade eğitim ve öğretimin içinde ve dışında tüm paydaşların az veya çok olumlu-olumsuz bir etkisi/katkısı vardır. Başarının sahibi çoktur. Fakat başarısızlığın sahipleneni maalesef yoktur. Toplum olarak başarısızlığa kılıf bulmada, gerekçe hazırlamada ve suçlu bulmada yine üstümüze yoktur. Mazeret bulma sadece o an için egomuzu tatmin eder. Başkasını ikna ettik derken aslında kendimizi kandırıp topu taca atıyoruz. Yukarıdan aşağıya bir suçlama, aşağıdan yukarıya bir suçlamadır gidiyor hep. Keşke suçlama ve eleştiriyle birlikte başarı gelseydi gam yemezdim gerçekten. Suçladığımız insanların onurlarıyla oynarız. Onuru incinen insandan hiçbir zaman verim beklenemez. Suçlanan insan hata üstüne hata yapmaya devam eder.

Devlet, vatandaş, öğretmen, yönetici, öğrenci kim olursak olalım, iyi bir eğitim ve öğretim bekleyen hepimiz ilk önce  taşın altına elimizi koyarak bulunduğumuz mevkideki sorumluluğumuzu vicdani sorumluluk çerçevesinde  en iyi şekilde ifa edelim. Kendimiz yaptığımız işi düzgün yapalım, birbirimize güvenelim, gizli ajanda taşımayalım, öğretim için gösterdiğimiz gayretin birazını da hep ihmal ettiğimiz eğitime verelim.  Eğitim sistemi üzerinde sonuç almadan sık sık değişiklik yapmayalım.  İyi arayan, iyinin peşinde olan herkes aynaya bakarak ilk önce kendimiz iyi olalım. (Bir sonraki yazımda -fırsat bulursam- eğitim ve öğretimde çözüm önerilerine değinmek istiyorum.)

* 01/10/2016 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde