3 Mart 2025 Pazartesi

Gürültü Yığını

Ramazanın ikinci gecesi sahuru yapıp balkona çıktım.

Ortalık sessiz ve sakin. Ne ses var ne de gürültü.

Az sonra evin ön tarafından gelen bir gürültü ile gecenin sessizliği bozuldu.

Gelen gürültü, mahalleyi sahura kaldıran davulcunun davul sesinden başkası değildi.

Ara ara öyle vuruyor ki çıkan seste ne ahenk vardı ne de ritim.

Az sonra bir blok ötedeki sokağa döndü davulcu. Orada da aynı davul sesi. Davul sesinden ziyade gürültü yığını.

Uyanıkken beynime vururcasına gelen bu gürültü yığınının derin uykuya dalmış birini yatağından sıçratmaması mümkün değil. Uyuyan bir çocuğu korkutmaması da.

Bir iki dakika süren bu gürültü yığını tam bir işkence. Şu davulcu evin etrafından bir uzaklaşsın da bu işkence bitsin istedim. Davulcu uzaklaştıkça şükür ki işkence bitti.

İşkence olsa da sahura davulla kalkmak, cep telefonlarının olmadığı, çalar saatlerin çok yaygın olmadığı eski dönemlerde bir ihtiyaç idi. Çünkü çoğunluk davulla kalkıyordu.

Günümüzde ise herkesin cep telefonu var. Herkes cep telefonunu alarmı ile sahura kalkıyor.

Üstelik mesai kavramı da günümüzde değişti. Herkes aynı anda ve saatte sahura kalkmıyor.

Kimi yatmadan önce sahuru yapıp yatıyor kimi uyumayıp sahura kadar bekliyor kimi sahur yapmıyor.

Azımsanmayacak bir kesim zaten oruç tutmuyor. Belki de oruç tutanların oranı yüzde ellinin altındadır. Çünkü toplumda ilaca bağlı yaşayan hasta sayısı azımsanmayacak çoğunlukta. İnanmadığı için oruç tutmayan da var, inandığı halde oruç yiyen de çok. Yani toplum eskisi gibi yeknesak değil. Çoğunluk sahuru uyku düzenine göre ayarlıyor.

Durum bu iken gecenin bir vaktinde gürültü yığınından ibaret davulla ayağa dikmek ne derece doğru?

Merak ediyorum, bu devirde davulcuyla sahura kalkan kaldı mı?

Her ramazanda bu işkenceyi çekmek zorunda mıyız?

Sahurları sessiz ve sakin geçiremeyecek miyiz?

Geçmişte bir ihtiyaçtan doğan bu davulla sahura kalkma, gelenek diye hala bu çağda devam edecek mi?

O kadar örf adet ve geleneği devam ettirmezken artık hiçbir anlam ve işlevi kalmayan davulla uyandırmayı niye devam ettiriyoruz?

Etkili ve yetkili kişilerden, artık bu davulla sahura kaldırma adetine bir son vermelerini istiyorum. Gerekirse ihtiyaç olup olmadığına dair bir araştırma bile yaptırabilirler. Görülecek ki kahir ekseriyet davulla sahura kalkmayı onaylamayacaktır.

Ezan sesinin bile kulak tırmalamayacak ve rahatsız etmeyecek şekilde ayarlanması konuşulurken, gecenin sessizliğinde kulakları patlatırcasına davul çalmanın hiç anlam ve izahı yok.

Lütfen, bu hassasiyet dikkat alınsın. Davul artık tarihteki yerini alsın.

Ramazan Kutlanmaz, Yaşanır

Kutlamanın yeri ayrı, anmanın yeri ayrı. Mesela;

10 Kasım kutlanmaz, anılır.

18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü, içinden hem zaferi hem de şehitleri barındırdığı için hem kutlanır hem anılır.

23 Nisan, 29 Ekim, 19 Mayıs ve 30 Ağustos kutlanır.

Ramazan ve kurban bayramları kutlanır.

Ramazan bayramı kutlanırken Ramazan orucu kutlanmaz, yaşanır. Çünkü;

Bu ayda oruç tutulur.

Teravih kılınır.

İftar yapılır, sahura kalkılır.

Kur'an okunur, hatim inilir, mukabele okunur, mukabele dinlenir.

İftar davetleri yapılır.

Fitre ve fidye verilir.

İsteyen, vakti müsait olan itikafa girer. Ramazanın son 10 gününü camide geçirir.

Parası ve vakti olan ramazan umresine gider.

Ramazan paketi hazırlanır ve fakirlere dağıtılır.

Zekât genelde bu ay verilir.

Camiler dolar.

Bazı camilerin minarelerine ramazanı hatırlatan mahyalar asılır.

Yardım ve dayanışma bu ayda hız kazanır.

İftar sofraları sair günlere göre mükellef olur.

Sahur saatleri değişse de tüm aile fertleri sahur ve iftarı birlikte yapar.

Bazı özel sektör ramazan dolayısıyla esnek mesaiye geçer.

Kadir gecesi ihya edilir, kutlanmaz. 

Ramazan orucuna dair verdiğim bu örneklere bakarsak, ramazan kutlanmaz, aksine yaşanır. Bu yaşama hem bedenen hem ruhen hem de zihnen olur. O yüzden yaşanan bir iklimi kutlamaya döndürmeyelim. Çünkü ramazanın kutlanacak bir yönü yoktur. Bir de kutlama çıkararak eski köye yeni adet getirmeyelim.

Yine de mübarek olsun anlamında kutlayana da bir sözümüz olmasın. Bizde "Şeker ve kurban bayramı kutlanır, Ramazan kutlanmaz" diyene de bir sözümüz olmasın.

Hele "inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme" gerekçesiyle kimseyi gözaltına almayalım. Yerinde veya değil, bir işletmenin çalışanlarına yönelik e posta mesajlarından nem kapmayalım. Had bildirmek için hemen hakkında inceleme ve soruşturma başlatmayalım. En ufak bir şeyde adalet mekanizmasını insanın boynunda Demokles’in kılıcı gibi sallamayalım. İşletmelere itibar suikastı yapmayalım. Maksadını aşan, pot kıran insanımızı bir çırpıda tu kaka yapmayalım. Adalet; yerinde, zamanında ve kıvamında olursa bir anlam ifade eder. Değilse, bu işleyişi de olur olmaz kullanmak suretiyle ayaklar altına almış oluruz.

Şayet bir işletme, işini yapan çalışanının oruç ibadetini yerine getirmesini engellerse buna hep birlikte savaş açıp had bildirelim. Ötesi gereksizdir. Bırakalım da şirketin içişlerini şirket kendi içinde çözsün. Her şeye burnumuzu sokmayalım.

İnsanların yaşantısına müdahale etmeden, oruç tutana da tutmayana da, dine yakın olana da dinden uzak olana da saygı duyalım. 
Unutmayalım ki şirketin/holdingin kendisi dindar olmaz, çalışanı olur. Tıpkı devletin laik ama insanının laik olmadığı gibi.

Orucun, Kitaplarda Yazmayan Faydası

Bir ramazan iklimini yaşıyoruz.

Ramazan kışa doğru geldikçe 17 saatlik uzun günlerin orucu şimdilik geride kaldı.

Haliyle kış mevsiminde 13 saat oruçlu kalmak uzun günlere göre daha kolay.

Her ne kadar kışın oruç tutmak daha kolay olsa da bazıları, ben oruç ibadetini seviyorum dese de oruç zor bir ibadettir.

Gözü korkutan bir ibadettir.

Psikolojik yönden insan nefsini rahatsız eden bir ibadettir.

Çünkü nefsin istediği yeme ve içmeyi, sınırları belli bir süre ötelemektedir. Bu da nefse zor gelen bir ibadet olduğunu gösterir.

Sahur dolayısıyla uykuyu da bölmekte. Güne uykuyu alamadan başlamak demektir.

O yüzden diğer ibadetlerin aksine oruç, yüzü soğuk bir ibadettir.

Oruç ve çalışmak insanı korkutsa da orucun esas zorluğu hiçbir iş yapmayanlar içindir. Çünkü çalışırken oruç tutmak, vaktin ne zaman geçtiğini bilememek anlamına gelir.

Önemli olan orucu çalışarak geçirmektir. Orucu bahane edip işten geri kalmamaktır. Bir şeyi yaparken diğerini ihmal etmemektir. İkisini birlikte götürmektir. Bu dediğim, bedenini terleyerek çalışanlar için değil. Çünkü onlar için oruçta çalışmak güçten ve takatten kesilmek demektir.

Yüzü soğuk, zor bir ibadet olsa da orucun faydası da yok değil. Faydası derken sevabından bahsetmeyeceğim. Acın halinden anlama, iradeye hakim olma, nefsi terbiye etme ve sabrı öğretme gibi faydalarını saymayacağım. Sağlık yönünden de faydalı demeyeceğim.

Orucun en büyük faydası, tuvalete gitmeye ihtiyaç hissetmemektir.

Sair günlerde yiyip içtikten sonra tuvalete duyulan ihtiyacın oluşmamasıdır.

Sık sık wc'ye gitmeye ihtiyaç hissetmemektir.

Sabahtan akşama hiç tuvalete gitmeden her namaz vakti için abdest almaya gerek görmemektir.

Sabah abdestiyle akşamı yapmaktır. Bu da sudan ve zamandan tasarruf demektir.

Sair günlerde çay vs.nin ardından soluğu wc'de aldıkça bende prostat var endişesinin, oruçta gitmesidir. Motor sağlam sevincini iftar sonrasına kadar yaşamaktır.

Uzatmayayım, orucun bu faydası da yabana atılmamalı. Orucun bireysel ve toplumsal faydalarını yazan ilmihallerde, bu faydaya da bireysel kısmında mutlaka yer verilmeli.

Travmayı Atlatmanın Yolu

Bu ülke, faydalananlar ve mağdur edilenler diye ikiye ayrılsa yeridir. Bir de sürekli nemalanan grup var. Nemalanan bu grup her devirde nemalanmaya devam eder. Bunlara beyaz Türkler dense yanlış olmaz.

Faydalanan ve mağdur edilen grup ise her devir ve sürece göre yer değiştirir. Faydalanan, bir başka süreçte mağdur, mağdur edilen de bir başka süreçte ihya olur. Bu yönüyle bu ülke, tuzu kurular, devrine göre ihya olanlar ve imha olanlardan müteşekkil.

İhtilaller, ihya ve imha olanlara bir örnektir.

Aynı şekilde 28 Şubat post modern darbesi de ihya ve imha olanlara bir örnektir.

Bu süreç dindar ve mütedeyyin insanların üzerinden buldozer gibi geçti:

Başörtülüler mağdur edildi. Kimi görevinden atıldı kimi okulunu okuyamadı.

Meslek liselerine katsayı engeli getirilerek bu okullar kapatılmaktan beter edildi.

Seçilmiş hükümete baskı yapılarak istifa ettirildi.

8 yıllık kesintisiz eğitime geçildi.

Altı ve mevzuatı sağlam olmayan yeşil sermaye çökertildi.

İrtica ile mücadele MGK'nin ilk gündem maddesi oldu.

İrticanın odağı kabul edilen iktidarın büyük ortağı parti kapatıldı. Sorumlularına yasak getirildi.

Uzatmayayım, bu süreçte adeta dindar ve mütedeyyin insanlar üzerinde terör estirildi.

Bin yıl devam edecek denilen bu süreç çok sürmedi. 10-15 yıl içerisinde bu sürecin yaraları sarıldı.

Aradan bunca yıl geçti. Sürecin mağdur eden aktörleri yargılandı ve mahkum oldular. Sürecin tüm izleri silindi. Bugün bu süreci savunan yok. O gün bu süreci savunanların ağzını bıçak açmıyor.

Niyetim 28 Şubat sürecini anlatmak değil.

Dikkatimi çeken, her seneyi devriyesinde bu sürecin mağdurları paylaşım yapıyor, bu sürece lanet okuyor, süreçteki mağduriyetini ortaya koyuyor. Bize şunu şunu yapmışlardı. Bunu unutmayacağız, unutturmayacağız diyor.

Elbette bu süreç zulmü ile anılacak. Çünkü bu süreç nicelerine mağduriyetler yaşattı.

Yalnız ölenle ölünmüyor. Bu süreci bu kadar yıl geçmesine rağmen her seneyi devriyesinde gündemde tutmanın, mağduriyeti öne çıkarmanın ne faydası var? Üstelik bugün bu süreci savunan da yok. Savunanlar sinmiş durumda. Aktörlerinin çoğu da öldü.

Buna rağmen her yıl dönümünde bu tür mağduriyet paylaşımları ve lanet okumaları nasıl anlamamız gerekir?

Belli ki süreç çoğu kimsede bir travma oluşturmuş. Aradan bunca yıl geçmesine, sürecin tüm izleri silinmiş olmasına rağmen oluşan bu travma hala yerinde duruyor ve tazeliğini koruyor.

Hiçbir zulmü görmezden gelemem. Hiçbir mağduriyeti de küçümsemiyorum. Yalnız bu travmadan kurtulmak, geçmişi yaşamayı bırakıp önümüze bakmak gerekir diye düşünüyorum.

Süreç tarih olmalı, tarihteki yerini almalı. "Acıları kuma, iyilikleri taşa yazmalı" artık. Elimizdeki dolu bardağı masaya bırakmalı. Değilse yaşanan bu travma kolay kolay atlatılmaz.

Geçmişle övünmeyi, geçmişe lanet etmeyi bırakıp önümüze bakmak lazım vesselam. Aksine, her yıl dönümünde yarayı kanatmak, yaşanan travmayı bırakmamak anlamına gelir ki bu da sağlıklı düşünmenin önünde en büyük engel olarak kalmaya devam etmek demektir. Çünkü devir, geçmişi yaşamak değil, önümüze bakma devridir. Süreç illa değerlendirilecekse bu süreç kimin işine yaradı, bunun üzerine kafa yormak gerek.

Dilencinin Böylesi

Kışın güneşli günlerinde çarşıya çıktığımız zaman çay içmek için Tarihi Buğday Pazarı'nın geniş alanını tercih ederiz. Bu alanın içinde çok sayıda çay ocağı var.

Küçücük çay ocaklarının önü bomboş ve büyük alan olduğu için açık alana bol miktarda masa ve sandalye atılıyor. Arkadaşlarıyla buluşanlar da güneşli havada bu çay ocaklarının önünde çayını yudumluyor. Bu şekil sanırım 6-7 çay ocağı var.

Ramazana iki gün kala yine bu mekanda arkadaşlarla buluştuk. Çayımızı içiyoruz. Bir taraftan da güneşimizi alıyoruz.

Sırtım dönük çayımı yudumlarken aynı zamanda muhabbet ederken, bir kadının sesini duydum:

"Çay içenler! Ramazana şurada ne kaldı. İki yüz liraya ihtiyacım var. Niye vermiyorsunuz? Böyle bir günde de yardım yapmayacaksınız da ne zaman yapacaksınız? İstediğim iki yüz lira. Vereceğiniz iki yüz lira sizi öldürmez, beni de ondurmaz. Bunu da biliyorsunuz. Bunun için hesap kitap bilmeye gerek yok" dedi yüksek sesle.

Sonra benzeri cümleleri diğer çay ocaklarının önünde söyledi.

Her bir çay ocağının önünde insanların arasına girmeden kenarda yine 200 lira istemeye devam etti.

Ardından tekrar bizim oturduğumuz yere geldi. Tekrar aynı cümleler.

Kimdir bu, böylesi yardım istemeyi ilk defa gördüm diye sırtımı dönüp baktım. Gençten başörtülü bir kadındı yardım isteyen.

Kadın ezberlediği cümleleri sayarken yan masada oturan birkaç kişi, "Bu kadın sürekli buralarda. Hep iki yüz istiyor. Alışkanlık haline getirdi" dedi. Belli ki bu kişiler ve bu kadın bu çay ocağının sürekli müdavimlerinden.

Ara ara bu çay ocağına gelsem de zaman zaman masamıza gelerek diğer masaları dolaşarak yardım isteyenleri gördüm de kalabalık arasına girmeden kenarda herkese sesini duyurarak avazı çıktığı kadar yardım isteyeni ilk defa gördüm.

Herkes tanımış ki yüzün üzerinde çay içenden bir tanesi çıkarıp 200 lira vermedi.

İki defa bize yakın haykırışından şuna 200 lira vereyim diye içimden geçirdim. Yan masadakiler buranın müdavimi deyince, belli ki alışkanlık haline getiren biri deyip vermekten vazgeçtim.

Ne kadar ihtiyaç sahibi idi bilmiyorum. Bir kişi iki yüz vermese de koca Buğday Pazarının içindeki masaların her biri bir çay parası 10 lira verse, kadına kaç iki yüz birden toplanırdı.

Toplum olarak yardım isteyeni pek geri çevirme adetimiz yoktur. Az veya çok verilir. Yalnız kimseden tık çıkmaması yardımın kötüye kullanıldığının bir göstergesi. Sadece bu çay ocağı değil, hangi çay ocağına oturursan, masana kaç kişi birden yardım istemeye gelen oluyor.

Üzücü bir durumla karşı karşıyayız. Dilenecek kadar bu toplum ihtiyaç sahibi mi yoksa dilencilik bir meslek olarak mı icra ediliyor?

2 Mart 2025 Pazar

Yazı ve Bedel

Yazı yazmak bir emek ister.

Bir konuda görüş bildirmektir.

Benim bu konuda görüşüm bu demektir.

Bir nevi podyuma çıkmaktır:

Tekdir de görmek vardır, takdir de ayıplanmak da vezir olmak da vardır, rezil olmak da.
Kutuplaşan Türkiye’de yazı yazmak bir cesaret ister.

Çünkü yazdığın yazının içeriğinden ve belirttiğin görüşten ziyade kimi ve hangi tarafı tuttuğuna bakılır.

Gücün ve büyük çoğunluğun görüşüne uygunsa yazın;

Taltif görürsün.

El üstünde tutulursun.

Mükarrabünden olursun.

Görüp gözetilirsin.

Taltif edilirsin.

Bir yerlere referans gösterilirsin.

İşinde, aşında ve hayatın her hangi bir alanında hatan olursa görmezden gelinirsin.

Başına bir şey gelirse savunulursun.

Çünkü bizim adamsın. Yani bizdensin.

Bizden olunca sana kol kanat gerilir.

Kimseye yem edilmezsin.

O yüzden gücün yanında yer alırsan, beslenirsin.

İmkanlara boğulursun.

Başın ağrımaz.

Huzurun kaçmaz.

Çevren, destekçin ve beğenenin çok olur.

Saygı görürsün. Çünkü görüşün güçle örtüşmektedir.

Bir de gücü her halükarda savunursan senden iyisi olmaz.

Kazara görüşte ve fikirde güçle örtüşmezsen;

Bir çırpıda çizilirsin.

Tu kaka yapılırsın.

Kara listeye alınırsın.

Had bildirilir.

Yoldan çıkmış, iflah olmaz biri kabul edilirsin.

Çevrende kimse olmaz.

Yalnızlara oynarsın.

Çünkü dışlanırsın.

Sonunda muazzebinden olursun.

Tüm bunlar niye anlaşılmıyorum sorusunu sordurur. İster istemez seni huzursuz eder.

Bu durumda yazı yazarken tercihte bulunmak zorundasın. Huzurum kaçmasın diyorsan, kendinden ödün vererek güce yaslanacaksın ya da gemileri yakıp huzurunu kaçıracağını bile bile görüşünden ödün vermeyeceksin.

Velhasılıkelam, yazı yazıp yazdığını paylaşanlar tüm bunları göz önünde bulundurmalı. Ya huzuru seçecek ya da huzursuzluğu. Kendi adıma söylersem, bedeli ağır olsa da huzurum kaçsın isterim.

Dindar Zihnin Dünyası

“Bugün Mehmet Okuyan hocayı dinledim. ‘Depremin duası nedir’ dediler. ‘Demirden ve çimentodan çalmamaktır’ diye cevapladı”.

Bu paylaşımı emekli bir ilahiyatçı paylaşmış.

Bu söze ne denir? El hak doğru denir. Adam fiili duadan bahsediyor. Kısaca bina yaparken tabiat şartlarına uygun bina yapacaksın. Malzemeden çalıp çırpmayacaksın diyor.

Mehmet Okuyan, ömrünü Kur’an’a adayan bir Kur’an talebesi. Tefsir ederken hatası olmaz mı? Olur. Kimin olmaz ki Okuyan’ın olmasın.

Bildiğim kadarıyla hadis ve sünneti inkar eden biri değil. Ama nedense adı sünnet ve hadisi inkar eden birine çıkmış. Hadislere bakış açısı, kendi ifadesiyle, “Ne süpürüp atanlardan ne de süpürüp alanlardan”. Her hadisi referans almayıp Kur’an’ı Kur’an’la açıklamayı düstur edinmesinden olsa gerek. Kendisinin seveni kadar düşmanı da çok. Nefret edenler adeta ismini duyar duymaz içindekini kusuyor.

Üşenmeyip bu paylaşımın altına yorum yazanlara baktım. Neler yumurtlamışlar neler:

İslam Dininin temel kaynağı Sahih sünneti inkar eden bu Macar Yahudi’si Ignaz Goldziherin şakirdi din yıkıcısı”.

Sâffât Suresi 102. ayette Hz. İsmail ‘Babacığım emrolunduğun şeyi yap’ demesine rağmen mealen ‘Allah çocuğunu kurban et der mi?’ diyerek açıkça ayete muhalefet eder” .

“Ebu Davut’ta kaydedilen sahih hadiste cuma namazının kadınlara farz olmadığı beyan edilir ama bu din yıkıcısı, cuma namazının kadınlara da farz olduğunu söyler”.

Sapkın görüşlerinden sunduğum bu birkaç örnek bu şahsın din anlayışının sakatlığının gösteriyor.

“Evet, Müslüman her işini en iyi yapmalı, lakin yaratıcıya duayı küçümsemesi kibrinden gübürünün (ne demekse) gözükmesine sebep oluyor”.

“Niye hoca diyon madem?”

“Materyalist bir yaklaşım”.

“Kur'an'ı tahrif edecek şekilde yorum yapan ve özellikle peygamberi yok sayan bir âlim. Dinlemeyi bırakın, adam yerine bile koymaya değmez. Bakara suresinin 286. ayetini okur da peygamberi yok sayar, buna muzelman (Müslüman değil) denir, denirse.!”

“Farkında isek eğer, duayı küçümseyip de şaka ile ve istihza ile cevap veriyor ki "Vel istihzâu küfrün/dini değerlerle istihzâ etmek küfürdür..."

“Dinleyecek bir adam bulamadın mı... Hoca???”

“Tehlikesi çok büyük bu herifin...!!!!”

“Böyle adamları ilahiyatçılar temizlemesi lazım”.

“O adamın ismini bile ağzıma almam”.

Aracı koymayın deyip yüzlerce kitap yazan bu ve dünürü değil mi? Bunlar var ya bunlaaaarrrr...”

Gördüğünüz gibi yorumlarda Kur’an talebesi Okuyan’ın ne Müslümanlığını bırakmışlar ne de insanlığını. Demediklerini bırakmamışlar. Adeta içindekileri kusmuşlar.

Tüm bu yorumları görünce tüm dindarları kastetmesem de dindar zihnin dünyası böyle çıkıverdi içimden. Vah ki vah yazık.

Ne yazık ki söyleyecek sözü olmayanların, Okuyan’a fikirle cevap veremeyeceklerin zihin dünyası bu işte. İşleri güçleri kişiye belden aşağı vurmak.

Sonunda paylaşımı yapan ilahiyatçı tüm bu yorumlara gına getirmiş olmalı ki hepsine birden büyük harflerle şöyle cevap vermiş:

YAV BEYLER! HAKLISINIZ KATILIYORUM YORUMLARINIZA. AMA DEMİRDEN ÇİMENTODAN ÇAL YIKILSIN...

BİRAZ BUNA VURGU YAPTIM YAV... BUNU GÖRÜN YETER... HABİRE SALDIRMAYIN YAV.

ADAM DOĞRU SÖYLEMİŞ. ŞEYTAN BİLE BAZEN DOĞRU SÖYLÜYOR YAV.

 DOĞRU DE GEÇ...”

Sadede gelirsem, bu zihin dünyasına sahip insanların ne dine ne Müslümanlığa ne topluma ne de insanlığa verebileceği bir şey var. Bu tiplere, tek kelimeyle yazıklar olsun!