19 Ocak 2025 Pazar

Çocuklarıma Mirasım

Bir ayağım çukura girdi. Bunca yaşadın. Hayattan ne buldun deseler, nedamet ve heyhat derim. Ömrüm pişmanlıkla geçti dense yeridir.
Hepsi geçip gitti. Ama bir üzüntü daha kapladı beni. Bu üzüntü öbürleri gibi gelip geleceğe de benzemiyor. Şimdiden bir kabus gibi çöktü üzerime.
Onca çalışıp çabaladım. Üzerine didindim. Artanı biraz biriktireyim ki çocuklarıma miras kalsın istedim. Ama olmadı.
Bu yazıyı yazarken eskimiş, şu kadar yıl oldu alalı. Değiştirelim denen kanepeye sırtüstü uzandım. Elime de Redmi Pro 9'u aldım. Gözümün önüne çocuklarıma bırakacağım mirası getirdim:
Toru topu 30 yılı geçmiş 3+1 eski bir daire ile kooperatiften çıkma 2+1 evim, 2000 model Nissan Primera, kalırsa ve yüzüne bakarlarsa bu telefon. Başka da gözümün önüne bir şey gelmedi. Üç bankada hesabım var ama onlarda da ufak tefek giriş çıkışlar dışında bir şey yok. Sanırım, iki sene önceydi. 6 kilo kaya tuzu almıştım. Bir de sakal tıraşı olmak için içerisinde onar tane olan üç paket permatik var. Ölünceye kadar tuzdan ve permatikten ne kadar kalırsa artık. Bu telefon da var diyeceğim ama pek bunun yüzüne bakacaklarını sanmıyorum.
Gördüğünüz gibi benden sonra dört çocuğum arasında miras kavgası verecek kadar bir malım yok. Bu utanç da bana yeter. Haliyle çocuklarım da utanacaklar. Bize bıraka bıraka permatik ve tuz bırakmış. Babamız safi yatmış. Başka babalar gibi bir servet bırakmamış diyecekler.
Böyle demede de haklılar. Çünkü ben, insanı ne uzatan ne de kısaltan sabit gelirli olmayı seçtim. Bu da beni ne ondurdu ne de öldürdü. Maaşımdan arta kalan üç beş kuruşu da kenara attım ama gördüğünüz gibi damlaya damlaya göl olmamış. Halbuki enflasyona da ezdirilmemiştim ama görüyorum ki pul olmuş attıklarım. Belimi büken enflasyonun beli ha kırıldı ha kırılacak derken enflasyon yoluna dolu dizgin gidiyor. Gel gör ki benim belim bükülmüş de benim haberim yok bir de TÜİK'in.
Bıraktığım bu serveti dört kardeş aralarında nasıl paylaşırlar bilmem. Şeriat mahkemesi mi kurarlar yoksa Medeni Kanuna göre mi paylaşım yaparlar bilmem. Ama kızım olmadığına göre sanırım aralarında eşit bir paylaşım yaparlar. Evleri ve arabayı satıp parayı kırışırlar. Yok babamın hatırası deyip iki evi dörde, arabayı da dörde mi bölmeye kalkarlar bilmem. Sadece araba kalsa birer birer teker ve kapı paylaşımı yapabilirler. Evler biraz sorun olacak ama nasıl anlaşırlarsa artık. Kiraya verip her ay biri kirayı alabilir. Ama esas kavga, kalan kaya tuzunda ve permatik paylaşımında olacak gibi görünüyor.
Allah vere de paylaşacağız diye basın ve medyaya düşmezler. Döviz bastırıp, "Babamızın parası, söke söke alırız" demezler. Herhalde bunu yapmazlar. Bizim siyasetçi ve dini lider mirasçılarından neyimiz eksik demezler. Çünkü mirasın miktarını gören bunları tefe koyar.
Şimdi düşünüyorum da utanıyorum kendimden. Bırakacağım mirastan dolayı da çocuklarımın mahcup olacağını düşünüyorum. Çünkü bu miktarı paylaşmak için kavgaya gerek yok. Basın medyaya düşmeye de. Çünkü kavga edilecekse bir defa kavgaya değecek bir mal olmalı orta yerde.
Şimdiki aklım olsaydı, bir şekilde siyasete girer. Paraya para demezdim ya da bir cemaatin başına geçer, servetimin haddi hesabı olmazdı. Hizmet ehli ve sureti haktan görünüp malı götürürdüm. Artanla da çocuklarım kavgasını yapardı. Buna da değerdi. Servetin miktarı havada uçuşurdu. Taş ve sopalar da. Benim servetim de züğürdün ağzını yorardı.
Haydi siyaset her kişinin hele benim hiç işim değil. Başarı şansım sıfır. Tarikat ise babadan oğula geçer. Babam da yoksa bana nasıl geçsin. Yalnız dört erkek çocuğa bir şeyhlik bıraksaydım, aralarında post kavgası epey devam ederdi. Bu iş tam bana göreymiş halbuki.
Şu var ki siyaset ve dini oluşum içinde olamasam da olmamam gereken bir şey de sabit gelirliliği tercih etmemem gerektiğini şimdi düşünüyorum. Pekala poşet dede gibi dilencilik yapıp paraya para demezdim. Tek yapacağım, üzerime yanık elbise giyip üzerine poşet geçirmek idi. Gören acır, verirdi. Ben de toplar toplar, biriktirir biriktirir, akşamında bankalara yatırırdım. Milyonlarım böyle birikirdi. Öldükten sonra kıymete binerdim. Basın ve medya günlerce benden konuşurdu. Bıraktığım serveti de tabi. Bankadaki birikintileri timsah gözyaşları dökerek çocuklarım temizinden çekerdi. Yemeyenin malını yerler derlerdi ardımdan.
Heyhat ki heyhat! Ölümüm sessiz sedasız olacak. Bir garip öldü deyip gömecekler. Fakir ölünce pek cenazeme katılan da olmayacak. Ardından çocuklarım arasında miras kavgası olmayacağı için basına da düşmeyeceğim ve toprağım kurumadan unutulup gideceğim.
Vah ki vah...

17 Ocak 2025 Cuma

Aileler Yaşadı

Aile Yılı dolayısıyla devlet, evliliği teşvik etmek ve nüfusun artmasına katkıda bulunmak amacıyla bir dizi teşvik paketi açıkladı. Buna göre;

1.Evlenecek gençlere 48 ay vadeli, 2 yıl ödemesiz ve faizsiz 150 bin lira evlilik desteği verilecek. Bunun için çiftler, e devlet üzerinden başvuru yapabilecek. Başvuru yapabilmek için “başvuru tarihi itibarıyla çiftlerin, 18-29 yaş arasında olmaları, taşınmaz sahibi ya da hissedarı olmamaları, çiftlerin son 6 aylık gelir toplamı ortalamasının ve son aya ait gelirleri toplamının asgari ücretin 2,3 katından fazla olmaması, başvuru tarihi itibarıyla resmi nikah gününe en az 2 ay, en fazla 6 ay kalmış olması şartlarını taşıması gerekiyor”. (Bu durumda bu fona başvuru yapamıyorum. Çünkü yaşım tutmuyor. Oğlum yararlansın istiyorum. Onun da niyeti yok. Bu durumda bahtıma yanayım.)

2. Doğum yardımı desteği de veriliyor. Doğum yardımı alabilmek için 1 Ocak 2025 itibariyle doğacak ilk çocuğa tek seferlik 5000 lira verilecek. (Oğlum evlenmediğine göre bu paradan da nasiplenemiyoruz. Ben ise 2025 öncesi evlendiğinden bu oranda bir paradan yararlanamıyorum. Yeni bir çocuğum olursa diye hanıma bir söyledim. Duvardaki eleği gösterdi. Ne alaka elek dedim. Sen unu eledin, eleği duvara astın dedi. Hasılı bir bardak soğuk suyla hararetimi söndürmeye çalışacağım.)

3 - 1 Ocak 2025'ten sonra ikinci çocuğuna sahip olan bir annenin hesabına her ay 1500 lira yatırılacak. (5 binden geçtim. 1500’den de yararlanamıyorum. Hoş, yararlansam da hanımın hesabına yatacakmış. Hanım bu paradan bana zırnık koklatmazdı.)

4 - İlk ve ikinci çocuğunu 1 Ocak 2025'ten sonra dünyaya getiren bir anneye üç ve üzeri çocuğu dünyaya geldiğinde, 3 çocuk sahibi olan bir annenin hesabına aylık 6 bin 500, 4 çocuklu bir anneye ise aylık 11 bin 500 lira ödeme yapılacak. (Bu durumda 2025 öncesi doğan çocuklar üvey, sonrası doğanlar devletin öz evladı. Aynı şekilde 2025 öncesi doğum yapan kadın üvey anne, sonrası doğum yapan kadın ise öz anne. Hasılı yaşın genç ve 2025’de evlenmek ve çocuk sahibi olmak varmış.)

5. Doğum yardımları, çocuklar beş yaşını dolduruncaya kadar devam edecek. (Anneler yaşadı.)

6. Yardımlarda herhangi bir kriter gözetilmeyecek. (Sanırım, zengine de fakire de bu yardım yapılacak.)

7. Çiftler, 81 ile yaygınlaştırılan Aile ve Gençlik Fonu'na yani 48 ay vadeli ve 2 yıl geri ödemesiz 150 bin lira tutarındaki destek için e devlet üzerinden başvuru yapabilecek. (Bu 150 bin çiftin her birine ayrı ayrı mı verilecek yoksa toplam bu kadar mı? Burası izaha muhtaç. Bir de bu destek 2025 sonrası evlenmek isteyenlere de devam edecek mi? Burası da kapalı. Sanırım 2025’le sınırlı. Şayet böyle ise benim oğlan 2025’den sonra evlenir.)

Hasılı aile yılında aile desteği ve çocuk yardımı bununla sınırlı değil. Devlet çalışan kadını da düşünmüş. O da şu:

8. Kadınların ev ve işleri arasında bir tercih yapmak zorunda kalmamaları için esnek ve uzaktan çalışma modelleri hayata geçirilecek.

9.Halihazırdaki kreşlerin sayısı artırılarak ülke genelinde yaygınlaştırılması sağlanacak.

Haydi gençler, göreyim sizi. Gördüğünüz gibi devlet kesenin ağzını açmış. Sayenizde geriye doğru giden nüfusumuz artacak.

Düşünme Kapasitesini Artırmanın Yolu ve Sonuçları

"Düşündükçe; itiraz etme, uyumsuz olma, huzursuz olma ve huzursuz etme kapasiteniz de artar. Kendi başınıza kararlar almanız, kendi başınıza düşünmeniz; kendi başına düşünme kabiliyeti olmayanları çileden çıkarır."
Bu söz Dücane Cündioğlu'na ait. Bu söze katılır veya katılmazsınız, bu sizin bileceğiniz bir iş. Hatta sözün içeriğine bakmadan, sözün kim tarafından söylediğine bakarak ben bu adamı sevmem ve görüşlerine katılmam, benim için güvenilmez biridir de diyebilirsiniz. Burada bize düşen hikmetinden sual olmaz demektir. Öyle ya sevmek bir gönül işidir. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Aynı şekilde görüşüne de katılmak zorunda değil.
Şimdilik sizi bir tarafa bırakarak ben kendime bakayım. Çünkü söz ortada kalmasın. Bakalım bu sözün neresindeyim. İçinde miyim, dışında mıyım?
Şu bir gerçek ki bu cümlede kapasite artışından bahsediyor. Bakalım bende bu kapasite ve potansiyel kapasite artışı var mı?
Müsaadenizle kendimi test edeyim. Sanki bende bu kapasite var gibi. Çünkü itiraz yönüm olduğunu eş dost söylüyor. Aristo mantığından hareket edersek, itiraz ettiğime göre sanki düşünüyorum. O halde varım.
İtiraz yönüm olduğuna göre uyumsuz olduğum, nevi şahsına münhasır biri olduğum da doğrudur. Zaten fiziki rengime de vurmuş bu uyumsuzluğum. Çoğunluğun saç rengi siyah iken bendenizde turuncu renk hakim. Bakmayın şimdi ağardığına.
Uyumsuz olunca, haliyle huzursuz olduğum ve huzursuz edildiğim de doğrudur. Çünkü zannımca huzursuz ettiğim bir gerçek. Huzursuz etmek derken birilerinin suyunu bulandırma, kuyruğuna basma, fincancı katırlarını ürkütme gibi bir yönüm var. Haliyle huzursuz edince huzursuz olmam doğaldır.
Hasılı, sonuçları itibariyle bakarsak, bende itiraz etmek, uyumsuz olmak, huzursuz olmak ve huzursuz etmek olduğuna göre sanki bende düşünme kapasitesi var gibi.
Şayet böyle isem -sonucunu düşünmeden- kararlar almam, kendi başıma ve bir başıma düşünmem de olası. Bu olası durum kendi başına karar alma kabiliyeti olmayanları, bu kabiliyetleri varsa da bu potansiyeli kullanmayanları çileden çıkarırmış. Çok da tın. Birileri bu kapasitesini kullanmadığı için çileden çıkacak diye yarım yamalak da olsa tüm bu özelliklerimi kullanmayayım mı?
Varsın, birileri hesap kitap yaparak itiraz etmesin. Uyumsuzluk yolunu seçmesin. Kimseyi huzursuz etmediği için kendisi de huzurlu olsun. Ne huzursuz etsin ne de huzursuz olsun. Kendi başına kararlar almasın. Kendi başına düşünmesin. Yani birey olmasın. Sürü olmayı, sürüden ayrılmamayı, ağrımaz başını ağrıtmamayı seçsin. Böylece huzur bulsunlar.
Ama hep mi huzur bulsunlar? Tamam sürünün içinde yer alarak huzur bulsunlar da akıllarının bir köşesinde birey olmadıkları bir ukde olarak kalsın. Bu da onları huzursuz etmek için yeter de artar bile.
Olur mu demeyin. O kadar huzurun içinde biraz da lütfen huzursuz olsunlar.
Bir de itiraz etmedikleri ve uyumsuz olmadıkları için huzursuz olmadıklarından, huzur bozmadıklarından, bir başına karar almadıklarından ve düşünmediklerinden dolayı düşünüyorum, o halde varım demesinler. Çünkü hiç yakışık almıyor ve üzerlerinde sırıtıyor.

Tutkularımız

Resimde tutku kelimesine TDK'nin verdiği anlamlar ve tutkunun cümle içerisinde kullanılışı yer almaktadır.

Buna göre kısaca tutku güçlü bir coşku, ihtiras, güçlü istek, aşırı düşkünlük anlamlarına geliyor.

Başka milletlerin tutkusu var mı, varsa da ne kadardır bilmem ama millet olarak bizim tutkularımız çoktur. Bu tutkulara öyle bir bağlanırız hatta kendimizi öyle bir kaptırırız ki bu tutkulardan bizi ancak ölüm ayırır.

Mesela herhangi bir kişi, alan, düşünce, fikir ve görüş vs. hususlarında tarafgirliğimiz, fanatikliğimiz, kutuplaşmamız, ölümüne savunmamız, rekabet ve husumetimiz bir nevi tutku ve bağımlılıktır. Her ne olursa olsun bu tutkularımızdan vazgeçmeyi, vazgeçemeyiz. Tutkularımızı eleştirenlerle tartışmaktan, kavga etmekten, gerekirse küsmekten geri kalmayız. Kısaca tutkularımızın hepsi olmasa da çoğu bizim için kırmızı çizgidir.

Ne demek isteğimin anlaşılması için tutkumuz olan bazı örneklere yer vereyim:

Siyasi partiye tutkunluğumuz. Bu tutkunluğumuz tuttuğumuz futbol takımı gibidir. Kolay kolay değiştirmeyiz.

Dini veya siyasi lidere bağlılığımız. Bağlandıklarımızın her yaptığında hikmet aramamız. Onları ölümüne savunmamız. Eleştirenleri düşman bellememiz. Kendimizi Atatürkçü, Menderesci, Demirelci, Özalcı, Erbakancı, Türkeşçi, Baykalcı, Erdoğancı; solcu, sağcı, milliyetçi, İslamcı, milli görüşçü, Kemalist, sosyalist vs. görmemiz. Dinî yapılara bağlılığımız varsa, Nakşi, Kadiri, Nurcu, Süleymancı, İskenderpaşa, Menzilci, İsmailağa vs. gruplarından birine mensup görmemiz.

FB, GS, BJK ve TS gibi büyük takımlara olan tutkunluğumuz. Maç öncesi ve sonrası maç kritiklerimiz, hakem değerlendirmelerimiz, maça gitmemiz, ekrandan maç seyretmemiz, futbolcularının hepsinin isim ve mevkilerini bilmemiz vs. gibi durumlar da tutkumuzun bir göstergesidir.

Aynı şekilde tarihi şahsiyetlerde de bir tutkumuz söz konusu. Fatih, Yavuz, 2. Abdülhamit gibi.

Sigara, alkol veya uyuşturucu bağımlılığını da tutkumuz olarak görebiliriz.

Tutkumuza dair örnekleri çoğaltabiliriz. Fazlasına da gerek yok.

Şu var ki hangi alan olursa olsun tutkularda bir seviye tutturulamazsa bu tür tutku aşırılıktır, fanatikliktir, bağnazlıktır.

Bu tutkuya yakalanan kişiden, objektif olması ve davranması beklenemez. Hayata çok yönlü değil, tek yönlü bakar. Çünkü taraftır. Maçtaki taraftarda duygu ve coşku hakim olunca nasıl ki bu taraftar grubunda akıl değil, duygular hakim olduğu gibi diğer tutkularda da akıl ön planda olmaz. Duygular aklı bastırır. Farkına varmadan bu tutkuların esiri oluruz.

Bu tutkularda sevgi vardır, aşırı sevgi vardır. Hem de ölümüne sevgi. Bir yerde aşırı sevgi varsa aşırı nefret de vardır. Bu yönüyle aşk derecesinde olan bu aşırı sevgi gözleri kör eder. Bu aşırı sevginin oluşmasında, aşırı nefretin payı büyüktür. Çünkü bir taraftan nefret eden, diğer tarafa yani zıddına bağlanmada bulur kurtuluşu. Birinden kaçar, diğerine sığınır.

Bilelim ki bu tutku kendimiz için esarettir, sağlıksız düşünmektir, aklımızı başımızdan almaktır, birey olmaktan ziyade sürünün içinde yer almaktır, kendimizi ve özgürlüğümüzü sınırlamaktır, sırtımızda yumurta küfesi taşımaktır, kendimize güvenmediğimiz için kendimizi bir yere ait hissetmektir, bir özgüven eksikliğidir; kişinin beynini, aklını, fikrini kullanmamasıdır, tüm bunları kiraya vermesidir. Çünkü nasıl ki aşk gözü kör ederse, bu tutkular da bizi bizden eder, bizi esir alır. Tutkularla yatar, tutkularla kalkarız. Tutkular için yaşar, tutkular için ölürüz. Çünkü sürünün görevi budur. Bireycilik ve bireyselleşme mi? Ruhuna Fatiha.

15 Ocak 2025 Çarşamba

Hep Devletini Düşünmüş Meğer

Esed ve ailesine ait milyon dolarlık araç galerisi görüntülendi. Hepsi de yepyeni.

Hepsine özene bezene bakmış ya da baktırmış.

Hepsi de tamirciye gitmesine ihtiyaç olmayacak şekilde kullanıma hazır.

Bize de Esed şöyle böyle dediler, kötünün kötüsü dediler. Tek adam ve diktatör dediler. Haliyle biz de yanlış tanıdık.

Halbuki o ben gidiyorum, ne haliniz varsa görün dememiş, bana yar olmayacak araçları kimseye yar etmem dememiş.

Her tek adam ve diktatör gibi ülkesine hizmet etmiş. Bu arabalar da bunun bir örneği.

Belki de zamanında bu araçları aldığı zaman kendine şu kadar araç aldı dediler. Halbuki giderken götürmediğine göre hepsini devleti ve devletin kullanımı için almış. Şayet kendisi için almış olsaydı, giderken bunları da götürürdü. Bu demektir ki kendisi için değil, devleti ve milletine adamış kendisini. 

O kadar aracı nasıl götürsün diyebilirsiniz. Pekala yok fiyatına satıp paraya tahvil edebilirdi. Çünkü yetim malıydı. Bunda tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardı. Hasılı emanet bilmiş.

Giderken de HTŞ liderine bırakmış. Alın tepe tepe kullanın demiş.

Halbuki Esed bize anlatıldığı gibi olsaydı, madem beni baştan indirdiniz, size iyilik yaramaz derdi, hepsini kırar, dökerdi, balyozla kırdırırdı. Hiçbir şey yapamasa, o kadar vakti olmasa, pekala ateşe verdirebilirdi.

Elhasıl diktatör ve tek adam deyip de geçmeyin. Bilin ki her tek adam ve diktatör kötü değildir. Belki de hiçbiri kötü değildir. Ülkesi için çalışıp didinmişlerdir. Biraz veya çok zararları olmuşsa, ülkesini sevdiklerinden, ülkesine hizmet etme aşklarından dolayı olsa gerek.

Sonradan ah vah etmektense, biz ne yaptık demektense, diktatörlerin kıymetini bilmek lazım.

Uzatmayayım, son sözüm budur.

Aile Yılında Ben

2025 yılının Aile Yılı ilan edilmesiyle birlikte önce Cumhurbaşkanı genel hatlarıyla, ardından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı detaylarıyla ailelere yönelik bir dizi açıklamalarda bulundu.

Detayları görünce 2024 yılında Emekliler Yılı dolayısıyla emekliler yaşamıştı. Şimdi de aileler yaşayacak dedim.

Görünen o ki devlet aileler için kesenin ağzını açmış. Önce verilenler bakalım:

Yeni evlenecek gençlere 150 bin lira iki yıl ödemesiz faizsiz kredi verilecek. Hemen oğlana müracaat et dedim. Bu parayı duyan benim oğlan bu kadar para ne işe yarar dese de bakmayın siz ona. Bu devirde baba oğluna vermez bu kadar parayı borca. Üstelik iki yıl ödemeyecek. Hem de faizsiz.

Benim oğlan bu parayı beğenmese de yeniden evlenesim geldi. Ama evliyim. İkinciyi evlensem desem, önüme Medeni Kanun çıkıyor. İkinciye izin vermiyor. Gayri resmi evlensem, devlet bunu yok kabul ettiği için sanırım bu paradan yararlanamam. Acaba diyorum. Eşimle mahkeme yoluyla boşanıp tekrar evlensem, bu paradan yararlanmam mümkün mü? Bu işin mahkeme boyutu var. Aile mahkemesine müracaat gerek. Hakim soracak niye boşanıyorsunuz diye. Şiddetli geçimsizlik diyeceğim. Ya hanım, yalan söylüyor. Aramızda şiddetli geçimsizlik falan yok. 150 bin lira için yapıyor dese, hakim, utanman mı bu yaşta yalan söylemeye derse, kırmızı yüzüm kıpkırmızı olur.

Diyelim ki yüzümün kızarmasını göze aldım. Hanımı da bu paraya 24 gram altın alıp sana mihr olarak vereceğim diye ikna ettim. O da 50 gram yapan mihri görünce, evet hakim bey, şiddetli geçimsizliğimiz var dedi ve kağıt üzerinde boşandık.

Belli bir süre geçtikten sonra tekrar evlenmeye kalksam, hanım razı olacak mı? Gözümü açtım artık der mi? Bir de 50 gram mihre razı olacak mı?

Sonra dese, bu iş çocuk oyuncağı değil, şakası da ciddi, ciddisi de ciddi. O zaman ne derim.

Haydi, bunlara gönüllü gönülsüz razı oldu diyelim. Yalnız madem ki yeniden evleniyoruz. Sıfırdan yeni düğün yapıyormuş gibi evlilik ve düğünün tüm aşamalarını yerine getireceksin. Beni babamdan isteyeceksin. Ağız tadı, nişan, düğün, düğünde yemek, kına gecesi, düğün elbisesi, gelinlik vs. hepsini istiyorum, evdeki eşyalar da kullanılmış, yenisini istiyorum, üstelik hepsi marka olacak, nikahta ayağına da basarım dese, düşünün ki halim nice olur?

Hepsinden geçtim. 150 bine tüm bu işler hallolur mu diyeceğim ama zaten 150 bin mihre gitti.

Haydi, girdik bu yola. Hamama giren terleyecek. Hepsine katlanacağız dedim. Sanırım içim içimi kemiren bir sorun daha var. Çünkü devlet bu 150 bini müracaat eden gençlere vereceğini söylüyor. Benimse yaşım 61 olmuş. Görevli, amca, sen de mi? Yaşından başından utan dese ben de yaşıma bakmayın, nice gençlere taş çıkartırım desem, benim dışında kim inanır buna. Üzerine, senin yaşındakiler bu kapsama gitmiyor dese, o zaman onca masrafı boşu boşuna yapmış olacağım. Ama denemeden olmaz bu işler. Test etmeden nereden bilebilirim. En azından denedim olmadı demek için bu yola girmem gerek. Bakalım bu deneme ve merakım bana kaça patlayacak?

Tüh be! Yaş şartı varmış. 18-29 yaş aralığında olmak gerekiyormuş. Benim hayallerim de başlamadan bitti.

14 Ocak 2025 Salı

Ezeli Husumete Doğru *

Bildim bileli Fenerbahçe ile Galatasaray arasında ezeli bir rekabet söz konusu.

Geçmişi başarılarla dolu bu iki ezeli kulübün kendi aralarındaki maçları derbi olarak görülür.

Türkiye'de en fazla taraftar bu iki kulübe ait.

Bu iki köklü kulüp arasındaki ezeli rekabet, son yıllarda ezeli husumete doğru gidiyor.

Her maç sonrası bu iki kulübün başkan ve yöneticilerinin, gerekli gereksiz ve fütursuz açıklamaları, özünde sportmenlik ve centilmenlik olması gereken sporu, çirkinleştiriyor.

Çirkinleştirmekle kalmıyorlar. Kamuoyunu meşgul ediyorlar ve taraftarı geriyorlar.

Yapılan açıklamalar, saygı, sevgi ve centilmenlikten o kadar uzak ki tüm bu duruma, Federasyon, etkili ve yetkili kişiler seyirci kalıyor.

Bu iki kulübün yaptığı açıklamaları bir Anadolu kulübü yapsa başına gelmedik kalmaz. Belli ki bu iki takıma ne Federasyon ne de etkili ve yetkili kişiler ses çıkarabiliyor.

Bu gidişat ve sessizlik beni endişelendiriyor.

Görünen o ki bu lig bu sene bu şekilde bitmez.

Sanırsın ki bu lig bu iki kulübün tapulu malı.

Sanırsın ki başarı ve şampiyonluk sadece bu iki kulübe mahsus ve bunların hakkı.

Ligde en fazla ve hep korunup kollanmasına rağmen bu iki kulübün bu kadar ağlayıp sızlaması, veryansın etmesi normal değil.

Bu kadar korunup kollanmasına ve tüm kritik pozisyonlar bu iki kulüp lehine verilmiş olmasına rağmen hala bu iki kulüp veryansın ediyorsa, esemesi okunmayan, sürekli ve hep mağdur edilen Anadolu kulüplerinin oturup ağlaması lazım.

Şu var ki ligde sesleri hep gür çıkan bu iki takımın karşısındaki diğer kulüplerin sahibi yok. Bunların ligdeki görevi Fenerbahçe ve Galatasaray’ı şampiyon yapmak. Bunlar kedi köpek gibi birbirine saldırarak ligi babalarının çiftliği gibi evirip çevirecek. Anadolu takımları da bu iki kulübü şampiyon yapmak için bu ligde görünecek. Bunların şampiyon olması için asansör görevi üstlenecek. Hakları yenecek. Sürekli mağdur edilecek. FB ve GS de şu kadar şampiyonluğumuz var. Biz büyük bir takımız deyip bu ligde boy göstermeye ve egosunu tatmin etmeye devam edecek.

Bu kadar şampiyonluk almalarına rağmen GS’nin 2000 yılındaki UEFA ve Süper kupa hariç gözle her ikisinin görülür bir başarıları da yok. Her ne kadar hedefimiz Avrupa kupaları deseler de lig şampiyonluğu dışında ciddi bir hedefleri yok.

Avrupa hedeflerinin ve başarılarının olmaması şaşırtıcı değil. Çünkü değeri yüz milyon avroyu geçen takımları, değeri on milyon avro civarında olan Anadolu takımları karşısında tek tek dökülüyor. Oluşturdukları algı ve hakem desteğiyle zoraki maç alıyorlar.

Yazık Anadolu takımlarına. Daha ne kadar bu iki kulüp elinde madara olmaya devam edecekler? Yetmedi mi bu iki kulüp elinde mağdur edildikleri? Kim dur diyecek bu iki kulübün şımarıklığına? Bir devlet yetkilisi çıkıp sizin bu şımarıklığınız kabak tadı verdi demeyecek mi? Merak ediyorum, bu ülkede Federasyon ne için var? Görevleri seyircilik mi?

Görünen o ki etkili ve yetkili kişiler de bu iki kulübün elinde oyuncak. Kimse bunlara oturun oturduğunuz yerde. Ligde varız diyorsanız, diğer kulüplerden hiç farkınız yok diyecek?

Bu lig FB ve GS’in egosuna heba edilmemeli.

Anadolu kulüpleri, birlik olup sesini çıkaramayacaksa, haklarını arayamayacaksa, ellerini masaya vuramayacaksa, boşa ter dökmesinler. Alın lig sizin olsun demeli, ligde yer almamalı. Alın lig sizin olsun, körler ve sağırlar olarak ikiniz oynayın demeli ve ligden çekilmeli. İlla oynamak istiyorlarsa FB ve GS’nin olmadığı bir lig kurup orada futbol oynamalılar.

*17.01.2025 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.