Ana içeriğe atla

Tutkularımız

Resimde tutku kelimesine TDK'nin verdiği anlamlar ve tutkunun cümle içerisinde kullanılışı yer almaktadır.

Buna göre kısaca tutku güçlü bir coşku, ihtiras, güçlü istek, aşırı düşkünlük anlamlarına geliyor.

Başka milletlerin tutkusu var mı, varsa da ne kadardır bilmem ama millet olarak bizim tutkularımız çoktur. Bu tutkulara öyle bir bağlanırız hatta kendimizi öyle bir kaptırırız ki bu tutkulardan bizi ancak ölüm ayırır.

Mesela herhangi bir kişi, alan, düşünce, fikir ve görüş vs. hususlarında tarafgirliğimiz, fanatikliğimiz, kutuplaşmamız, ölümüne savunmamız, rekabet ve husumetimiz bir nevi tutku ve bağımlılıktır. Her ne olursa olsun bu tutkularımızdan vazgeçmeyi, vazgeçemeyiz. Tutkularımızı eleştirenlerle tartışmaktan, kavga etmekten, gerekirse küsmekten geri kalmayız. Kısaca tutkularımızın hepsi olmasa da çoğu bizim için kırmızı çizgidir.

Ne demek isteğimin anlaşılması için tutkumuz olan bazı örneklere yer vereyim:

Siyasi partiye tutkunluğumuz. Bu tutkunluğumuz tuttuğumuz futbol takımı gibidir. Kolay kolay değiştirmeyiz.

Dini veya siyasi lidere bağlılığımız. Bağlandıklarımızın her yaptığında hikmet aramamız. Onları ölümüne savunmamız. Eleştirenleri düşman bellememiz. Kendimizi Atatürkçü, Menderesci, Demirelci, Özalcı, Erbakancı, Türkeşçi, Baykalcı, Erdoğancı; solcu, sağcı, milliyetçi, İslamcı, milli görüşçü, Kemalist, sosyalist vs. görmemiz. Dinî yapılara bağlılığımız varsa, Nakşi, Kadiri, Nurcu, Süleymancı, İskenderpaşa, Menzilci, İsmailağa vs. gruplarından birine mensup görmemiz.

FB, GS, BJK ve TS gibi büyük takımlara olan tutkunluğumuz. Maç öncesi ve sonrası maç kritiklerimiz, hakem değerlendirmelerimiz, maça gitmemiz, ekrandan maç seyretmemiz, futbolcularının hepsinin isim ve mevkilerini bilmemiz vs. gibi durumlar da tutkumuzun bir göstergesidir.

Aynı şekilde tarihi şahsiyetlerde de bir tutkumuz söz konusu. Fatih, Yavuz, 2. Abdülhamit gibi.

Sigara, alkol veya uyuşturucu bağımlılığını da tutkumuz olarak görebiliriz.

Tutkumuza dair örnekleri çoğaltabiliriz. Fazlasına da gerek yok.

Şu var ki hangi alan olursa olsun tutkularda bir seviye tutturulamazsa bu tür tutku aşırılıktır, fanatikliktir, bağnazlıktır.

Bu tutkuya yakalanan kişiden, objektif olması ve davranması beklenemez. Hayata çok yönlü değil, tek yönlü bakar. Çünkü taraftır. Maçtaki taraftarda duygu ve coşku hakim olunca nasıl ki bu taraftar grubunda akıl değil, duygular hakim olduğu gibi diğer tutkularda da akıl ön planda olmaz. Duygular aklı bastırır. Farkına varmadan bu tutkuların esiri oluruz.

Bu tutkularda sevgi vardır, aşırı sevgi vardır. Hem de ölümüne sevgi. Bir yerde aşırı sevgi varsa aşırı nefret de vardır. Bu yönüyle aşk derecesinde olan bu aşırı sevgi gözleri kör eder. Bu aşırı sevginin oluşmasında, aşırı nefretin payı büyüktür. Çünkü bir taraftan nefret eden, diğer tarafa yani zıddına bağlanmada bulur kurtuluşu. Birinden kaçar, diğerine sığınır.

Bilelim ki bu tutku kendimiz için esarettir, sağlıksız düşünmektir, aklımızı başımızdan almaktır, birey olmaktan ziyade sürünün içinde yer almaktır, kendimizi ve özgürlüğümüzü sınırlamaktır, sırtımızda yumurta küfesi taşımaktır, kendimize güvenmediğimiz için kendimizi bir yere ait hissetmektir, bir özgüven eksikliğidir; kişinin beynini, aklını, fikrini kullanmamasıdır, tüm bunları kiraya vermesidir. Çünkü nasıl ki aşk gözü kör ederse, bu tutkular da bizi bizden eder, bizi esir alır. Tutkularla yatar, tutkularla kalkarız. Tutkular için yaşar, tutkular için ölürüz. Çünkü sürünün görevi budur. Bireycilik ve bireyselleşme mi? Ruhuna Fatiha.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda...

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam ...

Sami Hoca

Sami YÜCE İçi nasıldı bilmem ama dışa karşı şen şakrak biri idi.  Bulunduğu ortamlarda insanları güldürmeyi becerirdi. Şaka yapar, şakadan da anlardı. Çağın yaşatan Nasrettin hocasıydı.  Girdiği ortama çabuk intibak sağlar, insanlarla hemen iletişim kurardı.  Uzaktakileri belirli periyotlarla telefonla arayarak hal hatır sorardı.  İnsan canlısı biri idi. Herkesin derdi ile dertlenirdi.  Büyükle büyük, küçükle küçüktü.  Eli açık biriydi. Yedirmekten, izzet ve ikramdan kaçınmazdı. Dinlendik, Avcıtepe, Habiller, Güneysınır İlçe Müftülüğünde, Güneybağ ve Mevlana Mahallesindeki camilerde görev yaptı.  Görevine sadık biri idi. Mesaisi namaz vaktinden namaz vaktine değildi. Namaz harici bile camideydi. Görev yaptığı camileri tertemiz tutar, camlarına varıncaya kadar caminin temizliğini yapardı.  Paraya önem vermediğinden midir para yönünden yüzü pek gülmedi. Paraya ihtiyacı olduğunda kredisi vardı. Kimden borç istese eli boş dönmezdi. Şu gün vereceğim de...