8 Kasım 2024 Cuma

İnsafınız Kurusun!

Zaruri ihtiyaçlar dışında epeydir market alışverişi yapmazdım. Bugün, yarın derken iki liste, alacak listesi çıktı.

Markete vardım. Listeye göre alacağımı aldım. Aldığımın üstünü çizdim. Listenin biri bitti. Diğerine göz gezdirdim. Diğer listede salça ve baharat türü alacak vardı. Bu listede nar ekşisi dikkatimi çekti. Buradan mı alayım, baharatçıdan mı derken fiyatına bakalım dedi içişleri bakanım. 700 gramlık yüzde yüz doğal olan bir markanın fiyatı 119,95 lira idi. İçişleri bakanıma, ister buradan al ister baharatçıdan ister baharatçıdaki fiyata bakalım, arada fark olursa gelir buradan alırız dedim. Bunun baharatçıdan bu fiyata olacağını sanmıyorum. Geçen sene baharatçıdan aynı markayı almıştık. Fiyatı bundan yüksekti dedi. İyi o zaman alalım buradan dedim.

İlk listenin market alışverişi bitti. Kasaya doğru yanaştım. Kasiyere, şu ürünler üç yüzü geçerse geri iade alırsın dedim. Kasiyer de gülerek kaç üç yüz amca dedi. Dediği gibi yedi katını geçti market alışverişim. 

Benim epeydir yapmadığım alışveriş, uzun süre sanayiye gitmeyen, sanayiden kaçan araba sahibine benzedi. Arabanın ufak tefek tamiratı için aman gerek yok. Nasılsa araba hareket edip işimi görüyor diyenin, bir zaman sonra sanayiye gidince katmerli ödeme yapmasına benzedi.

Ödemenin ardından baharatçıya gittik. Baharatçının kaç uzun yıllardır baharat ve salça müşterisiyiz. Biz ve başkası ala ala yan tarafa başka ürün satan bir dükkan bile açtılar.

Arada kapalı bir dükkanın önüne çay setini de koymuşlar. Doldurup doldurup içiyorlar. 

Baharatçı dükkanına girerken, diğer dükkandan gençten biri gülerek baharatçı dükkanına geldi. Diğer eleman seslenirken gencin ismini öğrendim. Ben de sandım ki gülerek gelen bu genç bana çay ikram edecek. Bunun derdi salça imiş dedim. İşi bırakıp geldi. İçeceğin çay olsun dedi. İçeri girip temiz bir bardak getirdi. Bir çay doldurdu. Şimdi oldu genç. Düğününde oynarım artık. Bu arada benim bu çay istemem, yeni nesil dilencilik türü. Fazlası bezdirir. Haberin olsun dedim. Canın sağ olsun abi. İçeceğin çay olsun dedi.

Ben dışarıda çayımı içerken bizim biber ve domates salçası tartıldı. İçeri geçip listeyi elime aldım. Diğer baharatlardan listede yazılı olanlardan 100'er gram tarttırdık. Patlıcan ve kapya biber kurusu aldık.

Biber ve domates salçasının fiyatı geçen aya göre değişti mi dedim. 25'er lira indirdik. Biber 175, domates ise 125 oldu dedi. İyi olmuş dedim.

Yükselme beklerken indirimi garipsedim. Çünkü bu ülkede indirim artık lügatimizde yok. Yine indirim yok aslında. Sezona başlarken belirledikleri fiyat yüksek olunca anlaşılan indirime gitmişler.

Aslında domates ve biber salçasının yüksek olmasının bir anlamı yok. Çünkü bu sezon domates ve kapya biber fiyat yönünden çok düşüktü. Buna rağmen salçanın fiyatı yine geçen seneye göre iyi artmış. Niye böyle? Sezonluk fiyat yükseltmeye alıştık. Bir önceki seneye göre aynı fiyattan satsak cepten ve sermayeden yemiş oluruz. Yani külliyen zarar.

Baharatçı, istediğimiz her şeyi verdikten sonra barkodunu okutarak hesap yapmaya başladı. Bu arada içişleri bakanı, az önce marketten 119,95 liraya aldığımız 700 gramlık yüzde yüz doğal nar ekşisinin fiyatını sordu. 250 lira olması lazım. Yine de barkodu bir okutayım dedi. Okuttu. Evet, doğruymuş. 250 lira imiş dedi. Şimdilik kalsın dedik. Bizimki doğal dedi ama almadık. Çünkü bizimki de doğaldı. Üstelik aynı markaydı. 

Evet, yazdığım rakamlar doğru. Birbirine 300 metre yakın bu iki işyerinde aynı markanın aynı gramı ve % 100 doğal olanı, markette 119,95 iken, baharatçıda 250 lira. Vay anasına vay. Esnaf bizimle dalga geçiyor anlaşılan. 

1.610 TL tuttu aldıklarımız. 1600'ü anladım da şu 10 lira içtiğim çay parası mı genç dedim. Yok abi, çay ikramımız dedi. 

Geçen sene de bu aynı marka nar ekşisini yine bu baharatçıdan almıştık dedi hanım dönüşte. İyi ki marketten almışsın bu sene. Demek ki geçen sene de kazık yedik. Önceki seneleri saymıyorum artık. Bir daha da bu baharatçıdan biber ve domates salçası dışında alavere yapmayalım dedim. Çünkü yüzde yüzden fazla fiyat farkı var maalesef. 

Marka farklı olur da bu kadar fiyat farkına kalite farkı derim. Ama aynı marka bu kadar uçuk kaçık fiyata olmaz.

Nasılsa ürünlerde etiket yok. Belli müşteriler geliyor. Kimse de fiyat sormuyor. Baharatçı bizim burada bu fiyata gider diye düşünüyor olmalı. Belki de bu nar ekşisinde kazandığıyla mandırayı açtı. 

İki esnaf arasındaki bu fiyat farkının serbest piyasayla alakası yok. Bizde ne Allah korkusu var ne ahlak ne kuldan utanma var. Denetim zaten yok. Olsa da fahiş fiyat cezası diye bir ceza bildiğim kadarıyla yok. Geriye esnafın insafı kalıyor. İnsafı kurusun böyle esnafın.

Bana tek faydası oldu bu nar ekşisi fiyatı arasındaki uçurumun. On-on beş senedir gözüm kapalı alışveriş yaptığım bu baharatçı bundan sonra yok hükmündedir.

Aynı marka ürünün iki esnafta bu fiyat uçurumu sadece nar ekşisinde değil. Bugün meyve almak için bir markete gittim. Beş kiloluk pirina kalıp sabun geçen günkü markette 220 lira idi. Burada aynı marka kaç diye baktım. 269 lira yazıyordu. Vah benim ülkeme vah. Zira insafımız ölmüş de ağlayanımız yok.

7 Kasım 2024 Perşembe

Garip Bir Öğrenci

İlk sınavları yapacağım. Sınav tarihini belirledim. İlk üniteden sorumlu olacaklarını öğrencilere söyledim. Sınavdan önce ünite değerlendirme soruları göndereceğim. Gönderdiğim sorular arasından soracağım. İçinizden bir öğrencinin cep numarasını alacağım. Hazırladığım soruları ona göndereceğim. O öğrenci de sınıfın WhatsApp grubuna atıp arkadaşlarıyla paylaşacak. Bu görevi kim yapmak ister dedim.
Bir öğrenci ben sınıf başkanıyım. Benim numaramı alın dedi. İnternet sıkıntın yok değil mi dedim. Şimdi yok ama evde ve işyerinde var. Oradan atarım dedi. Kızım, her ihtimale karşı başka bir arkadaşının numarasını alayım o zaman dedim. Alla Alla... Var dedim ya dedi. İyi o zaman söyle numaranı deyip kaydettim. Yalnız öyle Alla Alla demen hoş değil dedim. Size demedim. Şu arkadaşa söyledim dedi. Artık kime dediyse. 
Numarasını kaydettiğim öğrenciyi girdiğim 9.sınıflar için oluşturduğum gruba aldım. Daha doğrusu direk gruba alamadım. Hanımefendiyi gruba davet ettim. Davete ertesi gün icabet edebildi. 
Pazartesi yapacağım sınavın çalışma sorularını perşembe günden oluşturduğum 9'lar grubuna attım. Sınıf grubunuzla paylaşın. Paylaşan arkadaşımız, paylaştım yazsın dedim.
Cumartesi gününe kadar bekledim. Beş sınıfın temsilcisi paylaştım yazarken iki sınıfın temsilcisi paylaştım yazmadı. Şu şu sınıflara paylaşım yapıldığına dair dönüt almadım. Lütfen paylaşım yapın hatırlatması yaptım. Bu iki sınıf görevlisinden yine tık yok.
Cumartesi motor bölümünden sorumlu öğrenciyi aradım. Öğrenci, hocam, sınıf grubumuzda yönetici olmadığım için paylaşım yapamıyorum. Yönetici arkadaşa göndereceğim. O paylaşacak dedi. İhmal etme, hemen halledelim dedim. Tamam hocam dedi. 
Diğer kız öğrenciyi WhatsApptan aradım. Cevap vermedi. Telefonla aradım. Ulaşılamıyor dedi.
Pazartesi ilk dersim motor sınıfına. Çocuklar sınıf WhatsApp grubunuza sorular geldi mi dedim. Hayır dediler. Görevli öğrenciye, niye göndermedin dedim. Yönetici arkadaşa gönderdim. O göndermemiş dedi. Nerede o dedim. Daha gelmedi, yolda imiş dedi. Tekrar gönder, arkadaşını da ara. Hemen sınıf grubuna paylaşsın dedim. Güç bela paylaşım yaptırabildim.
Teneffüste paylaşım yapıldı dönüşü yapılmayan güzellik sınıfına gittim. Çocuklar çalışma soruları geldi mi dedim. Hayır dediler. Bana Alla Alla diyen öğrenciye, paylaşım yaptın mı sınıfla dedim. Hayır dedi. Niye dedim. Ben başkanlığı bıraktım dedi. İyi kızım da başkanlığı bırakman sınıf grubuna soruları göndermene engel mi dedim. Sessizlik. Aradım. Cevap vermedin. Ardından ikinci kez aradım. Telefonuna ulaşılamıyor uyarısı aldım. Bu ne iş dedim. Ne zaman aradınız? Benim telefonum iki haftadır bozuktu dedi. 
Hemen bir başkasının numarasını kaydedip, kızım grubunuzla paylaşın, öğleden sonra yazılıyız dedim. Bu meseleyi de bu şekil çözdüm. 
Öğleden sonra güzellik sınıfının dersine girdim. İlk ders yazılı yaptım. Başkanlığı bıraktığı gerekçesiyle sınıf grubuna soruları göndermeyen öğrenci sınava girmedi. İkinci ders teşrif etti. 
Kağıdı uzatıp sınavını yaptım. Sınav sonrası, kızım, soruları göndermeyerek arkadaşlarını mağdur ettin. Bu yaptığın doğru değil. Ne yapıp ne edip o soruları göndermeliydin. En azından yeni sınıf başkanına soruları gönderebilirdin. Sorumluluk bunu gerektirir. Yapmayacağın görevi almayacaksın dedim. Tamam dedi. 
Bu kız çocuğuna sesimi yükseltmeyerek sabrettim. Hayatımda bu yaşta bu kadar sorumsuz, lakayt ve rahat öğrenci görmedim. Aynı anda bahane üretmede de üstüne yok. Yalanın sayısını söylemeye zaten gerek yok. Zaten kendisini iki hafta önce kaydettim. Sınav tarihini o zaman belirledim. Ne ara başkanlığı bıraktı, sınıf öğretmenleri ne zaman değiştirdi, anlamış değilim. Telefonu be zaman bozuldu? Çünkü iki haftadır bozuk dediğine göre numarasını aldığım zaman da bozuk olmalıydı. Pot üstüne pot kırmasına, yalan üstüne yalan söylemesine ve bahane üretmesine rağmen, hocam kusura bakmayın bile demedi. 
Bu kadar rahatlığa da pes doğrusu. Allah ailesine sabır versin. Evlenecek olana da. 

Zorunlu Emeklilik Yaşına Neşter

Kendisini daha önce ismen bilirdim. Teşehhüt miktarı da olsa çalışma imkanı buldum. İlerlemiş yaşına rağmen ne konuştuğunu bilen, büyükle büyük, küçükle küçük, hal hatır bilen, herkes ve her kesimle iletişim kuran, herkes nazarında saygınlığı ve ağırlığı olan, kişilik ve kimliğinden ödün vermeden düşüncesini paylaşan, bulunduğu ortamda sözü dinlenen, nazik, kibar ve bir İstanbul beyefendisi olarak tanıdım kendisini. 
Daha fazla çalışamadım. Çünkü 65 yaş haddinden zorunlu emekli oldu. 
Emekli olmasına rağmen bizden geçti diyen biri değil. Çoğu gençlere taş çıkartan cinsten dinç biri. 
Gel gör ki kanun dinçliğe ve kişinin verimine bakmıyor. Yaşı doldu mu güle güle diyor. 
Çok fazla hukukum olmasa da teşehhüt miktarı çalışma şerefine nail oldum kendisiyle. 
Emekli olmasının ardından bir ay geçmemişti ki kuruma uğradı bugün. Kapının önünde bankın üzerinde yüzümüzü güneşe vererek lafladık biraz. 
Kısa bir zaman diliminde sağdan soldan konuştuk. Derin tecrübesinden müstefit oldum. 
Ne yapıyorsun, bir meşguliyetin var mı dedim. Şimdilik yok ama çalışma düşüncem var. Sanayiden teklif var. Herhalde değerlendireceğim dedi. Hem boş durmamış olurum hem de maddi olarak katkı olsun istiyorum. Çünkü 70 bin lira alırken 32 bine düştü maaşım. Hala başka şehirde üniversite 3.sınıfta okuyan çocuğum var. Gelirimde yüzde elli düşüş oldu. Şükür atadan kalma evim barkım var ama her şey ev ile bitmiyor. Daha bu çocuk okulu bitirip onu baş göz edeceğim şeklinde bir şeyler söyledi. 
İş tamamen maddi boyuttan ibaret olmasa da hayatı çalışarak geçenler için emeklilik zor. Çünkü vakit geçirmek mesele. Sonra emekli olunca kişinin geliri niye bu kadar düşer? Bu kişi yiyip içmeyecek mi, gezip dolaşmayacak mı? Eşine, dostuna izzet ve ikramda bulunmayacak mı? Niçin kıt kanaat geçinmek durumunda kalsın? Ki çoğu memur, geç evlendiği için emekli olduğunda daha küçük çocuğu olabiliyor, yukarıda bahsettiğim gibi çocuğu okuyabiliyor. 
Daha mı çalışacak, yerini açsın, başkası çalışsın denebilir burada. Buna derim ki geriden gelenlere yer açması için kişilerin emekli olmasıyla genç işsizliği çözüm mümkün değil. Çünkü her alan ve sektörde o kadar çok bekleyen var. 
Bir diğer husus ömrün uzadığı günümüzde emekli olmak ve emekli sayısının artması devletin sırtında bir kambur. Sayısı normalin üzerinde olduğu için devlet emekliye yeterince maaş veremiyor. Çünkü evler hem emekliye hem de yerine çalışacak olana maaş vermek zorunda kalıyor. 
Bence emekli için üst yaş sınırı belirlemenin bir gereği yok. Kişi verimli oldukça varsın çalışmaya devam etsin. Ama göz görmez, işini aksatır, kulak duymaz, merdivenden inip çıkamaz, işine hakim olamaz noktaya gelen için de emeklilik şart.
Emeklilik yaşı geldiği halde vücudu dinç ve verimli olanlar için pekala kişinin isteği doğrultusunda her sektör, istekliye özel birer yıllık çalışma onayı verebilir. 
Yok, 65’i dolduran köşesine çekilmeli denirse, o zaman ülkede 65’ini dolduran hiç kimse hiçbir alanda çalıştırılmamalı. Mesela ülke yönetimi diyebileceğimiz siyasi alanda da 65’ini dolduran kimseye yer olmamalı. Çünkü 65’ini dolduran öğretmen ve memurdan esirgediğimiz çalışmayı ülke yönetenlerden esirgemiyoruz. En azından bu çelişki giderilmeli. 

6 Kasım 2024 Çarşamba

Trump Ne Ara Dostumuz Oldu?

Trump'ın bu ikinci başkanlığı gösterdi ki birçok ülkede olduğu gibi ABD'de de kaht-ı rical sıkıntısı yaşanıyor. Çünkü ABD halkı, mevcut başkan Biden'in başkanlığını ve Demokratların yeni başkan adayı Harris'i görünce yeniden Trump dedi.

Şimdi ABD ve dünya II. Trump dönemine hazırlanıyor.

Trump'ın ikinci dönemi ne getirir ne götürür, bunu zaman gösterecek.

Şu var ki ilk başkanlığı döneminde aklımda kaldığı kadarıyla Trump; kaba, saba, diplomatik teamülleri hiçe sayan, ben yaptım oldu diyen, herkese meydan okuyan, sosyal medya üzerinden ayar veren biriydi. Kısaca yeni versiyon ABD kovboyuydu.

Bu kovboyluğu ile sonuç aldı. Başkaları gibi boşa  kürek çekmedi.

Trump'ın yeniden seçilmesi bizim lehimize mi olur, aleyhimize mi bilmiyorum. Kanaatim, ilk dönemi ülkemiz için pek hayırlı olmadı. Bu döneminde de hayır beklemiyorum.

Burada Trump'ı anlatacak değilim. Bu yazıyı yazmaya beni iten, "Dostum Trump'ı tebrik ediyorum" sözünün birinci elden ifade edilmesi.

İşin tebrikinde değilim. Elbette seçim kazanan biri, sevilsin veya sevilmesin,  diğer ülkeler tarafından tebrik edilir. 

Benim garibime giden, "Dostum" denmesi. Pekala Sayın Trump'ı tebrik ediyorum denebilirdi. "Dostum ne alaka? Trump ne ara dostumuz oldu?  Daha doğrusu devletler arası ilişkilerde dostum diye bir hitap olabilir mi?

Diyelim ki bu Trump bir" dost". 

Peki, bu Trump değil miydi Rahip Brunson olayında bu ülkeyi ekonomik yönden batırmaya kalkan? 

Trump'ın bu tehdidi ile 2018 yılında paramız pul olmaya başlamadı mı? 

Bugünkü ekonomik buhranın müsebbibi Trump'ın fitili ateşlemesi değil miydi? 

Bu Trump değil miydi diplomatik teamülleri bir tarafa bırakarak "Aptallık yapma" hakareti içeren bir mektup gönderen ve bu ülkenin Cumhurbaşkanı'na hakaret eden? 

Bu Trump değil miydi, ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıyan ve Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğunu resmen imzalayan? 

Bu Trump değil miydi Golan Tepelerini İsrail'in kullanımına izin veren? 

Bu Trump değil miydi İsrail'in hep arkasında olan, Yahudi lobisinin isteklerini emir telakki eden, İsrail'e hizmeti önemseyen, İsrail'i koruyup kollayan, tüm bunları bir ibadet aşkıyla yapan?  

Bu Trump, İsrail ve Netenyahu'nun en büyük dostu değil miydi? 

Bu Trump değil miydi İsrail'in yayılmacılığının arkasındaki en büyük destekçi? 

Netenyahu'nun ve İsrail yönetiminin Gazze'ye uyguladığı soykırımdan dolayı ülke olarak birinci elden biz İsrail'e tepki göstermiyor muyuz? 

Biz değil miydik onlara "one minute" ve "dünya beşten büyük" diyen? 

Bu durumda Trump hem Netenyahu'nun bizim nasıl dostu oluyor?

Sahi Trump ne ara bizim dostumuz oldu? 

Dostluk denilen şey bu kadar basit bir şey mi? 

İnanın, benim akıl ve havsalam bunu almıyor. 

Temenni ederim ki "Dostum Trump" bir dil sürçmesi olsun. 

Temenni ederim ki "Dostum Trump" Bir ironi içersin. 

Temenni ederim ki "Dostum Trump" nitelemesi sözde olsun. 

Ötesi beni incitir. 

4 Kasım 2024 Pazartesi

Cuma Vaazı ve Hutbesinden

Okul dönüşü cuma namazını kılmak için daha önce hiç içinde namaz kılmadığım bir camiye gitmeye niyet ettim. 

Ezanın okunmasına 3-4 dakika varken girdim içeriye. 

Gençten biri vaaz veriyordu. Genç dedim ise bana göre genç. 35-40 yaşlarında biri. 

Hitabeti de güzel hatibin. 

Daha önce neden bahsetti bilmem. Girdiğim andan itibaren isimlerden bahsediyordu. 

"Adını soruyorum. Samet diyor. Bir defa Samet ismi konmaz. Çünkü Samet Allah'ın ismi. İhtiyaçsız demek. Halbuki sen ihtiyaçsız mısın? O yüzden isim verirken dikkat etmek lazım. İlla Samet ismi konacaksa başına abd getirilmeli ve Abdüssamet konmalı. 

Aynı şekilde Rahim ismi veriliyor. Rahim de cennette Müslümanlara merhamet edecek demektir. Bu da Allah'ın bir ismi. Bu da verilemez çocuklara. Abdürrahim şeklinde isim verilmeli. 

Bunlar önemli hususlar. Basite almamak lazım" dedi. 

Hatip ezana rağmen konuşmaya devam etti. Hatta ezan bitti, konuşmayı da bitirmedi. Keşke ezan başlar başlamaz bitirseydi. 

Nihayet son nefeste kelimeyi şehadet getirterek son noktayı koydu. 

İlk sünnetin ardından hutbe ye, az önce vaaz veren çıktı. Belli ki caminin imamı.

Hutbeyi irat ettikten sonra bir konuyu izah edeceğim dedi. Başladı konuşmaya: Zuhri ahir kaldırılmadı. Salgın dolayısıyla tesbih öne alındı. Zuhri ahir ve vaktin sünnetini kılmak isteyenler için cami açık. Her yerinde kılabilirler. Bunu dışarıda konuşup iftira ediyor ve gıybet yapıyorsunuz. Niye gelip sormuyorsunuz. Biz din namına yeni şeyler ihdas etmiyoruz. İlk sünnet, iki rekat farz, hutbe ve ardından son sünneti kılıyor ve tesbihatı yapıyoruz. Tesbihattan herkes faydalansın istiyoruz. Bir de son sünneti kılmadan çıkanlar için şunu söyleyeyim. Sevabı hak edip sonucunu almadan gidiyor bunlar. Yapmayın dedi.

İmam, zuhri ahir kaldırılmadı dese de bal gibi kaldırıldı. Pandemiden beri kişilerin kendi inisiyatifine bırakıldı. İsteyen kılar isteyen kılmaz. Öyle zannediyorum, çoğunluk kılmıyor.

İyi ki Diyanet bu inisiyatifi aldı. Ki bana göre kılınmaması gereken bir namaz zuhri ahir. Pandemi de çok önce kaldırılmalıydı. Çünkü şüphe üzerine ihtiyat gözetilerek yeni bir namaz ihdas edilemez.

Samet ve Rahim isimlerinin konmasına gelince, imam ne derse desin, piyasada hem Samet hem de Rahim ismi var. Aile başına abd eklese bile toplum çoğu zaman baştaki abd kısmını söylemiyor.

Allah'a ait bu isimlerin abd eklenmeden konmasında sakınca var mı? Çoğunluk caiz değil derken, Nurettin Yıldız, konmasında bir sakınca yok. Yalnız konması tercih edilmez diyerek farklı bir fetva veriyor. Bu konuda ben de Nurettin Hoca gibi düşünüyorum. Çünkü Samet ismini alan veya bu ismi veren kimse, bu kişi Allah gibi kimseye muhtaç olmasın anlamında vermiyor. Belki de namerde muhtaç olmasın, kendi kendine yetinsin anlamında bu ismi veriyor. Bence Allah'a ait bu isimleri verirken Allah'ın subuti sıfatları gibi düşünmek lazım. Malumunuz subuti sıfatlar Allah'ta sınırsız, kullarında sınırlı derecede olan sıfatlardır. Mesela Allah’ın işitme sıfatı var, insanın da. Allah’ın işitmesi sınırsız, kulun işitmesi ise sınırlıdır. Samet de Allah için sınırsız ihtiyaçsız, kul için sınırlı ihtiyaçsızlık gibi düşünmek gerek.

Çoğunluk caiz değil derken az sayıdaki kişinin bu isimleri koymada bir sakınca görmemesi, bu demektir ki bu fetvada ittifak yok. İttifakın olmadığı hususlarda cami kürsüsünde kesin fetva gibi yasak koymak çok doğru olmasa gerek. 

2 Kasım 2024 Cumartesi

Adın Yürüyüş Severe Çıkmaya Görsün

Her fırından ekmek almam. Ekmeğimi beğendiğim fırın da evime biraz uzak. Çoğu zaman hem yürüyüşümü yaparım hem de ekmeğimi alırım. Adım da çok yürüyene çıkınca, evin ekmek ihalesi hep benimdir. Oğlan da hiç oralı değil. Nasılsa babası yürüyor. 
Her nereye gidersem, öncelikli A planım, oraya yürüyerek gitmektir. İlk defa tanıyanlar yürüdüğümü garipse de tanıyanlar için yürüme ve yürüdüğüm mesafe şaşırtıcı değil.
*
Beyin kanaması geçirmesinin ardından 8 ay boyunca yoğun bakımda uyutulan yakınım, 8 Ekimde hastanede vefat etti. 
Vefat ettiğini o günün sabah 6 sularında haber aldım. 
Soluğu hastanede aldım. 
Sabahın erken saatinde cenazeyi yıkayacak bir imam bulduk amcaoğlu sayesinde. 
Cenazemiz morgda yıkandı ve kefenlendi. 
Cenazeyi büyükşehir belediyesinin cenaze arabası aracılığıyla ilçeye götürüp defnettik. 
Aradan bir hafta geçtikten sonra morg görevlisi, kullanılan kefenin yerine kefen istemiş.
Hastanede çalışan akrabamız mevtanın oğlu yeğenimi aramış. Çarşıya çıkınca kefen alın, emaneti verin, ben de İbanına parasını göndereyim demiş olmalı yeğen. 
Artık aralarında ne konuştularsa. 
Var gör, ben çarşıya çıkamam dedi amcaoğlu. Yeğen de dayım yürümeyi sever. Söyle o alsın demiş olmalı. Haliyle kefen de bana ihale edildi.
Hiç kefenle işim olmamıştı bugüne kadar. 
Kefene dair bildiğim, büyüklerin kefen param, kefenim hazır. Sandığıma koydum dedikleri. Bir de Aziziye Camii civarında adımlarken bazı dükkanlarda "Kefen bulunur" yazısını görmekten ibaret idi. 
Çıktım evden. Dört bin adım yürüdüm. Valilik civarına vardım. Birkaç işi birden yapacağım. Önce bankaya uğradım. Bir saat kadar bankada sıra bekledim. Ardından çay ocağına giderek iki bardak çay içtim. Çayımı içerken İnternet bankacılığından birkaç işlem yaptım. E devletten tapu başvurusu yaptım.
Kalkıp kefen bulunur dükkanı buldum bir tane. Kefen fiyatını sordum. Takımı 800 lira imiş. Sadece kefeni 600 TL'ye veririm dedi bakkal. Takım dediğin kefenin içinde ne var dedim. Havlu ve koku dedi. Hastaneye bir sorayım takım mı istiyorlar yoksa sadece kefen mi dedim.
Aradım hastanedeki akrabamı. Kefen sadece dedi. 
Bakkalın 600'e bırakırım dediği kefeni bir de kefen toptancısına sorduk bir arkadaşla. 700 dedi toptancı. Bir de cenazenin içini gösteren ince ve adi kefen varmış ki ona 500 dedi.
Anlamadığım, toptancının verdiği ve perakende satan bakkal 600 istiyor. Toptancısı ise 700 çekiyor. Sonra insafa geldi de fiyatı makule indirdi toptancı. Bunu da o civarın eski esnafı arkadaş sayesinde yaptı.
Bu arada kefen param dedikleri pahalı bir şey sanırdım. 500 ile 800 arasında değişiyor fiyatlar. 
Neyse kefen param kefen param dedikleri, benim at ile deve sandığım kefenin fiyatı fazla değilmiş.
Kefen başta olmak üzere yıkama ve cenaze aracı işlemleri de Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından ücretsiz yapılıyormuş bu arada. Hastaneler de kefen istemiyormuş normalde. Ama bizim hastane istedi. Canı sağ olsun. Hastaneler de parayla aldıklarına göre alması istemesi kadar doğal bir şey olamaz. Yalnız birinin alıp diğerlerinin almaması bir çelişki.
Ben bu yazıyı yazarken ara verip haberlere bir baktım. ABD'de ölen kişinin çantasının açıldığını, içinden vasiyet olarak 2000 dolar kefen parası, hediye işlerinde kullanılmak üzere 10 bin küsur dolar ve kitap gelirlerini bağışladığı bir vakıftan bahseden haberi okuyunca, 2000 dolar kefen parası dikkatimi çekti. Az buz bir para değil bu. Nereden baksan TL'ye vurunca 68 bin lira para yapar dolar kurunu 34 liradan hesaplayınca. İşte at ile deve dedikleri bu olsa gerek. Acaba bu kimsenin kefeni altından mı diye düşünmemek elde değil. Belki de biçilen değere göre kişiden kişiye farklı kefen parası alınıyordur. 
Merak edenler için kefen üç parçadan oluşuyor. Toplam 9 metre 700 cm kefen gidiyormuş. 
Kefeni aldık toptancıdan. Gittiğim gibi yürüyerek evin yolunu tuttum. Nasılsa yürüyüş severim ne de olsa. 
Eve gelince sizler özellikle görmeyenler için kefenin fotoğrafını çektim. Sağına, soluna baktım. Cep falan yok, haberiniz olsun. 
Ertesi günü bu emaneti hastaneye vereyim hem de raporu biten tansiyon hapımı raporlatayım diye hastanenin yolunu tuttum. 
Hastanede idari birimde üst düzey görev yapan arkadaşımın yanına uğradım. Kefeni görünce, abi, bu ne, niye benim bundan haberim yok. İstememeleri gerekir dedi. Problem yok. Aramadım. Emanet aldık, getirip geri teslim edeceğim. Burası bir kamu kurumu. Varsın olsun dedim. 
Bir cuma günüydü sanırım. İlacımı raporlattıktan sonra morga giderek emaneti teslim ettim. 
Oradan az bir yolu bir araçla gittikten sonra cuma namazını kılmak için Meram Belediyesinin yanındaki camiye geldik. Belediyede bir arkadaşın kahvesini içtikten sonra ver elini Karatay Terminali civarına deyip yürüdük birlikte. 
Benden için çok yürür, iyi yürür derler ama bana eşlik eden arkadaşım benden daha iyi ve teknik yürüyor. Başkası benim peşimden koşarken, neredeyse ben de arkadaş koşan durumuna düşüyorum yanında.
Hasılı yürürken bir kefen taşımadığım kalmıştı. İçine girmeden bu vesileyle elimde taşımış oldum. 

1 Kasım 2024 Cuma

Komşu Ahmet Abi

Ardıçlı TOKİ'den 2+1 bir dairem çıktı. Daireyi teslim almaya gittiğimde, görevli ile birlikte daireye gittim. Kontrol amaçlı su verildiğinde, iki-üç dairede su kaçağı oluşmuş. Bir tanesi de benim dairenin üstünde imiş. Sızan su benim daireye gelmiş. Boyayı da kabartmış. 

Görevli not aldı, buralar boyanacak diye. 

Nisan ayında teslim aldığım daireye bakmak için temuz ayında tekrar gittiğimde, yeniden boyanan yerlerin yine kabardığını gördüm. Fotoğrafını çekip yönetime gösterdim. Tekrar boyayalım. Yalnız yine kabarır. Dairenin pencerelerini gündüz açık bırakıp kurutulması gerek. Kuruyunca haber verin boyayalım dedi.

İyi de oturduğum ev ile TOKİ'deki evin mesafesi en 25 km var idi. Bir hafta boyunca günlük gelip kurutmak olacak iş değildi. Pencereleri açık bırakıp gitsem, havalar yağışlı. Açık pencereden evin ıslanma durumu da vardı.

Ne yapayım ne edeyim derken dairenin üst katında birinin balkonda oturduğunu gördüm. Hanıma, gel hanım üst komşuya çıkıp durumu izah edelim. Kabul ederse anahtarı verelim dedim.

Üst kata çıkıp zile bastık. Yaşlı bir teyze açtı kapıyı. Eşi geldi arkadan. Onlar da yeni taşınmışlar daha. Kapıda tanıştık. İçeri buyurun komşu dedi ismini o vakit öğrendiğim Ahmet abi. Rahatsız etmeyelim dedik ise de ne rahatsızlığı deyip içeri salona aldı bizi. Çayımız var deyip çay ikram etti. Bir bayram sonrasıydı sanırım. Lokum ve şekeri de önümüze koydular. Bayramlaştık. Evin durumunu söyledik. Dairedeki nemin kuruması lazım. Evimiz de uzak. Gelip gidemeyiz. Anahtarı size versek, açıp kapatabilir misiniz dedik. Biz yaşlıyız, işimiz, gücümüz var, inip çıkamayız demedi Ahmet abi ve eşi. O iş bizde. Gözünüz arkada kalmasın. Biz her gün açar, akşam pencereleri kapatırız dedi. Size zahmet olacak dedim. Ne zahmeti dediler. Bir şey olursa bizi ararsınız deyip cep numaramı verdim. Anahtarı teslim edip çıktık. Oturmayacaksanız, kiraya vermeyi düşünürseniz, kiracı da bulurum dedi Ahmet abi. 

Benden en az 15 yaş büyük Ahmet abi ve eşi, bir hafta boyunca her gün dairemi açıp nemin kurumasını sağladı. Kuruduğu zaman belki de yönetime gidip daire kurudu, boyayın bile demiştir.

Bir gün Ahmet abi aradı. Hocam, yeni evlenecek bir çift ev arıyor. Temiz birine benziyor. Kiraya vermek isterseniz, numaranızı vereyim mi dedi. Olur dedim. 

Yeni evlenecek çiftin babası aradı, eve talibiz diye. Görüşelim deyip dairede buluştuk. Ev boyanmıştı. 

Kiracı tutmak istediğini söyledi. Ahmet abi kiralar ne durumda dedim. Hocam, şu komşu beş bine, şu da altı bine oturuyor dedi. Ortasını bulalım. Bizimki ne 5 bin olsun ne de 6 bin. 5.500 olsun dedim. Ahmet abi de benden yana oldu. Hocamın verdiği fiyat makul dedi.

Kiracının bahtı kara çıktı. Evlenmeleri ile ayrılmaları bir oldu. Kiracım evden uzaklaştırma aldı. Hala mahkemelikler. 

Evde ve mahallede olup bitenleri Ahmet abi ara ara arar, söylerdi. 

Uzaklaştırma süresi bitince kiracı evi boşalttı. Ahmet abi aradı. Hocam evi ne yapacaksın? Kiracıyı sen mi bulacaksın ben mi dedi. Ahmet abi, o ev sana emanet. Varsa isteyen, verebilirsin dedim. O zaman kiracı hazır. Alttaki komşu dairesini değiştirecek. Ona verelim dedi. Tamam Ahmet abi. Eski kiracı anahtarı sana versin. Yeni kiracıya verebilirsin dedim.

Pek oturulmayan evi beş ay sonra başka birine 500 ilave ederek Ahmet Abi sayesinde verdik. Aynı kiracı hala oturmaya devam ediyor.

Kısaca dairenin tamir ve tadilatı ve kiraya verme işlerini Ahmet abi takip etti. Sağ olsun, hocam benden bu kadar demedi. Site yönetimiyle ilgili bilgileri ondan aldım. 

Ben onu arayacağım yerde ara ara beni arayıp hal hatır sormayı hiç ihmal etmedi. 

Ağır bir kalp ameliyatı geçirmiş olmasına rağmen hareketli, sıcakkanlı, fedakar ve insan canlısı biri idi.

Oğlununmuş oturduğu ev. Kısa zamanda mahallede herkes ile diyalog kurdu. Maşallah her şeyden de haberdar idi.

Her arayışında buyur gel hocam. Oturmaya da gelin derdi.

Her arayışında mahcup olurdum. 

Bir defa da o aramadan ben arayayım dedim. Bugün ararım, yarın derken tam aramak istediğim zaman vakit geç oldu, yatmıştır, şimdi vakit erken az sonra arayayım. Öğle vakti belki kaylule yapıyordur, rahatsız etmeyeyim. Yarın şu vakit ararım derken unuta unuta epey bir zaman geçti.

Bugün cumadan çıktıktan sonra çarşıya giderken telefonunu çevirdim. Cevap veren olmadı. Hayret bir şey. Bildiğim Ahmet abi her arayışımda telefonu açardı. Belki müsait değildir, az sonra bir daha ararım dedim. Telefonu cebime koydum. Az sonra Ahmet abinin telefonu aradı. Ahmet abi dedim. Bir kadın sesi idi. Ahmet abi yok muydu? Hal hatır sormak için aramıştım dedim. Cuma günü öldü cevabı alınca üzüldüm. Telefondan dönüş yapan kızı imiş. Ahmet abinin alt komşusuyum. Yakın tanımıştım. Erken kaybettim. Kaybına çok üzüldüm. Çok iyiliğini gördüm. Başınız sağ olsun kızım dedim.

Daha yakın tanısam da Ahmet amcanın yeri ayrı idi. Allah herkese Ahmet abi gibi komşular versin. Mekanı cennet olsun. Yakınlarının başı sağ olsun.