8 Ocak 2024 Pazartesi

Namaz Çok mu Öncelikli? *

Birkaç gündür sosyal medyada namaz esnasında rahatsızlanan biri için namaz bozulur mu sorusu soruluyor. Cevap olarak da bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulunun daha önce verdiği fetva yazılıp çiziliyor. 

Bu soru, bu cevap şimdi niçin derken, bir arkadaş 1,5 dakikalık bir video gönderdi. Videoyu izleyince sosyal medyadaki paylaşımların gündeme dair olduğunu öğrenmiş oldum. Meğer ki gündem dışı kalan benmişim. 

Videonun içeriğinden bahsedeyim: Endonezya’da bir camide, cami imamı arkasındaki cemaate sabah namazını kıldırıyor. Secdeye gidiyor imam ve cemaat. İmamın secde hali normalden fazla olmuş olmalı ki ardındaki ilk saftan iki kişi bir ara kafalarını secdeden kaldırıp bakıyorlar. Bakıyorlar ki imam hala secdede. Kendileri de tekrar alınlarını secdeye koyuyorlar. Bir süre daha geçtikten sonra anormal bir durum olduğu anlaşılmış olmalı ki ya da kalp krizi geçirmekte olanın sesini duymuş olmalılar ki fatih görevi gören kişi, başını secdeden kaldırıp bir daha bakıyor. Görüyor ki imamın başı öne gitmiş, kalkamıyor. Yani olduğu yere yığılıp kalmış. (Videoda ses yok. Sadece görüntü var).

İmamın rahatsızlandığını gören fatih ayağa kalkarak imamın sağ tarafına geçip kaldığı yerden tekbir alarak namazı devam ettiriyor. Ardındaki cemaat de imama uyuyor. İmam ve cemaatten biri de adam ölüyor diye namazını bozmuyor. Bu durum hepsinin gözü önünde oluyor.

Namazın ardından imam ve cemaat secdede yere yığılan imama koşuyorlar. Görüyorlar ki imam ölmüş.

Herhalde sonradan doktor muayenesi yapılmış olmalı ki gazetelerin yazdığına göre imam kalp krizinden ölmüş.

Bu videoyu izleyince bu kadar da olmaz dedim. İnan hayret ettim ve üzüldüm. Yanı başlarında imam secdede kıvranıyor, bizim Müslümanlar namazı bozmayıp devam ediyorlar.

Merak ediyorum, bir insanın sağlığı hayat-memat meselesi iken namaz bozulmayıp da ne zaman bozulacak. Bunun için illa birilerinin ve Diyanet'in fetvasına mı gerek duyulur. (Ki bu konuda namaz bozulur fetvasına rağmen bizim imam ve cemaat bildiğini okumuş.) Çünkü insan sağlığı ve insan hayatı söz konusu. Namaz bozulur ve o kişiye müdahale edilir ya da ilgili sağlık kuruluşuna telefon edilerek ambulans istenir. Din buna cevap verir, insanlık zaten budur.

Evet namaz farzı ayın, mutlaka yerine getirilmesi gereken bir ibadet ise mevzubahis olan insan sağlığı ise sağlık, her zaman namazdan önce gelir. Namaz farzı ayın ise hasta insana müdahale etmek namazdan çok çok öncelikli bir farzı ayındır.

Secdede iken kalp krizi geçirerek ölen bu kimsenin ölümünden ona müdahale etmeyip namaza devam edenler sorumludur. Zira gözleri önünde bir kişinin ölümüne sebebiyet vermişlerdir. Mahkeme taammüden ölüme sebebiyet vermekten o cemaat hakkında özellikle namazı devam ettiren fatih hakkında dava açmalıdır.

Burada kalp krizi geçiren kişi secde halinde iken vefat etmiş, müdahale edilse de kurtarılamazdı denebilir. Bu da mümkün. Hiç namaza devam edilmeyip anında müdahale edilmiş olsaydı bile bu kalp krizi geçiren kişi kurtarılamayabilirdi. Ama en azından insanlık görevini yaptıkları için cemaat sorumlu tutulmazdı.

Umarım sözün bittiği yer olan böylesi kalp krizli cemaat namazı son örnek olur. Bir daha da böylesi durumla karşılaşılmaz. Ayniyle vaki olursa da namaz devam ettirilmez, insana müdahale edilir.  Bu durum sadece kalp krizlerinde değil, her türlü önemli hastalıkta böyle olmalıdır.

*10/01/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Paraşüt Aday

Paraşüt aday, bir şehirde iskan eden, o şehirle özdeşleşmiş onca kişinin arasından bir aday çıkaramayıp, başka şehirden isim yapmış birini o şehirden aday göstermeye denir.

Paraşüt aday kapasiteli, kaliteli, güçlü, ünlü ve ağır top biri de olabilir. 

Kazandığı takdirde o şehri çok iyi yönetebilir.

Yalnız bu yöntem daha önce denendi. Kendisini başka yerde ispatlamış nice tanınır olanlar aday yapıldı. Fakat başarı gelmedi. Hepsi de daha az tanınır olanlara mağlup oldu. Seçmen dışarıdan aday yapılanlara prim vermedi. Bakalım bu sefer nasıl olacak? Bunu da seçim akşamı sonuçlar açıklanınca göreceğiz.

Bir şehre, bir metropole başkan yapılacak kişinin illa o şehirde doğmuş olması gerekmez. Oraya başkan olacak kişinin daha adaylıkta adı geçmez iken o şehirde ikamet etmesi, orada yaptıklarıyla ön plana çıkmış olması tercih edilir seçmen için. Çünkü o toprağın insanıdır ve burayı mesken edinmiştir. Rızkını buradan temin etmektedir. Oturduğu mahalde komşuları vardır. Gezip dolaştığı yerler vardır. En azından çevresi onunla oturup kalkmıştır. 

Paraşütle gelen öyle mi? Şehri bilmez, çevreyi bilmez. Bir tek komşusu bile yoktur. Çünkü orada oturan biri değildir. Ne evi vardır ne barkı ne de akrabası. Aday olur olmaz ilk işi gidip o şehirden bir ev bulmak olacaktır. Seçimi kazanırsa orada oturmaya devam edecektir. Kaybederse seçim gecesi o şehirle işi bitecektir ve kiraladığı evi terk edecektir.

Kısaca bir şehre dışarıdan paraşütle gelip aday yapılan kişi o şehir için iğreti adaydır. O şehirde kalıp kalmaması seçimi kazanmasına bağlıdır. O şehirde yaşayan diğer adaylara göre seçime 1-0 yenik başlar.

Bu durum bilinmesine rağmen partiler önemsedikleri şehir için paraşüt adaydan bir türlü vazgeçmiyor.

Belli ki bu tür şehirlere çok önem veriyorlar ve kazanmak için ağır toplarını sahaya sürüyorlar. Mevcut başkandan çekiniyorlar. Bunu yense yense güçlü bir figür yener diye düşünüyorlar.

Böyle düşünseler de aslında bu paraşütle aday o şehir insanı için inciticidir. Çünkü bu demektir ki o şehirde oturan milyonlarca kişi arasından şehri yönetecek uygun aday görmemek demektir. Sizi yönetecek dışarıdan bir aday getireceğim demektir. Paraşütle gelen aday suni adaydır.

Partiler unutmasınlar ki galibiyet ve zaferler şöhret olmuş kişilerle kazanılmaz. Sahayı iyi bilen, seçmenin nabzını tutan nice isimsiz kahramanlar ağır toplara galip gelmiştir.

Benimki bir tespittir. Hangisi kazanır bilinmez. 

Buna seçmen karar verecektir. Yalnız korkunun ecele faydasının olmadığı gerçeği hiç unutulmamalıdır.

Hayal Kırıklığına Uğratan Arkadaşlık

Her kesimle iletişimi olan, bir konudaki görüşünü çekinmeden söyleyen, farklı fikirlere açık, entelektüel birikime sahip, gönlü açık biri. Aynı zamanda arkadaş canlısı. 

Oturduğu şehre arkadaşlarını davet eder. Gelene izzet ve ikramını esirgemez. Evini, barkını açar. Vaktini ayırır. Geldiği yerden alır. Gideceği yere götürür. 

Onun bu yönünü bilen eşi, dostu şehrine uğradığı zaman yanına varmazlık yapmaz. Hepsini el üs ünde tutar. Uğramayan olursa da serzenişini ifade eder. 

Kendisi de bir başka şehre gittiği zaman o şehirde hukuku olan kim varsa ziyaretini esirgemez. Ziyaretinde de kimseye yük olmaz. 

Dedik ya arkadaş canlısı. Yeter ki biraz hukuku olsun. 

Bilir ki üç çeşit arkadaşlık unutulmaz. Bunlar: Hapishane, asker ve okul/sınıf arkadaşlığı. Böyle duymuştur. Özellikle okul ve sınıf arkadaşlarına ayrı bir ihtimal gösterir. Çünkü okul ve sınıf arkadaşlığının yeri ayrıdır. 

Bu kişi bir hafta sonu bir çalıştay için bir ilimize gider. Bilir ki o ilde sınıf arkadaşları var. O ile geldiğini de dostlarına duyurur. Ben şu oteldeyim der. 

Kendisi için çalıştay bir sebep. Bu vesileyle mezun olduktan sonra uzun süredir görüşmediği arkadaşlarıyla görüşecektir. Teşehhüt miktarı da olsa biraz hasbihal ve muhabbet edecektir. Bu yüzden içi içine sığmaz. 

Beklenti hayal kırıklığına dönüşür. Çünkü koca bir hafta sonunu o ilde geçirir. O ilde olan sınıf arkadaşlarından ne bir ses çıkar ne de seda. Hiçbiri oteline uğramadığı gibi bir telefon açıp hoş geldin bile demez. Ben şuradayım, şu işim var. Maalesef yanına uğrayamıyorum gerekçe sunanı bekler. Bu da olmaz.

Ha bir insanın mazereti olamaz mı? Elbette insanların mazereti olabilir. Vakit ayıracak zamanı da olmayabilir. Bir telefon da mı açılmaz? Arkadaşım, hoş geldin, kusura bakma, güle güle de mi denmez?

İnsanları tanımak için demek ki yaşamak gerekiyormuş.

Siz böyle bir durumla karşılaştınız mı? Karşılaştı iseniz kendinizi nasıl hissettiniz bilmiyorum ama herhalde dost ve arkadaş bildiklerinize notunu verirsiniz. Saymayanı ben de saymam dersiniz en azından ve siz de mesafenizi koyarsınız.

Öyle zannediyorum bu kişi de o ilde yaşayan arkadaşlarına gönül koyacak ve kırılacaktır. Çünkü ne umdu ne buldu. Belki de böyle bir durumla karşılaşacağını bilseydi, o çalıştaya katılmazdı. En azından arkadaşlarının bu yönünü öğrenmemiş olurdu.

Bundan sonraki ömrünü geçirirken bu yaşadığı belki de hiç aklından çıkmayacaktır.

Bu durumu öğrendiğim zaman başıma gelmiş gibi üzüldüm. Çünkü maruz kaldığı bu durumu hak eden biri değildi. Aklıma tek şey geliyor. Bu kişi fikir yönünden, birbirinin kopyası arkadaşlarından ayrışmıştı. Bu farklılığını da ifade etmekten hiç kaçınmadı. Çünkü farklı görüşünü söyledikleri can ciğer bildiği arkadaşlarıydı. Arkadaşlık başka fikir başkaydı. Görünen o ki arkadaşları bu farklı fikrinle yanımızda yerin yok demek istedi belki de. Kim bilir?

7 Ocak 2024 Pazar

Ömrünü Kur'an Okumaya ve Onu Anlamaya Adayanlar

Müslümanlar için Kur'an-ı Kerim her derde deva bir kitaptır. İnsanlığın kurtuluşu da bu kitaptakilerin uygulanmasıdır. Yeter ki bu kitap okunsun.

Gel gör ki bu kitap okuyanlarla okumayanlar arasında gelip gidiyor. Okumayan kapağını açıp okumuyor. İçinde ne yazdığını merak etmiyor.

Bir de durmadan Kur'an okuyanlar var. Bunlar sohbet ve vaazlarında Kur'an'dan ayetlere yer veriyor.

Bir şeyin caiz olup olmadığını bu kitaptan çıkarıyorlar. 

Belirli günlerde arkadaşlarıyla bir araya gelerek tefsir dersleri yapıyorlar. Kur'an'ın ve içindeki ayetlerin ne demek istediğini anlamaya çalışıyorlar.

Bu tür tefsir sohbetleri haftalar, aylar ve yıllar yılı sürüyor. Kimi emekli oluyor, emeklilikten sonra yine bu ayetleri okuyup anlamaya devam ediyor.

Ölüsüne okuyor. 

Mübarek gün ve gecelerde okuyor. 

Şifa olsun diye okuyor. 

Ramazanda hatmediyor. 

Bir dert ve sıkıntıdan kurtulmak için okuyor. 

Sevap kazanmak için okuyor. 

Okuyor oğlu okuyor.

Gel gör ki okumanın ötesine geçemiyor. Çoğu zamanda okuduğu ayetin anlam ve açıklamasında anlaşamıyor. Yok şöyleydi, böyleydi, bunun sebebi nüzulü şu diyor. 

Okuyup da anladığı hususlar uygulamayı bekliyor ama uygulama imkanı yok. Çünkü ahkam ayetlerinin çoğunu uygulamak için devlet, devlette yetkili ve sorumlu olmak gerekiyor. Mesela adalet diyor. Bunu uygulayacak olan devlettir, mahkemelerdir. Emaneti ehline vermek hakeza.

Ukubat ayetlerini uygulamak için anayasa değişikliği gerekiyor. Anayasa değişikliği olsa dahi nasıl uygulanacak? Kimi bu tür ukubat ayetleri tarihseldir. Günümüzde uygulama imkanı yok diyor. Kimi ise yeter ki anayasa değişikliği olsun, uygulanır diyor. 

Şadırvanlarda Askı

İslam Medeniyeti dendi mi ilk akla gelen camidir. 

Cami denince de külliye akla gelir. 

Külliye denince de içinde cami, hamam, okul, hastane, yemekhane, kütüphane, yatacak yerin olduğu yerler akla gelir. 

Çoğu eski ve tarihi camilerin bulunduğu yere dikkat edersek her birinin yanında bir hamam olduğu görülecektir. Diğer bölümler zamanla ya bakımsızlıktan kendiliğinden yıkılmıştır ya da birileri yıkmıştır. 

Bu hamamlarda 7/24 sıcak su olduğundan,  hamamın bu suyu ile caminin altında borular geçirilmek suretiyle caminin ısınması da sağlanmıştır. 

Zamanla bu külliyeden eser kalmamış.

Günümüzde ise cami dendi mi, kala kala tuvalet ve şadırvanı, bir de cami görevlisine ait lojman akla gelir.

Cami tuvaletleri gelip geçenlerin tuvalet ihtiyacını giderme görevi görse de çoğu tuvaletin temizlik sorunu olduğundan mecbur kalmadıkça pek kullanılmıyor.

Şadırvanlar kullanılmaya devam ediyor. Özellikle merkez camilerinin şadırvanları namaz vakitlerinde abdest almak için bir ihtiyacı gideriyor.

Bir ihtiyaca binaen yapılan bu şadırvanların eksiklikleri gözden kaçmıyor. Üstelik bu ihtiyaçlar çok basit ihtiyaçlar.

Geçen gün merkezi bir caminin şadırvanına abdest almak için uğradım. Hava soğuk. Herkesin sırtında pardesüsü var. Abdest almak için pardesüyü çıkardım. Pardesüyü asacak ne bir askı ne de çivi bulabildim. Nedense abdest aldıktan sonra okunacak duaları şadırvanın mermerine yapıştırmayı dahi akıl etmişler ama elindekini ve sırtındaki asacak bir askı düşünülmemiş. İyi de ben pardesüyü nereye koyacaktım. 

Kucağıma alayım dedim. Abdest için nasıl eğilecektim. Şadırvanın ortasındaki demirlere atayım dedim. Ne kadar toz varsa siyah demirler üzerine çekmişti tozu. Mecburen omuzlarıma attım. Ne güzel de beceriyordum bu şekil abdest almayı. Sıra ayağıma gelmişti. Ayağımı uzatmıştım ki omuzlarımdan bir şeylerin sıyrıldığını fark ettim. Baktım pardesü düşüyor. Dur demeye kalmadan arka tarafa düştü pardesüm. Arka tarafın pisliğini, çer çöpü anlatmaya gerek yok. Bir de toz toprakla birlikte ıslaklık yok mu? Pardesü çamura belendi anlayacağınız. Bir hızla pardesüyü tekrar omuzuma aldım. Daha dikkatli bir şekilde bu sefer düşürmeden ayaklarımı yıkayıp çoraplarımı giyebildim ama bilin ki dokuz doğurdum. 

Kalkıp sıvadığım kollarımı indirdim. Pardesünün ceplerini kontrol ettim. Peçete, ıslak mendil ne varsa çıkardım. Pardesüyü elime aldım. Neresinde bir ıslaklık ve çamur bulaşıklığı varsa bir kat sildim. Olduğu kadar artık.

Ardından camiye girip namaz için camiye geçtim. Namaz mı kıldım, aklım pardesüyü düşürüşümde mi kaldı yoksa şadırvana okunacak duaları yazmayı dahi düşünenlerin, bir çivi çakmak akıllarına gelmediği mi düşündüm bilemiyorum. Allah hayırlısını versin, bir çivi çakmak akıllarına gelmeyenlerin.

Sanırım şadırvanların sütununa askı konmaması hırsızlara karşı bir önlem olsa gerek. Çünkü hırsızlar böyle yerlerde cirit atıyor. Sen abdest alırken o senin ceplerini karıştırıyor. Ne bulursa artık. Onun için kısa günün kârı. 

Tamam, hırsızlık var da abdest alırken kış günü bu pardesüyü ve ceketleri nereye koyacağız? Var mı bir öneriniz? 

Bu arada evden çıkarken aldığımız abdest gençlikte kalmış. Şimdi mecburen şadırvanlara yolumuz düşüyor. 

Emeklilere Niçin Az Maaş Veriliyor?

Emekliler bir zamanlar çalışan emsallerinden az maaş alırdı ama fark fazla değildi. 

Çalışana göre emeklinin az alması yadırganmazdı. Çünkü çalışanla çalışmayan arasında o kadar da fark olmalıydı. 

Fark fazla olmadığı için emekliliğini hak eden yaş haddini beklemeden emekliye ayrılırdı. 

Şimdi ise emekliliği geldiği halde bir zamanlar 65 yaşa kadar çalışılır mı, ben emekliliğim gelince bir gün bile durmam diyenler, çalışmaya devam ediyor. Çünkü emekli olanla, çalışan arasındaki maaş farkı emeklinin aleyhine olacak şekilde iyice açılmıştır. O yüzden kimse emekliliğe yeltenmiyor. 

Yine bir zamanlar emekliler, asgari ücretle çalışanlardan fazla alırdı. 

Kısaca bir emekliye, aldığı emekli maaşı emeklilik hayatında yettiği gibi artırıyordu da. En azından kiralar emekli maaşının altında idi. 

Emeklilerin aldığı emekli maaşları farklı farklı olsa da büyük çoğunluğu düşük alıyor. Çoğu emeklinin maaşı bir kira ödemeye bile yetmiyor. Emekli maaşını üzerine ilave etmesi gerek. 

Durum bu iken devlet düşük emekli maaşı alanlara niçin yüksek ya da yaşayabileceği bir maaşı layık görmüyor? 

Bu soruya, ülkede haddinden fazla emekli var. Bu kadar emekliyi bütçe kaldırmadığı için fazla verilmiyor denebilir. Görünen esas neden bu olsa da bu emekli bu maaşla nasıl geçinecek?

Emekliye bu maaşı uygun görmenin anlamı şudur:

Üzerimde haddinden fazla yük var. Bir de sizinle uğraşamam. 

Başınızın çaresine bakın. 

Sırtımda yüksünüz. 

Düşün artık yakamdan. 

Emekliliği siz istediniz. Bunun için çok kapı aşındırdınız. İşte emeklisiniz ve muradınıza erdiniz. Daha ne istiyorsunuz. Bu emeklilikte siz de kazandınız, biz de. Emekliliği isterken emekli olduktan sonra insanca yaşayabileceğiniz bir maaş istediniz mi? İstemediniz. Ah bir emekli olsam dediniz. Hiç sonunu düşünmediniz. 

Nazarımda yok hükmündesiniz. 

Bir an evvel ölmeye bakın. Sizi ne kadar açbeaç bırakırsam, ölüme o kadar yakınlaşırsınız. 

Verdiğimle yetinin. Yok yok yok. Anlamıyor musunuz siz. 

Hala yaşamak istiyorsanız, başınızın çaresine bakın. Gerekirse ikinci, üçüncü işte çalışın. Evinizde yaşayan kaç kişi varsa hepsi çalışsın.

Her ne yaparsanız yapın ama benden uzak durun.

Bu arada bu maaşla yaşarsanız ve bir yeni seçim daha gelmişse oyunuzu bize vermeyi esirgemeyin. Unutmayın, sizi biz emekli ettik. Biz sizin sırtınıza basarak yeniden kazanırsak size iyileştirmeyi yine biz yaparız biz. Yeter ki bizden umudunuzu yitirmeyin. Sizde bu umut bizde bu vaat oldukça aç kalmışsınız ne önemi var değil mi? Hiçbir şey yapamazsam bir defaya mahsus ödeme yaparım. Bu arada bugüne kadar sizi ve hiçbir çalışanımızı enflasyona ezdirmedik. Bu prensibimizi ve sosyal devlet anlayışımızı hiç unutmayın. 

Tek Eksiğim, U Dönüşü Yapmak

Öyle güzel konuşuyorsun ki gören, şu dünyada; senden merdi, senden korkusuzu, senden dürüstü, senden mükemmeli, senden kendinden emin konuşanı yoktur der. Adeta mangalda kül bırakmıyorsun. Sahi senin hiç eksikliğin yok mu? 

Fıkra sever misin? 

Severim. 

Eksikliğimi söylemeden bu fıkrayı anlatayım. 

Lütfen! 

"Gencin biri bir kızı sever. Kız da onu. 

Oğlan kızı babasından istemeye gider. 

Allah'ın emriyle kızı, babasından ister. 

Kızı da genci sevdiği için baba kızını verecektir. Yine de oğlanı bir teste tabi tutar.

Delikanlı, kızım da seni seviyor. Vermeye vereceğim ama önce bana kendini bir tanıt der. 

Oğlan başlar anlatmaya:

İçkim yok, kumarım yok. Sigara içmem. Uyuşturucu kullanmam.

Şu kadar evim, bu kadar arabam var. Çok param var. Şöyle ahlaklıyım, böyle ahlaklıyım şeklinde kendini bir güzel anlatır. 

Müstakbel damadını dinleyen müstakbel kayınpederin ağzının suyu akar. Bundan iyisi can sağlığı. Böylesini nereden bulacağım der kendi kendine. 

Yine de durmadan edemez. 

Damat! Anlattığına göre çok iyisin. Aradığım damatsın. Yalnız merak ettim. Senin hiç kötü yönün yok mu? der.

Damat, efendim benim tek kötü yönüm yalan söylemektir cevabını verir." ve fıkra burada biter.

Eee? Eksikliğini anlamadım. 

Efendim, benim de en büyük eksikliğim, U dönüşü yapmaktır. Benim bugünkü söylediğime değil, en son söylediğime bakacaksın. Düne değil, bugüne bakarım. Çünkü dün dündür, bugün de bugün. 

Ama ilk söylerken de kendinden çok emin söylüyorsun. Yapmam, etmem, asla diyorsun. Herkesi ikna ediyorsun. Sonra hiçbir şey olmamış gibi sanki dün bunu söyleyen sen değilsin gibi davranıyorsun. Buna ne demeli? 

İşte buna U dönüşü deniyor. Bu da benim mesleğim. Bu, adeta benden bir parçadır. Varlık sebebimdir. 

Peki, U dönüşünü yüzüne vuran yok mu? 

Bunun için büyük bedeli göze almak gerek. Anasından doğduğuna pişman ederim. O yüzden kimse cesaret edemez. 

Yalancı damat fıkrasıyla bağlantısını kuramadım. 

Yalancı damadın dürüstlüğü, itiraf edinceye kadar sürmüş. Benim ki de U dönüşü yapıncaya kadar sürüyor. Yalancı damadın foyası ortaya çıkınca sevdiği kızı alamamış ama ben ilk konuştuğumda da alkış alıyorum, U dönüşü yapınca da. Herkes ilk söylediğimden döneceğimi adı gibi biliyor ama yine de alkışlıyor. Anladım ki U dönüşü benim için bir nimettir. Çünkü bugüne kadar tüm U dönüşlerimden çok ekmek yedim.