Ana içeriğe atla

Şadırvanlarda Askı

İslam Medeniyeti dendi mi ilk akla gelen camidir. 

Cami denince de külliye akla gelir. 

Külliye denince de içinde cami, hamam, okul, hastane, yemekhane, kütüphane, yatacak yerin olduğu yerler akla gelir. 

Çoğu eski ve tarihi camilerin bulunduğu yere dikkat edersek her birinin yanında bir hamam olduğu görülecektir. Diğer bölümler zamanla ya bakımsızlıktan kendiliğinden yıkılmıştır ya da birileri yıkmıştır. 

Bu hamamlarda 7/24 sıcak su olduğundan,  hamamın bu suyu ile caminin altında borular geçirilmek suretiyle caminin ısınması da sağlanmıştır. 

Zamanla bu külliyeden eser kalmamış.

Günümüzde ise cami dendi mi, kala kala tuvalet ve şadırvanı, bir de cami görevlisine ait lojman akla gelir.

Cami tuvaletleri gelip geçenlerin tuvalet ihtiyacını giderme görevi görse de çoğu tuvaletin temizlik sorunu olduğundan mecbur kalmadıkça pek kullanılmıyor.

Şadırvanlar kullanılmaya devam ediyor. Özellikle merkez camilerinin şadırvanları namaz vakitlerinde abdest almak için bir ihtiyacı gideriyor.

Bir ihtiyaca binaen yapılan bu şadırvanların eksiklikleri gözden kaçmıyor. Üstelik bu ihtiyaçlar çok basit ihtiyaçlar.

Geçen gün merkezi bir caminin şadırvanına abdest almak için uğradım. Hava soğuk. Herkesin sırtında pardesüsü var. Abdest almak için pardesüyü çıkardım. Pardesüyü asacak ne bir askı ne de çivi bulabildim. Nedense abdest aldıktan sonra okunacak duaları şadırvanın mermerine yapıştırmayı dahi akıl etmişler ama elindekini ve sırtındaki asacak bir askı düşünülmemiş. İyi de ben pardesüyü nereye koyacaktım. 

Kucağıma alayım dedim. Abdest için nasıl eğilecektim. Şadırvanın ortasındaki demirlere atayım dedim. Ne kadar toz varsa siyah demirler üzerine çekmişti tozu. Mecburen omuzlarıma attım. Ne güzel de beceriyordum bu şekil abdest almayı. Sıra ayağıma gelmişti. Ayağımı uzatmıştım ki omuzlarımdan bir şeylerin sıyrıldığını fark ettim. Baktım pardesü düşüyor. Dur demeye kalmadan arka tarafa düştü pardesüm. Arka tarafın pisliğini, çer çöpü anlatmaya gerek yok. Bir de toz toprakla birlikte ıslaklık yok mu? Pardesü çamura belendi anlayacağınız. Bir hızla pardesüyü tekrar omuzuma aldım. Daha dikkatli bir şekilde bu sefer düşürmeden ayaklarımı yıkayıp çoraplarımı giyebildim ama bilin ki dokuz doğurdum. 

Kalkıp sıvadığım kollarımı indirdim. Pardesünün ceplerini kontrol ettim. Peçete, ıslak mendil ne varsa çıkardım. Pardesüyü elime aldım. Neresinde bir ıslaklık ve çamur bulaşıklığı varsa bir kat sildim. Olduğu kadar artık.

Ardından camiye girip namaz için camiye geçtim. Namaz mı kıldım, aklım pardesüyü düşürüşümde mi kaldı yoksa şadırvana okunacak duaları yazmayı dahi düşünenlerin, bir çivi çakmak akıllarına gelmediği mi düşündüm bilemiyorum. Allah hayırlısını versin, bir çivi çakmak akıllarına gelmeyenlerin.

Sanırım şadırvanların sütununa askı konmaması hırsızlara karşı bir önlem olsa gerek. Çünkü hırsızlar böyle yerlerde cirit atıyor. Sen abdest alırken o senin ceplerini karıştırıyor. Ne bulursa artık. Onun için kısa günün kârı. 

Tamam, hırsızlık var da abdest alırken kış günü bu pardesüyü ve ceketleri nereye koyacağız? Var mı bir öneriniz? 

Bu arada evden çıkarken aldığımız abdest gençlikte kalmış. Şimdi mecburen şadırvanlara yolumuz düşüyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde