Ana içeriğe atla

Emeklilere Niçin Az Maaş Veriliyor?

Emekliler bir zamanlar çalışan emsallerinden az maaş alırdı ama fark fazla değildi. 

Çalışana göre emeklinin az alması yadırganmazdı. Çünkü çalışanla çalışmayan arasında o kadar da fark olmalıydı. 

Fark fazla olmadığı için emekliliğini hak eden yaş haddini beklemeden emekliye ayrılırdı. 

Şimdi ise emekliliği geldiği halde bir zamanlar 65 yaşa kadar çalışılır mı, ben emekliliğim gelince bir gün bile durmam diyenler, çalışmaya devam ediyor. Çünkü emekli olanla, çalışan arasındaki maaş farkı emeklinin aleyhine olacak şekilde iyice açılmıştır. O yüzden kimse emekliliğe yeltenmiyor. 

Yine bir zamanlar emekliler, asgari ücretle çalışanlardan fazla alırdı. 

Kısaca bir emekliye, aldığı emekli maaşı emeklilik hayatında yettiği gibi artırıyordu da. En azından kiralar emekli maaşının altında idi. 

Emeklilerin aldığı emekli maaşları farklı farklı olsa da büyük çoğunluğu düşük alıyor. Çoğu emeklinin maaşı bir kira ödemeye bile yetmiyor. Emekli maaşını üzerine ilave etmesi gerek. 

Durum bu iken devlet düşük emekli maaşı alanlara niçin yüksek ya da yaşayabileceği bir maaşı layık görmüyor? 

Bu soruya, ülkede haddinden fazla emekli var. Bu kadar emekliyi bütçe kaldırmadığı için fazla verilmiyor denebilir. Görünen esas neden bu olsa da bu emekli bu maaşla nasıl geçinecek?

Emekliye bu maaşı uygun görmenin anlamı şudur:

Üzerimde haddinden fazla yük var. Bir de sizinle uğraşamam. 

Başınızın çaresine bakın. 

Sırtımda yüksünüz. 

Düşün artık yakamdan. 

Emekliliği siz istediniz. Bunun için çok kapı aşındırdınız. İşte emeklisiniz ve muradınıza erdiniz. Daha ne istiyorsunuz. Bu emeklilikte siz de kazandınız, biz de. Emekliliği isterken emekli olduktan sonra insanca yaşayabileceğiniz bir maaş istediniz mi? İstemediniz. Ah bir emekli olsam dediniz. Hiç sonunu düşünmediniz. 

Nazarımda yok hükmündesiniz. 

Bir an evvel ölmeye bakın. Sizi ne kadar açbeaç bırakırsam, ölüme o kadar yakınlaşırsınız. 

Verdiğimle yetinin. Yok yok yok. Anlamıyor musunuz siz. 

Hala yaşamak istiyorsanız, başınızın çaresine bakın. Gerekirse ikinci, üçüncü işte çalışın. Evinizde yaşayan kaç kişi varsa hepsi çalışsın.

Her ne yaparsanız yapın ama benden uzak durun.

Bu arada bu maaşla yaşarsanız ve bir yeni seçim daha gelmişse oyunuzu bize vermeyi esirgemeyin. Unutmayın, sizi biz emekli ettik. Biz sizin sırtınıza basarak yeniden kazanırsak size iyileştirmeyi yine biz yaparız biz. Yeter ki bizden umudunuzu yitirmeyin. Sizde bu umut bizde bu vaat oldukça aç kalmışsınız ne önemi var değil mi? Hiçbir şey yapamazsam bir defaya mahsus ödeme yaparım. Bu arada bugüne kadar sizi ve hiçbir çalışanımızı enflasyona ezdirmedik. Bu prensibimizi ve sosyal devlet anlayışımızı hiç unutmayın. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde