30 Eylül 2023 Cumartesi

Başkasının Gözünde İlahiyatçılar

İnsanın veya herhangi bir meslek grubunun kendisini nasıl ve ne şekilde gördüğünü bilmesi önemli. Çünkü kişinin veya meslek gruplarının kendini bilmesi, kendini okuması demektir. Kendini bilen çevreyi de okur ve bilir. Daha da önemlisi, kişinin veya meslek gruplarının başkalarının nezdinde nasıl göründükleridir ve bunu bilmeleridir. Çünkü kişi veya meslek grupları ne kadar iyi olurlarsa olsunlar, değer ve kıymetlerini başkalarının gözünde göründükleri kadardır. Olumlu bir imaj varsa, bu imaj itibarlarına itibar katar. İyi bir imajları yoksa itibar kaybına uğrarlar. Bu görüntüyü giderirlerse ne âlâ. Değilse toplum nezdinde itibarları yok olur. Bu kısa ve genel açıklamanın ardından, son yıllarda makam ve mevkilerde daha bir görünür olan ilahiyatçılar, kendilerini nasıl görür bilmiyorum ama günümüz ilahiyatçılarına dair ilahiyatçı olmayan bir yüzün ilahiyatçılar hakkında yazdıklarına yer vermek istiyorum:  

 "Din adına yapılan işlerdeki, söylenen sözlerdeki pespayelikleri gördüğü halde görmezden gelen ilahiyatçılar bu duruma gelinmesinde birinci derecede sorumlu olan kişilerdir.

Kimisi milletvekili olabilmek için kimisi ballı ihale peşinde, kimisi de kendisine veya bir yakınına post kapma kavgasında olduğu için inandıkları dinin paçavraya döndürülmesine ses çıkarmıyorlar. 

Maddi yarar edinmek için iktidarın veya bir tarikatın kapısına kul olan, sesini yükseltmeyen her ilahiyatçı (kendi inanç ölçülerine göre) şeytanın ortağıdırlar.

Dinbazların inandıkları dini yaşamamalarından, riyakarlıklarından en çok şikayetçi olan kesimin de deistler veya ateistler olması ayrı bir ikilem.

Çünkü onlar ikiyüzlülüğe, sahtekarlığa dayanamıyorlar. 

Dinin haram ettiği eylem ve söylemlerde bulundukları da, öte dünyada cayır cayır yanacaklarını bildikleri halde ilahiyatçıların neden bu günahları işlediklerini bir türlü kafam almıyor.

Acaba diyorum bazen; bu ilahiyatçılar meslekleri icabı dinî konuları incelerken dinin bir palavra olduğu sonucuna varıyorlar da ondan mı bu kadar rahat davranıyorlar? İçten içe deist veya ateist oldukları halde bulundukları konum veya çıkarlarını kaybetmemek için mi bunu açıklayamıyorlar?

Ey, şeytanın ortağı olan ilahiyatçılar! Eğer öte dünya hakkında bildiğiniz, bulduğunuz farklı bir gerçek var ise şu gariban, samimi Müslümanlara da açıklayın ki; kaçırdıkları vakit namazı veya tutamadıkları oruç için vicdan azabı duymaktan kurtulsunlar." Nadir Erke

Alıntıya, haklı veya haksız şeklinde bir kanaat belirtmeyeceğim. Şu var ki bu kimse gözünde ilahiyatçıların imajı iyi değil. Yazdıkları da yenilir, yutulur cinsten değil. İlahiyatçılar bu konuda ne der bilmiyorum. Bilinen bir gerçek var ki hiç savunma ve saldırma refleksine girmeden ilahiyatçıların bu yazıdaki alıntıyı irdelemeleri, bir durum tespiti yapmaları, bu imajın nasıl giderileceğine dair kafa yormalarıdır.

Geçmişle Yaşamak

Dünü değerlendirdik veya değerlendiremedik. Dünü değerlendirdik ise bugün meyvelerini yeriz. Şayet değerlendiremedik ise dün geçmiştir. Bugüne bakmak lazım. Bugün neredeyiz desek de bazıları nedense bir türlü geçmişle yaşamayı terk etmiyor. Çünkü geçmişle yaşamaya devam ediyorlar.

Temizlik konusu gelse, niye temiz değiliz desen, Avrupa temizliği bizden gördü denir. Tamam, Avrupa temizliği bizden görmüş olabilir. Bugün temizlik konusunda neredeyiz? 

Bilim, bilimde niye yokuz dersin. Tüm bilimsel gelişmelerin temelinde biz varız. Şunu biz bulduk, bunu biz bulduk. Avrupa bizden aldı denir. İyi de bugün bilim adına ürettiğimiz, patentini aldığımız neyimiz var? 

Avrupa niçin gelişmiş, biz niye gelişemedik dersin. Onların gelişmesinin temelinde, kan, gözyaşı ve sömürgecilik vardır. Bir zamanlar biz de gelişmiş idik. Biz de sömürseydik, bugün ileri olurduk. Biz dünyaya adalet dağıttık denir. İyi de sömürmeden gelişmek mümkün değil mi? Bugün üretimin, katma değer üretmenin neresindeyiz? İslam dünyası bugün tüketici durumunda. Ayrıca adalet dağıttık ise adaletin olduğu yerde huzur olur, güven olur, fitne ve fesat olmaz. O devlet yıkılmaz. Devlet olmanın gereğini yerine getirememişiz, çağı okuyamamışız. Bu yüzden yıkılmışız. Başkalarının gelişmesinin kökeninde sömürme olsa da ayakta durmanın gereğini yerine getirmiş olmalılar ki hala ayaktalar hala güçlüler hala sözleri geçiyor.

Biz niye ahlaki yönden kendimizi geliştirememişiz dersin. Avrupa kanun ve ceza korkusuyla ahlaklı denir. Adamlar ahlakı ve etik değerleri oturtmuş. Bunu kanun ve cezayla sağlamış. Biz de sağlayalım da nasıl sağlarsak sağlayalım diyemiyoruz.

Hayat pahalılığı var, enflasyon yüksek dersin. Bu tespite katılacağımız yerde, efendim, eskiden mal yoktu, kuyruklar vardı. Biz neler gördük neler. Ne var bunda. Pahalı da olsa şimdi alabiliyoruz deriz. Hızımızı alamayız. Şu falan gelse de gör gününü deriz.

Hasılı hep bugünü dünle kıyaslarız. Geçmiş tarihi şahsiyetleri ya överiz ya kötüleriz. Övgü ve sövgü üzerine yaşayıp gidiyoruz. Kısaca bugüne gelmemek için geçmişle yaşıyoruz. Bugünkü eksiklerimizi kapatmak için geçmişe sığınıyoruz. Geçmişe sığınıyor, geçmişle avunuyoruz.

Geçmişle yaşayınca, haliyle günümüze gelemiyoruz ve yerimizde saymaya, gerisin geri gitmeye devam ediyoruz. Geçmişle yaşayınca güne dair ne sözümüz var ne etkimiz ne de yetkimiz.

Geçmişle yaşamak öyle zannediyorum bir psikolojiyi, bir ruh halini ortaya koyuyor. Bugünkü ezikliğimizi geçmişle kapatma hali; bir ego tatmini, bir ezikliği ve bir kompleks halini gizleme olsa gerek.

Geçmiş bizim tarihimizdir. Hatasıyla, sevabıyla bizimdir. Beğensek de beğenmezsek de atacak ve satacak halimiz yok. Yapmamız gereken, geçmişle bağımızı koparmadan geçmişle geçmişte yaşamayı bırakmak, bugüne ve yarına dair yeni şeyler söylemek, yeni şeyler üretmektir. Bu da övgü ve sövgüyle değil, bugünün çağını okumak, çağa uygun yaşamak için kafa yormaktır. Ötesi işin kolaycılığına kaçmaktır.

27 Eylül 2023 Çarşamba

En Kârlı Ticaret *

Dün dündür, bugün de bugün prensibini düstur edinerek sık sık U dönüşü yapacaksın. Bunun için önce kırıp dökeceksin. Meseleyi Filistin-İsrail meselesi haline getireceksin. Büyük söz söyleyeceksin. Can, beden ten ne varsa ortaya koyacaksın. Ben yaşadıkça gelmem, gitmem, gelemez. Çünkü ben haklıyım. Bu iş bitti diyeceksin. Herkes senin ciddiyetini anlayacak. Sonra tamir yoluna gideceksin. Yalnız bu dönüşü burnundan kıl aldırmadan birden yapmamayı, zarardan kısa yoldan dönmemeyi zamana yaymayı badü harabil Basra'ya kadar öteleyeceksin. Tüm bu süreçte zarar görülürmüş, maliyeti ağır olurmuş demeyeceksin. Bir şey olmamış gibi görünüp yoluna devam edeceksin. Ne kadar suçlu olursan ol, her defasında üste çıkmayı bileceksin.

Derviş görünümlü olmayı hiç terk etmeyeceksin. Bir nevi kuzu postuna bürünmüş kurt olacaksın. Tevazu görünümlü kibri hiç elden bırakmayacaksın. Güç zehirlenmesi denilen zehirlenmeyi iliklerine kadar hissedeceksin. 

Allah, din, iman, ahlak, adalet, ehliyet, liyakat, ayet, hadis türünden milli ve manevi değerleri, çağın parlayan yıldızı olan milliyetçiliği hiç dilinden düşürmeyeceksin. Eylemin farklı olsa da bu değerleri daima satışa sunacaksın. Sonuçları itibariyle görevin milli ve dini değerlerin içini boşaltmak olsa da bunların ticaretini yapmaya devam edeceksin. Çünkü dünyanın en kârlı işi din ticaretidir. Tek yapacağın, bir maliyet ve sermaye ihtiyacı olmadan ikna edebilme kabiliyet ve cambazlığını göstermektir. 

İlişkilerde kazan kazan prensibini düstur edineceksin. Bir şeyin veya bir ülkenin en büyük düşmanı olacaksın. Bunu sözle yapacaksın. Sonuçları itibariyle sen de ayakta kalacaksın, düşmanın da. Düşmanı olduğun ülke ve sen kazanırken o ülkeye potansiyel tehlike olan ülkeler yerle yeksan olacak. Bir daha ayağa kalkamayacaklar. Böylece rakip gördüğün, meydanı boş bulurken sen de puan toplayacaksın.

Kazanmak ve zirvede kalmak için her yolu mubah göreceksin. Yola kazanacak kişilerle çıkacaksın. Kazandıktan sonra beklentiyi yüksek tutanları, söz dinlemeyenleri, problem çıkaranları ve artık işe yaramayanları kapının önüne koyacaksın. Sen izin vermeden ayrılanları nankör ve hain bileceksin. Yanından gidenleri suçlayıp hiç suçu üzerine almayacaksın.  Yerlerine yenisini özellikle daha önce düşman bellediklerini monte edip yola devam edeceksin. Yani ekibini sen seçip sen bitireceksin. Kısaca seni hep kazandıracak, katkı sağlayacak kişilerle yola çıkacaksın.

İyi yaptığın işleri ballandıra ballandıra temcit pilavı gibi anlatacaksın. Beceremeyip ağzına yüzüne bulaştırdıklarınla ilgili öyle mazeret ve gerekçe üreteceksin ki dinleyenler küçük dilini yutsun. Suçu daima başkasının üzerine at. Sevdiklerin arayıp da bulamadıkları bu hikmete sarılsın.

Öyle rakiplerin olsun ki evlere şenlik olsun. Senden uzaklaşıp onlara gitmeye kalkan geri gelip sıtmaya razı olsun. Sana rakip olanlar, yaptıkları ve yapmadıklarıyla bilerek veya bilmeyerek sana çalışsınlar. Bu çarkı işleten ayak olsunlar. Böyle olursa, sen daima baş, onlar da seni menziline götüren ayak olurlar. Böylece sen kazanırken onlar da kaybederken birlikte huzurlu ve mutlu bir şekilde muradınıza erersiniz. Sana ve onlara destek olanlar da kerevetine çıksınlar.

Kitabını yazdığın şeylerde, işler umduğun gibi gitmezse, karizmam çizilir diye endişe etme. Çünkü o kadar sevenin var ki düşman çatlatan türden. Bunlar suçu sana değil, iş verdiğin kişilere bulurlar. Adam yok ki bir kendisi var derler. Kısaca kredin bol. Sende bu irade sevenlerinde de bu kredi oldukça seni kim tutar.

Hasılı, her ne yaparsan yap, dini söylemi ve dinî değerleri  dilinden hiç düşürme. O değerleri kullandıkça ayak altına düşse de sen daima zirvede kalırsın. Çünkü bu yolda din ve dinî değerler kadar sihirli bir değnek bulamazsın. Bu sihirli değnek seni zirvede tutarken aynı değnekle rakiplerine sopa atarsın. Bu değneğin sopasını yiyen ise asla iflah olmaz.

*04/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

23 Eylül 2023 Cumartesi

Evliliklerin Sözle Sona Erdirilmesi *

Yıl 2023. Günlerden cuma. Kenar semtlerden bir camide cuma kılıyorum. Görevli Mevlidi Nebi haftasına dair bir hutbe okudu. Bitiminde hutbeden inmeden, üzücü bir konuya değineceğini çünkü mahallemizde çoğaldı iyice dedi. Bir kişi nicedir yanına gelip derdini anlatıyormuş. Yok mu bunun bir çözümü diyormuş. Bu kişi üç defa hanımına boş ol demiş. Bu kişiyi müftülüğe gönderdiğini, derdini onlara anlat dediğini söyledi. Devamında bunun şakası yok. Aynı mekanda ardı arkasına üç defa boş ol denmişse, bu evliliğin bir bağının gidip ikisinin kaldığını, şayet farklı mekanlarda üç defa boş ol denmişse, bu evliliğin sona erdiğini, dikkatli olmak gerektiğini üstüne basa basa birkaç defa tekrarladı.

Namazdan sonra imamın boşanmaya dair sözleri aklına yatmayan bir münevverle lafladık. Böyle bir boşanma olur mu, bu adam hangi kafayı taşıyor dedi. Örfü, kültürü, fi tarihinde oluşturulmuş fıkha dair fetvayı, bugüne dair hiç geliştirmeden din diye anlatırsan bir evliliği böyle bitirirsin dedim. Bu nasıl bir din anlayışı ki evlenirken kadına evlenme beyanını soruyorsun. Evliliği bitirirken kanaatini sormuyorsun. Bir evlilik nasıl başlatılıyorsa, onu sona erdirmek de aynı yol ile olur. Üstelik boşanmalarda iki şahit şartı ayette geçiyor. Anayasa Mahkemesi, içeriğine gitmeden birçok Anayasa maddesini usulden bozar. Böyle bir boşanma geçerli olacaksa iki şahit olmadığı için bu boşanma sözünü usulden bozmak ve evliliği devam ettirmek gerek türünden bir şeyler söyledim.

İmamın hutbe dışında değindiği bu konuyu dinleyince bir arkadaşın bir zaman anlattığı benzer bir anekdot aklıma geldi. Yakın bir akrabası "boş ol, boş ol, boş ol" demiş eşine. Söyler söylemez pişmanlık duymuş. Evliliği nasıl devam ettiririm arayışına düşmüş. Kitapları karıştırmış. Hocalar ve müftülüklere giderek çalmadık kapı bırakmamış. Her biri siz boşandınız. Yeniden evlenebilmeniz için eşinizin herhangi bir baskı olmadan gönül rızasıyla bir başkasıyla evlenmesi, o evlilik sona erdikten sonra isterlerse tekrar nikah kıyabilirler denmiş. Birlikteliğe dinde çözüm bulamayınca ne kadın yeniden evlenmiş ne de erkek. Kadın çocuklarıyla birlikte aynı evde kalmış, koca da bir başka evde. Koca eşinin tüm ihtiyaçlarını ve geçimini günlük ve aylık sağlamış. Her gün evin ihtiyaçlarını kapıya kadar getirmiş, eve girmeden kapının önüne bırakıp gitmiş. Bu durum taraflar ölünceye kadar sürmüş.

Aklımda kaldığı kadarıyla durum böyle. Evliliği devam ettirme irade ve beyanına ve hayat boyu süren bir pişmanlığa rağmen geçmişte oluşturulan fıkıh ve onun yılmaz savunucuları, bir evliliğin devamına geçit vermemiş. Resmen evli olmalarına rağmen dinen boşanmış kabul edildikleri için geri kalan ömürlerini kağıt üzerinde evli ama ayrı geçirmişler.

İmamın değindiği ve arkadaşın akrabası üzerinden anlattığının benzeri bu toplumda kaç kişinin başına gelmiş, ne kadarının evliliği devam etmiş ne kadarı ayrılmak zorunda kalmıştır? Her birinizin çevresinde benzer acılı hikayeler vardır. Başka hikayeye gerek yok. Ama bu konuda şunu söylemek isterim:

Evlilik ve boşanmanın dini ve resmisi olmaz. Evlilik iki adayın bir ömür boyu birlikte yaşama iradesini ortaya koyduğu iki taraflı bir sözleşmedir. Gönül rızasına dayanan bu birlikteliği orta yerde kağıt ve kürek olmadan, söz ve beyana dayalı olarak kızgınlık eseri tek taraflı bitirmek evlilik müessesesinin köküne dinamit koymaktır. Tövbe ve pişmanlık kapısı ardına kadar açık iken tek hatasında bir insanı kapının önüne koymak gibidir bu. Müslümanlar hem evlenme hem de boşanmalarda resmi ve dinî ikilemden kurtulmalıdır. Borçlanmalarda bile Allah Bakara süresinde bir sayfa borçlanmanın  ne şekilde olması gerektiğini anlatıyor. Kısaca yazın, yazdırın, iki şahit bulundurun derken evlilik gibi bir müessesenin sözle başlatılıp söyle bitirilmesi fıkha girse bile Allah’ın murat ettiği olmasa gerek. Çünkü evlilik ve boşanmaya göre çok çok basit kalan bir borçlanmayı bile kayıt altına alan Allah, bir toplumun temel taşı olan aileyi korumak ve devam ettirmek için neler murat etmez. Hele pişmanlık iradesi ortaya koyup evliliğini devam ettirmek isteyen kişilere geçmiş fetvaları gerekçe göstererek tüm kapıları kapatıp evliliğiniz bitmiştir demek ne insanidir ne dinidir ne vicdanidir ne çağı okumadır ne İslam’ı asrın idrakine sunmaktır. Tek kelimeyle zulümdür. İnsanımıza bu kötülüğü yapmayalım.

*27/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

21 Eylül 2023 Perşembe

Oyunu Ağalar Kurar, Marabalar Oynar *

Bin lira borç verir misin?

Ne zaman vereceksin?

Bir yıl sonra bugün.

Bir yıl sonra benden borcu istetmemen ve  verdiğim 1.000 lirayı 1.300 lira vermen şartıyla buyur.

Niye 1.000 lira değil? Tefeciliğe mi soyundun? Bildiğim kadarıyla buna karşısın. Ne değişti? Bu, haram değil mi?

Sümme hâşâ. Tefecilikten ve haram yemekten Allah'a sığınırım.

O zaman?

Nassın gereğini yapıyorum. Halihazırdaki nass yüzde otuz.

Böyle nass mı olur?

Niye olmasın?

O zaman biraz indirim yapabilir misin?

Yapamam.

Niçin?

Zaten en alt sınırı bu. Bu borcu benden MB politika faizini açıklamadan bir gün önce isteseydin, yüzde 25 olacaktı. O zaman 1.250 ödeyecektin. Mayıs-haziran gibi isteseydin yüzde 8,5 olacaktı. O zaman da 1.085 TL ödeyecektin.

MB ile bunun ne alakası var?

Alakası, nassı bugün MB belirliyor.

Bu nass denilen bir iner, bir çıkar mı?

Normalde inip çıkmaz.

O zaman?

Mevzubahis olan bu ülke ise normal.

Nass ülkeye göre değişir mi? Benim bildiğim nass bir ilkedir.

İlke olmaya ilkedir. Yalnız inandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın. Bir şeyi enine boyuna düşünmeden nass nass dersen, dün indirirsin, bugün çıkarırsın. Hoş, dün indirilir bugün çıkarılsaydı en azından Basra bu kadar harap olmazdı. Aylar aylar sürdü iniş.

Böyle oynamanın ceremesini kim çekiyor?

Sen, ben, bizim oğlan. Yani tüketici olan halk. Nass var denerek indirirken de sen çektin, nass buzdolabına kaldırılırken de sen çekeceksin. Ağlarsa, anam ağlar, başkası yalan ağlar misali.

Hani bu faiz hep inecekti, hiç çıkmayacaktı?

Hep inecek, daha da inecek sözü bize pahalıya patladı.

Niçin?

Çünkü enflasyon azdı.

Faizi çıkarınca iyi mi oldu?

İyi olmadı ama çarkı döndürebiliyorsun. Bu durum, hastaya önerilen, yan etkisi ağır ilaç gibi bir şey. Bu ilacı ya içeceksin ya içeceksin.

Önünü arkasını düşünmeden faizle oynayanlar bedel ödemeyecek mi?

Tövbe de.

Niçin?

Çünkü bedeli daima marabalar öder.

Maraba?

Alavere, dalavere. Kürt Memet nöbete misali sen, ben, bizim oğlan. Ötesi yalan. Çünkü kumarı pardon oyunu ağalar kurar, marabalar da oynar. Onlar seyreder, sen de terlersin. Tüm terini versen yine yetmez. Tekrar tekrar hep terleyeceksin. 

*25/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

Maydanozgillerden Bir Tür *

Maydanozu severim. Yeter ki yerinde ve kıvamında olsun. Kişinin midesi ve bünyesi götürüyorsa her yemekte maydanoz yemesinde de bir sakınca yok. Yeter ki maydanozu çok yiyorum, ben de oldum bir maydanoz diyerek her şeye maydanoz olmaya kalkmasın.

Maydanoz yiyip yemediğini bilmediğim bir kız öğrencim vardı. Sınıfta her şeye karışırdı. Kızım dur, karışma dediysem de onu her şeye karışmaktan vazgeçiremedim. Hiçbir şeyi beğenmez, her şeye dudak büker, burun kıvırırdı. Sanırsın ki dünyada mükemmel bir kendisi var. Zaman zaman içime, kızım senden başka dünyada iyi biri var mı diye sormak geldiyse de söylemedim. Bir böyle iki böyle. Yine bir şeye karıştığı bir esnada, kızım, maydanozun kıymetini bilmek lazım dedim. Oymuş, sustu. İçine kapandı. Sınıfta ha vardı ha yoktu artık. Çünkü bir daha hiçbir şeye karışmadı. Her şeye karıştığında dersi zehir eden bu kız içine kapanınca, sınıfa bayram havası geldi. Sınıf barış ve huzurun adresi oldu. Öyle zannediyorum, her şeye maydanoz olma sözü onu kendine getirdi. Bu söz okul sonrasında da bir şeye maydanoz olmaya kalkınca, kulağına küpe olarak kalacak. Hep beni hatırlayacak.

İş bu öğrenciyle kalsa iyi. Benim öğrencim olmayan bazılarına, zamanında her şeye maydanoz olma denmemiş olmalı ki onlar büyüyüp serpilmişler. Makam ve mevki sahibi olmuşlar. Bulundukları makamda elan her şeye maydanoz olmaya devam ediyorlar. Haliyle ceremesini de emrinde çalışan amir ve memurlar çekiyor. Halbuki benim bildiğim makam ve mevki sahibi, ben her şeyi iyi bilirim, en iyi yaparım, her şeyden anlarım modunda olmaz. Her bir şeye olur olmaz karışmaz, ağır azam olur. Makamının ağırlığını korur. Oturduğunu, kalktığını bilir. Eksik aramaz, sabırsız olmaz. Herkes gibi dokuz aylık olduğunu hiç aklından çıkarmaz. Dağları ben yarattım demez. Emrindekileri ezmeye kalkmaz. Onlara terör estirmez. 

Günlük, haftalık ve aylık bir planı olur. O plana göre işlerini yürütür. Aksayan yönler olursa, müdahale eder ve sorunu çözer. Sorun olmaz. Çözümün bir parçası olur.

Çözümü parçası veya faktörü olmak isterse, her sabah kalkınca bugün kimi rahatsız edeyim, kimin huzurunu bozayım planı yapmaz. Yapılan planı bozup içine etmez. Gittiği her yere huzur götürür, huzurla döner. Huzuru huzursuzlukta aramaz. İçindeki kavgasını başkasının üzerine boca etmez.

İki kat aşağıda banka oturup ayakkabısını bağlayan birinin kim olduğunu; kimdir, necidir, kimin nesidir diye merak edip git bak gel diye birini göndermez.

Bir araba sesi duyduğu zaman bu arabanın burada ne işi var deyip merakını gidermek için birini göndermez.

Kriterleri belirlenmiş çiçek takdimi yapılacak iki kişiden, kendisinin çiçek vereceğini değiştirmez. Pişmiş aşa su kattığı için çiçek verilecek kişi sayısını üçe çıkarınca, bunu devlet krizi olarak görmez. Eğer bir kriz varsa, krizin kendinden kaynaklandığını bilir.

Makamında, birinin elini hareket ettirmesinden dolayı hal ve hareketlerine dikkat et demez.

Personeline, amirlerinden şikayet etmez. Dedikodu yapmaz. Dedikodusuna destek bulamayınca o personelden nefret etmez. Kin gütmez, intikam peşinde koşmaz.

Kendisine emanet edilen makamı emellerine alet etmez. Üstüne gülücükler dağıtıp astına sopa sallamaz.

Hasılı geldiği yerin hakkını verir. Etkisini ve yetkisini kötüye kullanmaz. Her şeye maydanoz olmaz. Taşıdığı kırmızı etiketin temsil hakkını tam verir. Kısaca kubbede hoş bir seda bırakarak hem kendisine hem atasına rahmet okutur.

*02/10/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır

20 Eylül 2023 Çarşamba

Dupuytren Kontraktürü (2)

Elin Bağ Dokusu bozukluğu demek olan Dupuytren Kontraktürü hastalığı hakkında uzmanlarından alıntı yaparak bir önceki yazımda bilgi vermiştim. Bu yazımda da bu hastalığa maruz kalan biri olarak hastalığım, ameliyat ve tedavi safhasını ele almak istiyorum. Yazıda kendi görsellerime de yer vereceğim.

Sol elimin içinde idi rahatsızlığım. Avuç içim önce büzüştü. Büzüşen yerin alt tabakasında sertlikler oluştu, yer yer de çukurlar.

Çok telefon tuttuğumdan olmalı dedim. Bir ortopedi uzmanına göründüm. Cep telefonu tutmaktan değil. Elin rahatlaması için günde sabah akşam elini sıcak suya koyup çıkaracaksın. Çıkardığın elini yumruk yapıp açacaksın. Bu işlemi suyun içinde 150 defa yapmalısın dedi.

Bu öneriyi bir süre uyguladım. Elim de rahatlayınca bırakıverdim.

Bir yıl sonrasında el ayamda sertlik ve büzüşme arttı. Elim büzüştükçe sol el yüzük parmağımı da içe doğru çekti. Elimi yere paralel  düz tuttuğum zaman yüzük parmağım diğer parmaklarımla aynı hizada saf tutamadı, aşağıda kaldı. El ayamı havaya paralel tuttuğum zaman yüzük parmağım yine diğer parmaklarımla hizalanmadı.

Gündelik rutin işlerimi engellemediği için pek önemsemesem de oğlanın ısrarıyla tekrar doktora gittim. Bu elin çözümü ameliyat. Ameliyatı da parmak içe doğru 45 derece eğilmeden yapmıyoruz. Ağrı, sızı varsa ilaç yazalım. Yoksa bekleyeceğiz dedi.

Bir yıl daha geçti. Oğlan her eve gelişinde parmağın derecesini ölçtü. 45 dereceyi geçti. Tekrar doktora gidelim dedi. Bu sefer aynı doktora gitmedik. Bir özel hastanede çalışan el cerrahına gittik. Eli görür görmez el ameliyatlık dedi. Kararınızı verin yapalım. İster bana ister başkasına yaptırın ama el cerrahına yaptırmanızda fayda var. Çünkü sertleşmiş bağ dokusunu alırken bazen yanlışlıkla sinirleri de aldığımız oluyor dedi. Hemen olmazsak sıkıntı olur mu sorumuza, geciktikçe ameliyat zorlaşır dedi.

Dışarı çıkıp istişare yaptıktan sonra doktorun odasına tekrar gidip ameliyat günü istedik. Haftaya yapalım dedi.

Ameliyat günü geldi çattı. Sol kolum uyuşturuldu. Uyanık olmama rağmen kendime geldiğimde, ameliyat yaptınız mı dedim. Bitirdik bile dendi. 1-1.5 saat sürdü ameliyatım ve elimin alçıya alınıp sarılması. Elimden çıkarılan sertleşmiş bağ dokusunu şişeye koymuşlar, bana gösterdiler. İşte elinden çıkarılan dediler. Kalın ve uzunca bir doku idi gördüğüm.

Başarılı geçen bir ameliyattan sonra elimde koluma kadar yarım atel olduğu halde istirahat etmeden ertesi günü işime devam ettim. Giyim kuşam vb. Her işimi tek elle kendim yaptım.

Her gün evde pansuman yaptık. Pansuman için elim açıldığında Z şeklinde zikzak çizerek yapılmış ve dikiş atılmış elimi görünce, hayret ettim. Bir sanat eseri bu gördüğüm dedim. Doktorun emeğine, cesaretine, bilgi ve birikimine hayran kaldım. Çünkü her insanın harcı değil. Bir elin nereden açılacağını bilmek, o bölgeyi nasıl keseceğini bilmek, her şeyden öte böyle hassas bir bölgedeki ameliyatı yapmak büyük bir cesaret ister. Bunu da herkes yapamaz. Burada antrparantez şunu söylemek isterim. Son yıllarda hekimlere şiddet ve hor görme dolayısıyla cerrahi bölümleri ve hasta ile birebir yüz yüze gelen bölümleri tercih eden doktorlar arasında azalma var. Bugün cerrahi bölümler çok düşük puanla TUS’tan tercih edilir oldu. Böyle giderse, basit ameliyatlar için cerrah bulamayacağız. Allah ellerine düşürmesin, yokluklarını da göstermesin ama kıymetlerini bilmek ve takdir etmek lazım.

Tekrar hastalığa gelirsek, ameliyattan bir hafta sonra kontrole gitmem gerekirken derslerim aksamasın diye 10.gün kontrole gittim. Sargıyı çıkardı doktor. Bundan sonra elini yavaş yavaş açıp kapama çalışması yap. Gündüz bir şey sarmana gerek yok. Gece yatarken şu resimde gördüğünüz aparatı medikalden alıp takın. Başka da bir şeye gerek yok dedi. Ameliyatlı elimi yıkamada bir sakınca var mı soruma, hemen kurularsan yıkayabilirsin dedi. Bu arada ameliyatımı da videoya almışlar. Hatıra olarak onu da aldık.

Oğlan tanıdığı bir medikalciye gece elime takacağım aletin fotoğrafını gönderir. Fiyatını sorar. 2500 lira ama bize bir şey yapabileceğini söyler. Buluşmuşlar. Bu arada aletin adını İnternetten arıyorum. İsmi Termo Plastik Anti Spastisite Ateli imiş. Kısaca el bilek aleti diyelim. Ağzı açık, kullanılmışa benzeyen aleti bize 2000 liraya bırakmış tanıdık medikalci. Bu, kullanılmışa benziyor deyince bizim için yüzünü değiştirebileceğini söylemiş. Hem fiyat hem de aletin görünüşünden işkillenen oğlan bir değerlendirelim deyip aleti almadan çıkar. Başka bir medikalciye gider. Fiyata 750 lira ama 600 olur der. Fiyatın 2500’lerden 600’lere inmesi, aynı ürünün medikalcilerde bu kadar farklılık göstermesi ilginç. Aletin ismini öğrenmek için İnternete girdim. Hem adı hem de fiyatı karşıma çıktı. Kargo dahil 650 lira imiş. Allah her medikalcinin eline düşürmesin. Bu tür ürünlerde gözü kapalı alışveriş yapmamak lazım. En azından fiyat karşılaştırması için bir başkasına sormada fayda var.

Halihazırda aleti takıyorum. Dikişler görünse de elim iyileşme safhasında. Solu her işte kullanmasam da artık iki elim var ve dünya varmış. Allah herkese sağlık ve afiyet versin.