20 Temmuz 2023 Perşembe

TDK Türkçeyle Oynuyor

NTV'de yer alan habere göre TDK 12. baskıyla birlikte pek çok sözcüğün yazımını değiştirdi. İşte o sözcüklerin bazılarının yeni halleri:

              Eski   /Yeni

Doğubeyazıt / Doğubayazıt 

Horon vurmak / Horon tepmek

Çiğ börek  / çi börek 

Yeşilzeytin  / yeşil zeytin

Unvan / Ünvan 

Marmara Ereğlisi / Marmaraereğlisi

Sultan efendi / Sultanefendi

Yakan top / yakantop

Kümeden düşmek / küme düşmek 

Pilili / Pileli 

Kayyum / kayyım

Yeşilsoğan / Yeşil soğan

Yeşilbiber / yeşil biber 

Hasıraltı / hasır altı 

Akça armudu / akçaarmut

Boy bos  / boy pos

Bazı sözcükleri özellikle birleşik kelimelerdeki bu güncelleme haberini okuyunca pes, Türkçeyi koruma ve geliştirme görevi olan bu TDK ne yapmaya çalışıyor dedim. Gören de Türkçe yeni bir dil, TDK de bu dili yeni öğretmeye ve yerleştirmeye çalışıyor sanır. Tamam, yanlış kullanılan kelimeleri değiştirsin. Ama örneklerde görüldüğü üzere kah birleştirmiş kah ayırmış. Buna niye gerek duydu, anlaşılır gibi değil. Bu birleşik kelimeler ilk defa tedavüle sürülse, birden fazla kullanımı ortaya çıksa, bunlardan en yaygın kullanılanı TDK tercih etse, buna da tamam dersin.

Gördüğüm kadarıyla TDK bu dili kendisi yeni öğreniyor. TDK’nin durumu bu ise yazımını bugüne kadar yanlış yapan vatandaşa hiç sözümüz olmaz. Zira TDK böyle yaparsa, vatandaş neler yapmaz.

Güncellenen birleşik kelimelere göz atıyorum. Bu kelimelerin çoğunda TDK, gündelik hayatta vatandaşın kullanımının aksini yani kullanılmayanı tercih etmiş. Doğruyu bulmuş ama çok geç kalmış. Gerçekten halk horon tepmek derken TDK’nin horon vurmak demesinin ve bu dediğinin karşılığının olmaması garip değil mi? Çiğ börek kelimesindeki yumuşak g’yi kaldırması bir kuraldan ziyade halkın konuşma dilindeki kullanımına benziyor. Bu da ister istemez TDK halk ağzına mı kayıyor şeklinde düşünmemize zemin hazırlıyor. Hangi akla hizmetle yeşil zeytini, yeşil soğanı ve yeşil biberi bugüne kadar birleşik kabul etti de bugün hidayete erdi. Unvan ise bugüne kadar yazımı ve telaffuzu zor bir kelime iken halkın kullandığı ünvan şeklinde güncellenmesi de bir aşama ve olması gerekendir. Küme düşmek varken kümeden düşmek tercihi hangi aklın ürünüdür? Bu halkın kendini bildi bileli pileli dediği kelimeyi bugüne kadar pilili şeklinde kabul etmek akla ziyan. Aynı şekilde çocuğun bile boy pos dediğini bugüne kadar boy bos dayatması anlaşılır gibi değil. Ayrı yazılan Marmara Ereğlisi’ni Marmaraereğlisi şeklinde güncellemekle neyi murat ediyor?

TDK bu kafa ile giderse, bugün ayırdıklarını yarın bileştirmeyeceğinin, bugün birleştirdiklerini yarın ayırmayacağının bir garantisi yok. Öyle zannediyorum ki TDK Türkçemizi katlediyor. Kedinin fareyle oynadığı gibi Türkçemizle oynuyor. Bu durumda ne ihsanını isterim ne de gölgesini.

Hoş Geldiniz!

"Gelen kişiye söylenen selamlama sözü" olarak hoş geldiniz deriz. TDK bu sözü kısaca böyle ifade etse de bu söz evimize veya işimize gelen herkese söyleriz. Güzel ve olması gereken hoş bir sözdür. Zira ilgi, alaka, hoş karşılamanın ve iletişimin olmazsa olmazıdır. Tersi, bir hoş geldin bile demedi, Allah'ın yabanisi şeklinde serzenişe neden olabiliyor.

Kültürümüzde ayrı bir yeri vardır hoş geldiniz sözcüğünün. Alışverişe gittiğimiz esnaf hoş geldiniz, buyurun der. 

Ziyarete gittiğimiz ev sahibinin paspasın üzerinde hoş geldiniz yazar. 

Yapılan bir etkinlik için gelenlerin göreceği şekilde ".... Hoş geldiniz" afişleri bastırılır.

Her türlü okulun ve üniversitelerin girişinde yine hoş geldiniz yazar. 

Girişte hoş geldiniz yazmakla da kalınmaz, içeri geçince tekrar hoş geldiniz denir.

Gündelik hayatta sık sık kullandığımız ve asla vazgeçemediğimiz bu birleşik kelimenin önemini, nerelerde kullanıldığını anlatmak değil niyetim. Burada dikkat çekmek istediğim bu kelimenin yazılışına dair olacaktır. Birçok birleşik kelimenin yazılımda yaptığımız yanlış yazılımı maalesef hoş geldiniz kelimesinde de yapıyoruz. Bu kelime TDK'ye göre ayrı yazılması gerekirken hoşgeldiniz şeklinde birleşik yazılıyor. Bu yanlışı yapan vatandaş olsa, eğitim ve öğretimden uzak birileri yapsa gam yemeyeceğim. Yanlış yazanlar arasında bazı kreşler, anasınıfları, ilk-orta-lise, üniversiteler ve resmi kurumlar var. Esnaftaki yanlışı saymıyorum. Okullar bu yanlışa imza atıyor veya izin veriyorsa, özel sektöre ne diyeceksin.

Burada okul, kurum veya üniversite girişindeki “Hoşgeldiniz” yanlış yazımını oradaki eğitimciler bilmiyor anlamını kastettiğim anlaşılmasın. Çoğu yanlışlar bu işi ücret karşılığı yapan tabelacı vb. kişilerden kaynaklanıyor. Daha önce hazırladıkları aynı şablonu her yerde kullanıyorlar. Burada eğitim kurumunun yöneticisinin Türkçe ve edebiyat öğretmeninin bunu ilgili kişiye daha önceden hatırlatmasında fayda var. Uyarıya rağmen bu kelime bitişik yazılmış ise eğitim yöneticisine düşen bu yazıyı yeniletmesidir. Çünkü yanlış yazım eğitim kurumlarına yakışmaz. Herkes yapsa da okullar bu yanlışa geçit vermemelidir.

Yazdıklarımdan, bir kelime değil mi? Ha bitişik ha ayrı. Ne fark eder. Önemli olan nasıl yazıldığından ziyade ne demek istediğinin anlaşılmasıdır. Gereksiz hassasiyete gerek yok diyen çıkabilir. Böyle diyenlere tek kelimeyle dilimizi katletmeyelim derim. Bununla kalsa iyi. Unutmayalım ki merkezi sınavlarda doğru ve yanlış yazım sorusuna da yer veriliyor. Bir an için düşünün. Çocuğunuza girdiği bir sınavda aşağıdaki birleşik kelimelerden hangisinin yazımı yanlıştır sorusu soruldu. Seçeneklerden biri de hoş geldiniz olsun. Çocuğunuz sınavda bu kelimeyi yanlış işaretleyecek. Çünkü sınavda iken gözünün önüne, okulunun girişindeki hoşgeldiniz yazımı gelecek ve ilim öğrendiğim kurumun yanlışı olur mu diyecek ve seçeneği yanlış işaretleyecektir. Bu bir yanlış çocuğumuzun rakiplerinden geriye düşmesine neden olacaktır. O yüzden eğitim kurumlarında yanlış yazıma göz yumma gibi bir lüksümüzün olmadığını düşünüyorum.

Bu konuyu yazmaya kendimi kaptırmışım ki TDK’nin bazı sözcükleri güncelledi haberi dikkatimi çekti. Bazısına burada yer vermek isterim:

Çiğ börek  / çi börek 

Yeşilzeytin  / yeşil zeytin

Unvan / Ünvan 

Pilili / Pileli 

Kayyum / kayyım

Yeşilsoğan / Yeşil soğan

Yeşilbiber / yeşil biber 

Hasıraltı / hasır altı 

Akça armudu / akçaarmut

Boy bos  / boy pos

TDK’nin güncellemesine siz ne dersiniz bilmem ama bu güncellemeden benim anladığım, TDK’nin kafası vatandaşın kafasından da karışık. Bu güncellemeyi gören de Türkçe yeni bir dil, TDK de yeni bir kurum sanır. Bu güncellemeden anladım ki hoş geldiniz kelimesini bitişik yazanlara boşuna kızmışım. Bugün ayrı kabul ettiği hoş geldinizi TDK’nin yeni bir güncellemede bitişik kabul etmeyeceğinin bir garantisi yok.

18 Temmuz 2023 Salı

Ne Yidirip Ne İçirecen?

Tanıdığım bir esnafın yanına vardım bugün. Müşterisi vardı, beni görmedi. Kenara çekildim alaverenin bitmesini bekledim. Beklerken teşehhüt miktarı çalıştığım biri denk geldi. Siz buna tevafuk dersiniz. Hoşbeşten sonra çantalara baktığını söyledi. Şuradan al, müşterisi var, hesaplı verir dedim.

Biz, müşterinin çıkıp dükkanın boşalmasını beklerken biri daha peyda oldu yanıma. İn midir, cin midir bilmem. Bildiğim bir şey var, tanımadığım bu kişi benimle kırk yıllık arkadaş gibi konuşuyor. Belli ki kalu beladan tanışıyoruz. Terzi kapalı mı bugün dedi. Dikildiğim yere baktım. Terzi dükkanının önü imiş. Kepengi kapalı olduğuna göre kapalı dedim. Haydi ne yapıyoruz dedi. Şuraya gireceğim, ne yapacağız dedim. Kiralık ev arıyorum. Valiliğe gittim, şuraya gittim, buraya gittim, kiralık ev yok. Hiçbiri bulmadı. Numaramı vereyim. Bulunca beni ararsın dedi. Emrin olur demedim ama tam sırasıydı.

Görüntü ve şivesinden Suriyeli sandım. Kimsin, necisin demeden, depremzedeyim, Hatay'dan geldim. Otogar tarafında bir yurtta kalıyorum. Birkaç güne kadar çıkın dediler. Ev arıyoruz dedi. Bu civarlarda kiralık ev bulamazsın. Bulursan da yüksek gelir kira. Ardıçlı Toki taraflarına bakmalısın dedim. Orası uzak dedi. Ne iş yaptığını sordum. Çalışmıyorum dedi. Çalışmıyorsan, bu devirde kiralık evi nasıl tutacaksın dedim. Babam BAĞ-KUR’lu. Maaşı var dedi. Kiralardan haberi var mı bilmem. Bildiğim, BAĞ-KUR’lunun maaşı kiralık ev tutmaya yetmez.

Bu arada çantacı arkadaş önceki müşterisine satışını yapıp gönderince, göz göze geldik. Yanımıza geldi. Şu arkadaşa çanta ver dedim. Onlar çantaya bakarken, kırk yıllık arkadaşım ikizim gibi yanımdaydı yine. Fiyatı söylenen çantayı marketten 400 liraya aldım. Bir de Polo dedi. Sessiz kaldım. Az sonra haydi ne yedirip ne içirecen dedi. Anlamadım. Dükkanın sahibi değilim, burada da çalışmıyorum dedim ise de yani hiçbir şey yapmayacak mısın dedi. Şaşırıp kaldım. Üstüme iyilik sağlık. Aç mı, susuz mu bilemedim ki. Üstelik öğün vakti de değildi. Yardım isteyeni gördüm, bir saniye bakar mısın, yanlış anlamayın, dilenci değilim diyenle karşılaştım. PTT'de e devlet şifresi alırken şifre bedeli olarak istenen 3-5-6 (bedelini unuttum) TL için ama ben depremzedeyim diyeni gördüm ama bugüne kadar ne yidirip ne içirecen diyenle hiç karşılaşmadım. Ne eşimden ne dostumdan ne çocuğundan ne de dilenciden duydum. Demek ki göreceğim varmış. Daha şaşırtıcı olan bu samimiyet nereden. Daha adını anını bilmediğim kişinin bana numarasını vermek istediğine göre belli ki çok samimiyiz.

Konuşmasının başında çalışmıyorum demesini de yadırgadım. İş yok dese eh dersin. Ardıçlı'yı uzak diyor. Sanki çalışan biri de işe gidip gelecek. Babası da BAĞ-KUR’lu emeklisi olduğuna göre evde işe giden yok. Belli ki depremden beri yurtta kalmaya devam ediyorlar. Allah kimsenin düzenini bozmasın, evini-barkın yıkmasın ama aşı ve ibatesi sağlanan birinin olayı bu şekilde ajite edip başkasının sırtından geçinmeye çalışması garip. Bu arada Konya’yı avucunun içi gibi biliyor. 

Az sonra dükkana geçip esnafla biraz lafladık. Esnaf da tanıyormuş onu. Her gün burada. Uzaklaşıp gitmez. Bir kişiyi birkaç gün arayla görünce, sen her gün buradasın bile diyormuş. Derdi var mı bilmiyorum ama ne derdi biter ne isteği dedi. Her gün Aziziye’nin orada olduğuna göre Ardıçlı’yı uzak demesini geç de olsa anlamış oldum. Öyle ya her gün ta Ardıçlı’dan çarşıya nasıl gidip gelsin.

Sen misin Başöğretmen Olmak İsteyen!

Başöğretmenlik sınavına girebilmek için MEB tarafından hazırlanan eğitim programı seminerini oba.gov.tr adresine girerek yüklenen videoları dinlemek gerekiyor. 

Uzaktan sağlanan bu seminer 17 Temmuzda başladı, 19 Eylül günü sona erecek. MEB bu seminer videolarının istenen saatte dinlenmesi için iki aylık uzun bir süre vermiş. 

Süre uzun olsa da son günlere bırakmayalım diye seminerin ilk gününün akşamında verilen siteye şifre ile giriş yaptım. İzleyeceğimiz videolar için süre olarak 240 rakamını gördüm. Toplam 4 saatlik bir seminer için verilen bu iki aylık süre çok olmuş. 4 saat dediğin nedir ki bir oturuşta dinlerim hepsini dedim. 

Sayfayı aşağıya doğru indirdim. 12 modül var. Her modülün içinde ayrı ayrı yüklenmiş ve süreleri saniyelerine kadar belirtilmiş dersler gözüme çarptı. Meraklılar için yazayım:

1.modülde 18 ders, 2.modülde 14 ders, 3.modülde 19 ders, 4.modülde 16 ders, 5.modülde 15 ders, 6.modülde 14 ders, 7.modülde 15 ders, 8.modülde 13 ders, 9.modülde 11 ders, 10.modülde 23 ders, 11.modülde 11 ders, 12.modülde 12 ders var. 

Videoların hiçbiri bir ders saati olan 40 dakikayı bulmuyor. En kısası, yanlış görmedi isem, 12 dakika 4 saniye, en uzunu 35 dakika 33 saniye. (Değişik üniversitelerdeki akademisyenlerin sunum yaptığı bu seminerde benim anladığım, halen uzman olan öğretmenler başöğretmen olunca, ders işlerken 40 dakika planlama yapmalarına gerek kalmayacak. Konu ne zaman biterse süre o kadar.)

Bu süreleri görünce 12 modülde 181 ders, her ders videosunun içinde dakikası ve saniyesi yazıldığına göre bu kadar dakika ve saniyeyi toplarsak, kaç dört saat eder. Bu süre normal değil dedim. Eğitim hakkında kısmını açıp süreye baktığım zaman 240 dakika sandığım sürenin 240 saat olduğunu anladığımda şok geçirdiğimi söylememe gerek yok. 

Bu iki yüz kırk saati, verilen seminer süresine böldüğüm zaman bu sınava girecek bir başöğretmen adayının bilgisayarın karşısında ya da elinde telefonla dinlemek suretiyle günlük 4 saat seminer alması demektir. Geçen yıl ilk başöğretmenliğe müracaat edenler videolardan ve süresinden dert yanmışlardı da öyle bir derdim olmadığı için hiç kulak vermemiştim. Meğerse yerden göğe haklılarmış. İş başa düşünce anladım bu vahameti. Bu semineri planlayanlar iyi bilir ama bu kadar video bu kadar süre hiç pedagojik değildir.

Hazırlanıp servis edilen videoların pdf’leri de sisteme yüklenmiş olmasına rağmen katılım belgesi almak için tüm bu videoların dinlenmesi gerekiyor. Videolar öyle hazırlanmış ki dinlerken başka bir iş yapmana izin vermiyor. Bilgisayarda başka bir sayfa açıp dinleyeyim desen dahi izin vermiyor. Video hemen duruyor. Şu videodan başlayayım demene de izin vermiyor. 1.modül, 1.dersten başlıyorsun. Saniyesi dahi bitmeden ikinci derse geçemiyorsun.

Naçar dinleyeyim diyorsun. Dinlerken zaman zaman “A network error caused the media download to fail part-way” (Bir ağ hatası, medya indirme işleminin kısmen başarısız olmasına neden oldu.) hatasıyla karşı karşıya kalıyorsun. Kapatıp tekrar açıyorsun. Bir bakmışsın ki et tekrar ahsen, velev kane yüz seksen (Tekrar güzeldir velev ki yüz seksen kere olsun) der gibi kaldığın yerden değil de videoyu en başından başlatıyor. Başlayan videoyu ne geriye sardırabiliyorsun ne de burayı dinledim az önce deyip ileri yürütebiliyorsun.

Hasılı, ben bu başöğretmenlik serüveninde;12 modül, 181 ders ve 240 saatten müteşekkil semineri görünce, sen misin başöğretmen olmak isteyen. O zaman gör gününü dendiğini anlıyorum. Tek kelimeyle pes!

17 Temmuz 2023 Pazartesi

Son Kurşun

Olmadı böyle.

Niye olmasın. Bal gibi oldu. 

Fazla koydun. 

Olacağı buydu. Daha ne bekliyordun?

Hani iyiydi her şey? Öyle demiştin.

O dündü. Bugün yeni bir gün. Vaz mı geçiyorsun yoksa benden. 

İnadına yine sensin ama üzerimize kurşun yağdırıyorsun bugünlerde.

Dün her istediğinizi verirken bir şey demiyordun. Hatta yaşa var ol diyordun. Nereden veriyorsun demiyordun. Bugün ne oldu böyle? Ne istediniz ise verdim. Olanı da olmayanı da. Verdim verdim şimdi alma sırası bende. Unutma ki almadan vermek Allah'a mahsus. 

Madem böyle yapacaktın. Vermeyeydin. Karşılığı yoksa niye verdin? Açılacağını bile bile bunca bonkörlük niye?

Verdim ise verdim. Ne zaman vereceğimin kahyası mısın? Yok yok yok. Ne yapayım başka? Her şey kazanmak içindi.

Başka seçeneğin yok muydu?

Yoktu. Tek seçeneğim bu kurşun kaldı. Bu son kurşunu atacağım. Bu kurşun kafa mı yarar yoksa baş mı, orasını bilemem. Bilsem de benim meselem değil. Zira mesele edinmiyorum. 

Peki, nicedir bu son kurşunla uzatmalara oynadın?

Kaç senedir böyle.

O zaman kaç sene niye bekledin? İhtiyaç olduğunda bu kurşunu atman gerekmiyor muydu? Mesela verirken atsaydın.

Verirken kurşun atacak kadar keriz değilim. Benden öncekiler de böyle yapıyordu, ben de öyle yapıyorum.

Onlar senin akıl hocan mı?

Değil ama devlette devamlılık esastır.

Onların bu yaptığını eleştiriyordun ama.

Olabilir. Buraya oturuncaya kadardı her şey.

ÖTV Zammı Sonrası Ben

15 Temmuz gecesi saatler 00.13'ü gösterdiğinde, her camiden toplu sela verilmeye başlayınca, yılda bir rutin uygulama olmasına rağmen bir an için ne oluyoruz, öldük de selamız mı veriliyor dedim. İçimi bir üzüntü kapladı. Ne de olsa ölümü hatırlattığı için selalarda hep bir hüzün vardır. 

Sendelemeyi şimdi atlatırım derken Whatsappıma akaryakıt ÖTV zammı düştü. Bir düşüncedir kapladı içimi. Sen ne üzülürsün. Gören de hep arabaya biner sanır. Bırak hep binmek zorunda olanlar düşünsün desem de kendimi ikna edemedim. Tamam, arabayla pek işim olmaz. Ne kadar binmesem o kadar rahat ederim dedim ama gel sen bunu bana anlat. Çünkü arabaya binmesem de akaryakıta zam geldi mi iğneden ipliğe her şeye zam gelir. 

Gelmekte olan uyku gitti. Yatağa girdim. Sağa sola derken olmadı. Sırt üstü ve yüzü koyun yatmayı da denedim. Sair zamanlarda uyumak için denediğim tüm uyku seanslarını bir bir uyguladım. Gözlerim kapalı hayal alemine daldım. Kendini kandırma. Bu zamlarla hapı yuttun. Uyusan da uyumasan da bu gerçek değişmez damdı içime. 

Bu haletiruhiye içinde uyu da göreyim. Karadeniz’de batan gemi neyse oyum. Olmayacak, telefonu açıp yazı yazayım. Gözlerim yorulur, uyuya kalırım dedim. Ne mümkün. Ne elim gitti yazmaya ne de gözüm kesti sanal alemde gezinmeye. Arada bir, depoyu bari doldursaydın dedim ama bu ah ve vahin ne faydası olacaktı.

Saate baktım. İmsake 10 dakika var. Kalktım abdest alıp namaza hazırlandım. Vakit girdikten bir 20 dakika sonra sabah namazını kıldım. Zam geldiyse geldi. Dünyanın sonu değil. Yat zıbar dedim ama nafile. Belli ki diğer zamlardan daha fazla etkiledi bu ÖTV zammı beni. Biri vah yazık dese, sesimi salıp ağlayacağım.

Beş suları, uyku vücuduma galebe çaldı. Uyumuşum mışıl mışıl hem de hiç kabus görmeden. Rüyada ne ÖTV vardı ne de zamlar. Tedaviyi buldum böylece. Uyanık kalmayacaksın. Uyuyacaksın sadece. Ne dert kalıyor ne de tasa. Sabaha da dinç uyanıyorsun.

Dinç uyansam da kahvaltıda yine bu ÖTV zammı aklıma geldi. Ye de göreyim. Uyanmamak ve hep uykuda kalmak varmış dedim içimden. İçime desem de içim dışıma, özellikle yüzüme vuruyor.

Acı zulüm kahvaltıyı yaptım. Az oyalandım. Bir meşgale bulmak için yazmaya çalıştım. Baktım olmayacak. Bana geceyi unutturacak bir uğraşı bulmalıydım. Muhacir pazarına gideyim. Böylece kaç gündür marketten getirdiğim sebze için iyi değil, pazara gitmek lazım tekerlemesinden de kurtulmalıydım. Pazardan hem tazesini alacaktım hem hesaplı hem de rutin yürüyüşümü yapacaktım. Öyle ya devir hesap devri idi. Ne alınacağını öğrendim. Oğlana bodrum kattan pazar arabasını çıkarıvermesini istedim.

Pazar 20-25 dakikalık bir mesafedeydi. Hava sıcak. Arabayla git deseler de gecesinde yediğim ÖTV zammından sonra kolay kolay biner miydim arabaya. Pazar arabası neyime yetmezdi. Üstelik masrafı da yok.

Pazar arabasını sol elimle çeke çeke, sağ elimle de telefon karıştırma karıştıra pazara vardım.

Fiyatları pahalı gördüm. Bizim pazarcılar gecenin ÖTV zammını yansıtmışlar dedim. Ne alaka demeyin. Adamlar pazara sebze meyveyi sırtında getirmediler. Patates ve soğanın dışında ürünlere pek fiyat da yazmamışlar. Buradan belliydi ürünlerin cep yaktığı. Fiyat uygun olsaydı, esnaf zaten yazardı. Alıcı ve bakıcı etikete bakar, bir de ürüne. Alıcı ise yanaşır. Pek fiyat yazılı olmayınca gelip geçen domates kaça, patlıcan kaça sorup geçiyor. Öğle öğle esnafın yorgunluğu da böylece anlaşılmış oldu. Demek ki her sorana fiyat söylüyorlar. Yorgunluktan mı başka bir sebep mi yüzleri de pek gülmüyordu. Belki de ürün elimde kalacak endişesi vardı kendilerinde.

Birkaç pazarcı geçtikten sonra fiyatlar hakkında az buçuk malumatım oldu. Çok dolaşmaya gerek yok. Alacağım sebzenin en serti arabanın altına gelecek şekilde alışverişimi yapayım dedim. Salatalıktan başlayayım dedim. 20 lira imiş. Bir kilo ver dedim. Al kendin seç dedi esnaf. Poşeti uzattı. Koydum poşete biraz. Elimle tartar gibi yaptım. Gelir bir kilo dedim. Uzattım. Pazarcı teraziye koydu. Tam bir kilo deyip uzattı. Bir kilo olup olmadığını görmedim. Çünkü arkasındaydı terazi. Ben onun yalancısıyım ama bir kilo gelmesi beni sevindirdi. Elim terazi dedim. Denk gelmiştir dedi. Yanında elemanın yok. Adam lazımsa geçeyim yanına. Kaçırma beni. Teraziye de ihtiyacın olmaz dedim. Yok kardeşim, kendim kazanmıyorum. Seni nasıl doyuracağım. Bir başına yeterim. Sana nasıl para vereceğim? Öğle yemeğin var dedi. Öğle yemek yemem. Gerekirse oruç da tutarım dedim ama pazarcı ne şakadan anladı ne de muhabbet etmek istedi. Halbuki pazarlarda bazen muhabbet pek eksik olmazdı. Belli ki kendi derdi kendine yetiyordu.

Patlıcan almaya yöneldim. 12 lira imiş. Uygundu fiyatı. Öğün savardı ayrıca. Hem de kaç çeşit yemeği yapılırdı. Salatalığı ise salatada kullanırsın, bir de zevkine. Hepsi bir nimet ama patlıcanın diğer nimetler arasında yeri ayrıydı. Her gün evde patlıcan yemeği olsa, etten bıkarsın ama patlıcandan asla. Adama, 20 liralık ver dedim. O da al kendin seç dedi. Salatalığın ardından patlıcanı da seçtirmesi Konya pazarcı adına bir mesafe. Çünkü çoğu yerlerde seçtirmezler. Karnıyarık için uzun, kısa, kalın, ince nasıl seçeyim dedim. Ne bileyim kardeşim ben. Mutfakta yapacak olan sensin dedi. Ben alıcıyım. Mutfaktan ve yemekten anlamam. Biraz kopya ver desem de pazarcı inadım inat dedi. Belli ki bunun da keyfi yoktu. Belli ki bugün kafa dağıtmak için esnafın da ağzının tadı kalmamıştı.

Diğer alacaklarımı da alıp bir iki yüz lirayı bayıldım. Arabam tam dolmadan geldiğim yolu geri teptim.

Kapının önünden aldıklarımı verdim. Oğlana seslendim. Oğlum, İşin kolay tarafı bitti. İşin zoru sana kaldı. Şu pazar arabasını aldığın yere götür dedim. Bunda da ciddiydim. Km’lerce yürüyeyim, pazara gidip alışveriş yapayım. Zoruma gitmez. İzbeden bir şey almak, izbeye bir şey götürmek bana çok zor gelir.

Akşamında, çay içmek için evde demlediğim çayı termosa koyup bahçe senden, bohça benden diyen bir arkadaşın kamelyasına gittim. Çay içerken bekledim ki dün geceki ÖTV zammından bahsetsin de içimi dökeyim. Nuh dedi peygamber demedi. Tuzu kuru belli ki. Herkes ben mi?

ÖTV zammı sonrası ve ertesi günü yaşadığım haletiruhiyemi ve yaptıklarımı anlatmaya çalıştım. Elime bir şey geçmedi bilirim. İstedim ki yükümü alasınız. Çünkü insanlar paylaştıkça dertleri azalırmış. Bizim yükümüz bize yeter, başka kapıya derseniz, kimseye gönül koymam. Yalnız elime fırsat geçerse, şu kadının yaptığını yapacağım: Gecenin geç vakti olmasına rağmen sağa sola dönüp bir türlü uyuyamayan kocasına kadın sorar: Neyin var senin? Kocası, hanım, şu yan komşudan aldığım borcun vadesi yarın. Borcu denkleyemedim. Yarın ona ne söyleyeceğim bilmiyorum. Gözlerimin uyku tutmaması da bundan demiş. Kadın, üzüldüğün şeye bak. Dur ben o işi çözerim der ve evin duvarına vurarak komşu komşu seslenir. Ne oldu komşu der komşusu. Bizim yarın ödememiz gereken borcumuz var ya demiş kadın. Komşusu evet demiş. İşte o borcu vermeyeceğiz demiş. Ardından kocasına haydi yat, biraz da onlar uykusuz kalsın demiş. Vurup kafayı mışıl mışıl uyumuşlar. Kıssadan hisse derim ki elime imkan geçerse, beni uykusuz bırakanları uykusuz bırakma gibi bir niyetim var. Dost düşman herkese duyurulur. 

16 Temmuz 2023 Pazar

Annenin Taksimatı

Bir anne çocukları için sabah kahvaltısına yumurta haşlamış. Yumurtayı gören çocuklar bir sevinmiş bir sevinmiş. Anneciğim, yaşa var ol, bir tanesin. Bizim için kendini heder ediyorsun. Hangi bir anne yapar bu yaptığını. Bulunmaz annesin. Hint kumaşı ne ise sen osun demişler.

Tüm bu tespiti gören anne, benim biricik çocuklarımsınız. Sizin için yaşıyorum. Size yumurta pişirmeyip de kime pişireyim. Size hizmet, sizin karnınızı doyurmak bir nevi ibadettir.

Annelerindeki bu ibadet aşkına çocuklarının gözü dolar. İçleri kıpır kıpır olur.

Bu konuşmanın ardından, anne pişirdiği yumurtaların her birini teker teker çocuklarına verir. Yiyin çocuklar, afiyet olsun der.

Ama çocuklar yemeye başlayamazlar. Çünkü bir gariplik var. Annelerine yumurta kalmamıştır.

Anne, hani sana hani sana demişler.

Anne, evet bana kalmadı. Ama sorun yok. Bunu çözeriz. Yeter ki adaletime güvenin demiş.

Adaletinden ne şüphe anne. Söyle şu çözümünü demişler.

Yavrularım, şimdi her biriniz yumurtasını ortadan ikiye bölsün. Yarısını bana versin. Kardeş payı pardon anne-çocuk payı yapalım demiş.

Çocuklar, yumurtalarını bölerek annelerine vermişler. Kendileri yarım yumurta yerken biricik anneleri kaç yarım yumurtayı tüm tüm midesine indirmiş.

Yarım yumurta ile karnını doyuran çocuklar, yumurtaları tüm tüm götüren annelerine teşekkür etmeyi ihmal etmemişler. Çünkü yumurtayı pişiren odur, masaya servis eden odur, bu hakça paylaşımı yapan odur. Anne kaç tüm yemiş. Yesin o kadar. Helali hoş olsun. Zira hak etti. Anne olmasaydı, çocuklar yarım yumurtayı nereden bulabileceklerdi? O yüzden anneye ne kadar teşekkür etseler, hakkını ödeyemezler.

Herkes afiyetle kahvaltısını yemiş yemeye. Bir kişi hariç hepsi memnun olmuş bu mükellef sofradan. Hanenin yaramazı açmış ağzını, yummuş gözünü. Anne, bu yaptığın taksimi kurt yapmaz. Zira bu taksimatında bir haksızlık var. Senin bu yaptığın dokuz kişiye bir pul, bir kişiye dokuz pul taksimine benziyor demiş. Demiş ama başta annesi olmak üzere diğer kardeşlerinden zırgıcı yemiş. Bu devirde yarım yumurta buldun da bunuyorsun. Annemiz olmasaydı, yarım da yiyemeyecektik. Nankörlük yapma. Bil ki bu taksimatı başkası kıskanıyor. Sen bu kafayı değiştir demişler.

Yaramaz çocuk, bakar ki karşısı çok güçlü. Bu itirazına devam ederse, sair zamanlarda yarım yumurtadan da mahrum kalacak. En iyisi sesimi çıkarmayayım. Porsiyonumu küçülterek hayatıma devam edeyim. Zaten sesimi çıkarırsam, huzur bulamayacağım. Şu kardeşlerim gibi ben de mutlu olayım demiş ve söylediklerinden nedamet duymuş ve koroya katılmış.

Yaramaz da olsa akıllı çocukmuş vesselam. Öyle ya bu devirde böyle anne bulunur mu?