Ana içeriğe atla

ÖTV Zammı Sonrası Ben

15 Temmuz gecesi saatler 00.13'ü gösterdiğinde, her camiden toplu sela verilmeye başlayınca, yılda bir rutin uygulama olmasına rağmen bir an için ne oluyoruz, öldük de selamız mı veriliyor dedim. İçimi bir üzüntü kapladı. Ne de olsa ölümü hatırlattığı için selalarda hep bir hüzün vardır. 

Sendelemeyi şimdi atlatırım derken Whatsappıma akaryakıt ÖTV zammı düştü. Bir düşüncedir kapladı içimi. Sen ne üzülürsün. Gören de hep arabaya biner sanır. Bırak hep binmek zorunda olanlar düşünsün desem de kendimi ikna edemedim. Tamam, arabayla pek işim olmaz. Ne kadar binmesem o kadar rahat ederim dedim ama gel sen bunu bana anlat. Çünkü arabaya binmesem de akaryakıta zam geldi mi iğneden ipliğe her şeye zam gelir. 

Gelmekte olan uyku gitti. Yatağa girdim. Sağa sola derken olmadı. Sırt üstü ve yüzü koyun yatmayı da denedim. Sair zamanlarda uyumak için denediğim tüm uyku seanslarını bir bir uyguladım. Gözlerim kapalı hayal alemine daldım. Kendini kandırma. Bu zamlarla hapı yuttun. Uyusan da uyumasan da bu gerçek değişmez damdı içime. 

Bu haletiruhiye içinde uyu da göreyim. Karadeniz’de batan gemi neyse oyum. Olmayacak, telefonu açıp yazı yazayım. Gözlerim yorulur, uyuya kalırım dedim. Ne mümkün. Ne elim gitti yazmaya ne de gözüm kesti sanal alemde gezinmeye. Arada bir, depoyu bari doldursaydın dedim ama bu ah ve vahin ne faydası olacaktı.

Saate baktım. İmsake 10 dakika var. Kalktım abdest alıp namaza hazırlandım. Vakit girdikten bir 20 dakika sonra sabah namazını kıldım. Zam geldiyse geldi. Dünyanın sonu değil. Yat zıbar dedim ama nafile. Belli ki diğer zamlardan daha fazla etkiledi bu ÖTV zammı beni. Biri vah yazık dese, sesimi salıp ağlayacağım.

Beş suları, uyku vücuduma galebe çaldı. Uyumuşum mışıl mışıl hem de hiç kabus görmeden. Rüyada ne ÖTV vardı ne de zamlar. Tedaviyi buldum böylece. Uyanık kalmayacaksın. Uyuyacaksın sadece. Ne dert kalıyor ne de tasa. Sabaha da dinç uyanıyorsun.

Dinç uyansam da kahvaltıda yine bu ÖTV zammı aklıma geldi. Ye de göreyim. Uyanmamak ve hep uykuda kalmak varmış dedim içimden. İçime desem de içim dışıma, özellikle yüzüme vuruyor.

Acı zulüm kahvaltıyı yaptım. Az oyalandım. Bir meşgale bulmak için yazmaya çalıştım. Baktım olmayacak. Bana geceyi unutturacak bir uğraşı bulmalıydım. Muhacir pazarına gideyim. Böylece kaç gündür marketten getirdiğim sebze için iyi değil, pazara gitmek lazım tekerlemesinden de kurtulmalıydım. Pazardan hem tazesini alacaktım hem hesaplı hem de rutin yürüyüşümü yapacaktım. Öyle ya devir hesap devri idi. Ne alınacağını öğrendim. Oğlana bodrum kattan pazar arabasını çıkarıvermesini istedim.

Pazar 20-25 dakikalık bir mesafedeydi. Hava sıcak. Arabayla git deseler de gecesinde yediğim ÖTV zammından sonra kolay kolay biner miydim arabaya. Pazar arabası neyime yetmezdi. Üstelik masrafı da yok.

Pazar arabasını sol elimle çeke çeke, sağ elimle de telefon karıştırma karıştıra pazara vardım.

Fiyatları pahalı gördüm. Bizim pazarcılar gecenin ÖTV zammını yansıtmışlar dedim. Ne alaka demeyin. Adamlar pazara sebze meyveyi sırtında getirmediler. Patates ve soğanın dışında ürünlere pek fiyat da yazmamışlar. Buradan belliydi ürünlerin cep yaktığı. Fiyat uygun olsaydı, esnaf zaten yazardı. Alıcı ve bakıcı etikete bakar, bir de ürüne. Alıcı ise yanaşır. Pek fiyat yazılı olmayınca gelip geçen domates kaça, patlıcan kaça sorup geçiyor. Öğle öğle esnafın yorgunluğu da böylece anlaşılmış oldu. Demek ki her sorana fiyat söylüyorlar. Yorgunluktan mı başka bir sebep mi yüzleri de pek gülmüyordu. Belki de ürün elimde kalacak endişesi vardı kendilerinde.

Birkaç pazarcı geçtikten sonra fiyatlar hakkında az buçuk malumatım oldu. Çok dolaşmaya gerek yok. Alacağım sebzenin en serti arabanın altına gelecek şekilde alışverişimi yapayım dedim. Salatalıktan başlayayım dedim. 20 lira imiş. Bir kilo ver dedim. Al kendin seç dedi esnaf. Poşeti uzattı. Koydum poşete biraz. Elimle tartar gibi yaptım. Gelir bir kilo dedim. Uzattım. Pazarcı teraziye koydu. Tam bir kilo deyip uzattı. Bir kilo olup olmadığını görmedim. Çünkü arkasındaydı terazi. Ben onun yalancısıyım ama bir kilo gelmesi beni sevindirdi. Elim terazi dedim. Denk gelmiştir dedi. Yanında elemanın yok. Adam lazımsa geçeyim yanına. Kaçırma beni. Teraziye de ihtiyacın olmaz dedim. Yok kardeşim, kendim kazanmıyorum. Seni nasıl doyuracağım. Bir başına yeterim. Sana nasıl para vereceğim? Öğle yemeğin var dedi. Öğle yemek yemem. Gerekirse oruç da tutarım dedim ama pazarcı ne şakadan anladı ne de muhabbet etmek istedi. Halbuki pazarlarda bazen muhabbet pek eksik olmazdı. Belli ki kendi derdi kendine yetiyordu.

Patlıcan almaya yöneldim. 12 lira imiş. Uygundu fiyatı. Öğün savardı ayrıca. Hem de kaç çeşit yemeği yapılırdı. Salatalığı ise salatada kullanırsın, bir de zevkine. Hepsi bir nimet ama patlıcanın diğer nimetler arasında yeri ayrıydı. Her gün evde patlıcan yemeği olsa, etten bıkarsın ama patlıcandan asla. Adama, 20 liralık ver dedim. O da al kendin seç dedi. Salatalığın ardından patlıcanı da seçtirmesi Konya pazarcı adına bir mesafe. Çünkü çoğu yerlerde seçtirmezler. Karnıyarık için uzun, kısa, kalın, ince nasıl seçeyim dedim. Ne bileyim kardeşim ben. Mutfakta yapacak olan sensin dedi. Ben alıcıyım. Mutfaktan ve yemekten anlamam. Biraz kopya ver desem de pazarcı inadım inat dedi. Belli ki bunun da keyfi yoktu. Belli ki bugün kafa dağıtmak için esnafın da ağzının tadı kalmamıştı.

Diğer alacaklarımı da alıp bir iki yüz lirayı bayıldım. Arabam tam dolmadan geldiğim yolu geri teptim.

Kapının önünden aldıklarımı verdim. Oğlana seslendim. Oğlum, İşin kolay tarafı bitti. İşin zoru sana kaldı. Şu pazar arabasını aldığın yere götür dedim. Bunda da ciddiydim. Km’lerce yürüyeyim, pazara gidip alışveriş yapayım. Zoruma gitmez. İzbeden bir şey almak, izbeye bir şey götürmek bana çok zor gelir.

Akşamında, çay içmek için evde demlediğim çayı termosa koyup bahçe senden, bohça benden diyen bir arkadaşın kamelyasına gittim. Çay içerken bekledim ki dün geceki ÖTV zammından bahsetsin de içimi dökeyim. Nuh dedi peygamber demedi. Tuzu kuru belli ki. Herkes ben mi?

ÖTV zammı sonrası ve ertesi günü yaşadığım haletiruhiyemi ve yaptıklarımı anlatmaya çalıştım. Elime bir şey geçmedi bilirim. İstedim ki yükümü alasınız. Çünkü insanlar paylaştıkça dertleri azalırmış. Bizim yükümüz bize yeter, başka kapıya derseniz, kimseye gönül koymam. Yalnız elime fırsat geçerse, şu kadının yaptığını yapacağım: Gecenin geç vakti olmasına rağmen sağa sola dönüp bir türlü uyuyamayan kocasına kadın sorar: Neyin var senin? Kocası, hanım, şu yan komşudan aldığım borcun vadesi yarın. Borcu denkleyemedim. Yarın ona ne söyleyeceğim bilmiyorum. Gözlerimin uyku tutmaması da bundan demiş. Kadın, üzüldüğün şeye bak. Dur ben o işi çözerim der ve evin duvarına vurarak komşu komşu seslenir. Ne oldu komşu der komşusu. Bizim yarın ödememiz gereken borcumuz var ya demiş kadın. Komşusu evet demiş. İşte o borcu vermeyeceğiz demiş. Ardından kocasına haydi yat, biraz da onlar uykusuz kalsın demiş. Vurup kafayı mışıl mışıl uyumuşlar. Kıssadan hisse derim ki elime imkan geçerse, beni uykusuz bırakanları uykusuz bırakma gibi bir niyetim var. Dost düşman herkese duyurulur. 

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Evin hanımı yan komşunun duvarına vurarak borcunu ödemeyeceğini ilan etmiş. Ama biz nasıl ÖTV için ödemeyeceğiz diyeceğiz? Var mı bunun bir kolayı? Eğer duvara vurup, ben ÖTV ödemeyeceğim demekle ÖTV ödemeyeceksek ben duvarlara yumruğumu değil, kafamı bile vurmaya hazırım.
    Sağlıcakla kalın.

    YanıtlaSil
  2. Merhabalar Recep Bey. Verdiğim örnek vermek istediğim mesaja ne derece uydu, bunu bilemem. Bazen cık oturur bazen de sırıtır. Yalnız kastım, yerinde veya değil, haklı veya haksız yansıtılan borcu ödememek değil. Ki sorumlu ve kurallara uyan vatandaşın yapacağı bir şey de değildir. Verilen orantısız zammın uykusuz bırakmasını, fırsat ele geçerse, uykusuz bırakmak. Men dekka dükka. Ya da eden bulur ya da huzursuz eden huzurlu edilir anlamında.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde