24 Haziran 2023 Cumartesi

İlk Kârlı Alışverişim

Üç hafta önce bir esnaftan yazlık pantolon aldım. Şu üzerindeki eşofman güzelmiş. Bana böylesi lazım dedim. İşte şu dedi aynısından çıkarıp verdi. Üstü yok mu dedim. Hayır bunlar tek altlık dedi. Fiyatını sordum. 200 lira dedi. İkramın yok mu dedim. Bir başkasına, 200 dedim. Kaç olur dedi. O da 200'den aşağı olmaz. Olacağı bu dedi. Şimdilik kalsın deyip pantolonu alıp çıktım.

Eşofmanı almadım ama içimde kaldı. Rengini de çok beğenmiştim. 

Bugün yarın derken üç hafta sonra çarşıda aklıma gelip eşofmanı almak için aynı dükkana tekrar gittim. İçimden, o zaman 200'e almamıştım. Aradan kaç hafta geçti. Dolar da nassın zıddına faiz artırımına rağmen aldı başını gitti. O esnaf o eşofmanı bana eski fiyata verir mi? Vermez. Hatta üzerine koymuştur. Çünkü dolar yükseldi diyecek en azından dedim.

Daha önce gördüğümden farklı iki kişi vardı dükkanda. Daha önce birinin üzerinde bir eşofman vardı. Onu almaya geldim. Hani o kimseyi göremedim dedim. Siz babamın giydiğinden istiyorsunuz, işte şu dedi. Tamam bu dedim. Kaça olur dedim. 180 dedi. İkramın olur mu dedim. 10 lira daha almayayım dedi. Boyumdan az büyük geldi. Ölçümü alıp kestirmeye gitti. Paçasını yaptırıp geldi. Poşetin içine koyup uzattı. 170 lira verip çıktım.

Bu alışverişten memnun kaldım. Nasıl memnun olmam ki. Üç hafta öncesine göre nicedir yoğun bakımdaki paramız felç olmuş bir ortamda iken daha önce 200’e almadığım eşofmanı daha pahalısına almadığım gibi 30 lira indirimli almış oldum. Fiyatı ne olursa olsun, bir üründe indirim oldu mu, bayılır, kendimi kaybeder, ihtiyacım olsun veya olmasın alırım. Tek fiyat söyleyip indirim yapmayan esnafa, madem indirim yapmayacaksın. Fiyatı biraz yüksekten söyleyip ardından sana şu fiyata olur deyip bu dediğin fiyatı söylesen olmaz mı dediğimde, bazıları haklısın, bizde pazarlık yapılmadan olmaz deyip gülerken bazıları da yine aynı fiyat olurdu, ne fark ederdi demek suretiyle şaka yaptığına pişman ettiği olmuştur.

Gelelim tekrar eşofman indirimine.

Birileri durmadan hayat pahalı dese de gördüğünüz gibi bu kadar pahalılığa rağmen bu eşofman önceki fiyatından uyguna alınmıştır. Bir de bugün aldığın her ürün yarına göre daha ucuz diyorlar.

Bu indirimden memnun kalsam da esnafın yaptığı doğru değildi. Çünkü esnaflık bu değildir. Esnaflık güven üzerine yürür. Aynı ürüne farklı iki esnaf farklı fiyat söylese, eh diyeceğim. Ne de olsa serbest piyasa. Yalnız aynı ürüne, aynı dükkanda birbirinden farklı çalışan kişiler farklı zamanda iki ayrı fiyat vermişlerdir. Benim işime gelse de hoş bir durum değil bu. Önce iki yüz dese de ardından indirim yapsa, buna da olur diyeceğim. Ne de olsa fiyat belli. Biri indirim yapmadı, diğeri yaptı. Böyle bir durum da olmadığına göre demek ki bu tür esnaf tutturabildiği fiyatı söylüyor müşteriye. Bu da esnafa güvensizliği doğurur. Esnaflık, içeride çalışan kaç kişi olursa olsun, aralarında bir fiyat birliğinin olmasıdır. Çünkü bu müşteriye daha güven verir.

Bu alışverişte baba ile oğlu iki farklı fiyat verdiğine göre milenyum nesli gençlik babalarına göre daha merhametli.

Sonuç olarak geciktirmemden dolayı zarar etmeyip kar ettiğim tek alışverişti bu. Temennim, arkası gelsin.

Bu arada genci kandırmışsın demeyin. Paça yapılıp geldikten sonra baba geldi. Ödemeyi o zaman yaptım. Baba bu fiyata bir şey demedi. 

Dolmayan Dolar

Üstünde "Biz Allah'a inanıyoruz" ya da "Allah'a güveniyoruz" yazılı dolar dünyanın geçer akçesi belki de tek parası. 

Hesap kitap, ülkelerin borcu, bir şeyin girdi maliyeti, ithalat ve ihracat hemen hemen her şey dolara endeksli.

Bir ülkenin rezervi dolara göre ölçülüyor. 

Her ülkenin paritesi, alım gücü, paranın değeri ya da değersizliği dolara endeksli. 

Ülkeler krize giriyorsa da krizden çıkıyorsa da dolarla krize giriyor, dolarla krizden çıkıyor. Bir ülkede dolar bolluğu varsa ya da yeter seviyede ise ülkede ekonomi normal yoksa ölümlerden ölüm beğen. 

Durum bu iken dünyada doların yanında birkaç gelişmiş ülke dışında o ülkelere ait milli para niçin vardır, merak ediyorum.

Bu dolar nasıl bir şey ki ülkelerin parası bunun karşısında tutunamıyor. Her geçen gün her saat her saniye dolar karşısında eriyor. Kendi kendine yetmeyen ülkelerin parasını pul ediyor.

İşin garibi bu dolar yükselse de dert, yerinde dursa da dert, düşse de dert. Hasılı başımızda onsuz olmayan ama baş belası bir işlevi var. Bir de adına dolar demişler. Nasıl dolar anlamadım. Dolmuyor bir türlü. Bizim gibi ülkelerin parasını değersizleştirip bol sıfırlı hale getirerek şişiriyor. Buna rağmen dolmuyor. Dolmadığı için doymuyor da.

Oldu olacak buna dolar demektense dolmaz ya da doymaz dense yeridir. Çünkü hayatımızı derinden etkileyen bu dolar ne doluyor ne de doyuyor.

Faizleri düşürüyorsun, fırlıyor, olmadı yükseltelim diyorsun, yine fırlıyor. Öyle zamanlar oluyor ki saniyeden hızlı yükseliyor. Buna rağmen bu doların ne gözü doyuyor ne de midesi.

Güya üzerine de “Biz Allah’a inanıyoruz/güveniyoruz” yazmışlar. Bu paranın inançlılığı da bizim söylemde olan ama eyleme geçmeyen Müslümanlığa benziyor. Bu nasıl inanç ve inanma böyle? Halbuki benim bildiğim inançlı birinin gözü biraz tok olur. Zira inanma ve güvenmenin temelinde kanaat vardır. Bu dolarda bu insafı, bu erdemi ara ki bulasın. Çünkü kendine Müslüman.

Aslında bu doların ipliğini pazara çıkarmak bizim için çocuk oyuncağı. ABD diyecek ki benim paramı milli paranız gibi basın dese, biz bu doları kendi paramıza benzetir, dünyada beş para etmeyen, pul olmuş bir para haline getiririz. O zaman herkesin TLden kaçtığı gibi dolardan da herkes kaçar. Doların saltanatı böylece sona erer.

Merak ettiğim, her şeyimizle bağlı olduğumuz, hayatımızı ve ekonomimizi derinden etkileyen; zam, enflasyon ve hayat pahalılığında bizimle kedinin fare ile oynadığı gibi oynayan bu dolar ABD’nin mi milli parası yoksa bizim mi? Dolar bizim milli paramız ise TL bizim neyimiz olur? Sahi biz bu TL’yi niye tutuyoruz elimizde?

İnanın, hiç hamasete gerek yok. Bizim TL okullarda öğretmenlerin her dönem yaptığı sınavlara benziyor. Öğrenci için esas önemli sınav ve neredeyse tek kriter LGS, YKS, AYT, KPSS gibi merkezi sınavlardır. Durum bu iken öğretmenler okullarda niye sınav yapar, anlaşılır gibi değil. Kısaca okul sınavları bir nevi etkisiz eleman gibidir. Teşbihten gidersek, dolar karşısında bizim paramız bir nevi etkisiz elemandır.

Hamasete gerek yok dedim. Bunun sağlamasına uygulamada bakalım. Dolar kendisine, Amerikalılar dolarlarına tıpkı paralarının üzerinde yazdığı gibi güvenirken bizde TL’den kaçan kaçana. Herkes ya mevcut parasının alım gücünü korumak ya da kazanmak için dolara yatırım yapıyor. Bunu test etmek için bankalardaki vatandaşa ait 150 milyar doları bulan mevduat hesabını gözümüzün önüne getirelim. Kimin, neye güvendiği daha net anlaşılmış olur. Vah yazık bu ülkeye...

Kimse kusura bakmasın, parasını dolar karşısında pul edenler milliyetçilik hamaseti yapmasınlar. Göz göre göre yerinde ve zamanında kalıcı tedbirler almayıp bu paranın pul olmasına seyirci kalmak milliyetçilik değildir. Bu devirde parasının değerini dolar karşısında korumak esas milliyetçiliktir. Ötesi hamasettir, kuru kuruya milliyetçiliktir. Hamasetin ise pratikte hiçbir karşılığı yoktur.

Tadımlığın Yasak Olduğu Şehir (2)

Konya’daki çoğu marketlerin şeker ve lokum reyonlarında gördüğüm bu garip uygulamanın sebebini, en iyi bu tedbirleri alan market sahipleri bilir. Benimki tamamen bir tahmin. Aldıkları bu tedbirlerle marketleri anlamaya çalışsam da bu uygulama izaha muhtaç. Aynı zamanda ayıptır.

Her market böyle mi? Girip çıktığım marketler Konya yöresine ait kendi çapında zincir marketler. Ümit ediyorum ki tüm marketler böyle değildir.

Geçen ramazan başlayan, bu kurban bayramında daha sıkı tedbirlerle uygulanan bu nahoş ve onur kırıcı reyon manzarasını temaşa edince, 2006 yılında Malatya’daki bir kayısı dükkanında hakkal yakin yaşadığım bu anekdot aklıma geldi. İster istemez Malatya nere, Konya nere. Nasıl aramazsın, elan depremle cebelleşen Malatya’yı dedim içimden. Tamam, Malatya esnafı gibi ikramlık vermesinler ama tadımlığı da esirgemesinler. Çünkü bilinen marka da olsa bazen ürün eski ve bayat olabiliyor. Müşteri sert mi, yumuşak mı veya tadı nasıl bakmak isteyebilir ya da önceki yıllar aldığı markayı değiştirip yeni markayla tanışmak isteyebilir. Burada, beğenmedi ise değiştirebilir, artmasına gerek yok denebilir. Vatandaş niye iki emekli olsun. Ki geri iade markete de yük aynı zamanda.

Bu arada şu hakkı da teslim edeyim. Konya’daki tüm marketler böyle değil. Türkiye’de yaygın zincir marketlerden birine girdim. Şeker reyonunu kapının girişine açmışlar. Kimsecikler yoktu başında. Şekerin etrafına naylon çekilmediği gibi tatmak yasak levhası da yoktu. Görevli bekledim, yardımcı olayım diye gelecek birini. Kimse gelmedi. Az ileride gördüğüm şarküteri görevlisine, şekeri kendimiz mi dolduruyoruz dedim. Evet dedi. Onca gördüğüm marketten sonra bu marketin bu görüntüsü ve aldığım bu cevap beni cezbetti.

Reyona geri döndüm. Kopardım oradan bir poşet. Aldım elime bir kürek. Alacağım şekerden doldurmaya başladım. Doldururken de yine kimsecikler yoktu etrafımda. Ne bir görevli ne de müşteri. Şundan bir tadayım demedim. Kendi kendime içimde şu duygular belirdi: Görgü başka bir şey. Diğer gördüklerim de market, burası da bir market. Herkes market açabilir ama her market, market değildir. Şekeri paranla her yerden alabilirsin ama görgüyü satın alamazsın. Zira parayla satılmaz. Bu markete bir kesim yıllar yılı ön yargı ile baksa da yıllarca prensiplerinden ödün vermeden, bir marka olarak Türkiye’nin her yerinde bu sektörde var olmaya devam ettiğine göre demek ki kendini ispatlamış. Demek ki bundan büyük ve bundan dolayı ayakta. Varsın param buraya gitsin dedim. Üstelik aradığım aynı marka ürünün fiyatı da diğerlerinden uygundu. (Size belli etmesem de benim için bu alışverişin en cazip yönü bu idi. Zira bayılırım ucuza.) Bu vesileyle bu markete karşı kafamdaki ön yargıyı da yıkmış oldum. Hayatımda alışveriş için hiç uğrak yerim olmayan bu marka markete, öyle zannediyorum, bundan sonra daha sık uğrayacağım. Zira tüm soğukluğum gittiği gibi içim ısınıverdi. Keşke öbürleri de böyle olsa dedim.

Yazıma son verirken Konya’nın yerel marketlerine bir çift söz daha etmek isterim. Şu kısa ömrümde Konya’da adından söz ettiren, birden büyüyen ve çoğu yerde şubesini açan nice yerel market zincirleri gelip geçti. Çoğu el değiştirdi çoğu battı çoğu satmak zorunda kaldı. Kısaca uzun ömürlü olmadılar. Bence bu sektörde uzun ömürlü olamayan ve markasının değerini koruyamayan bu marketler niye böyle olduk diye bir düşünmeli. Düşünürken de büyük düşünmeli. Şeker ve lokumda olduğu gibi küçük hesaplar yapmamalı. İki kilo tadımlık şeker onları batırmaz. Onları, ancak böyle küçük hesaplar batırır. Batmasalar da yerinde sayar dururlar ve büyük marka olamazlar ve yerele hitap ederler. Unutmasınlar ki müşteri memnuniyetini esas almayan, müşteriyi velinimet bilmeyen, buna dair kendini yenilemeyen ve geliştiremeyen hiçbir firma uzun ömürlü olamaz. Ayakta kalırlarsa da hep küçük olarak kalırlar. Tıpkı "Satılan mal geri alınmaz" yazan esnafın büyümeyip, gelişmeyip hep küçük kaldığı gibi. 

Not: Yanlış anlaşılmasın, Konya yerelindeki tüm marketler gördüğüm marketler gibidir demek istemem. Zira genelleme yanlış olur. Çağı okuyan, müşteri memnuniyetini esas alan firmalara sözüm olamaz.

Tadımlığın Yasak Olduğu Şehir (1)

2006 yılında bir seminer için Malatya'ya gitmiştim. Seminer bitimi öğleden sonra birkaç arkadaş Malatya caddelerini arşınlarken bir kayısı dükkanını gördük. 

Kayısı memleketinde kayısı dükkanını görmezsek olmaz deyip dükkana girdik. Güler yüzlü bir esnaf bizi karşıladı. Hoş geldiniz dedi. Malatya dışındanız. Müşteri değiliz. Ne var diye merak ettik. Bakabilir miyiz dedik. Elbette buyurun dedi. 

Küçücük bir dükkandı ama hiç boş yer olmayacak şekilde dükkanın her bir yeri kayısıdan yapılmış ürünlerle doldurulmuştu. Her birinin bir adı vardı. Hiçbirinin ismi aklımda kalmadığı için isimlerini yazamıyorum. Nazarımda hepsi kayısı olsa da şehrin insanı sanatkarlığını ve mucitliğini konuşturarak kayısıdan her şeyi imal etmişti. Her ürünün önünde de ismi yazılı idi. 

Esnaf ayağa kalktı. Eline bıçağı aldı. Her bir üründen büyükçe parça keserek her birimize ikram etti. Tadı ve lezzetleri çok güzeldi. Yediklerimi dışarıda görsem, yemeden kayısı olduğunu bilmem mümkün değildi. Esnafa, yeter kardeşim, zaten alıcı değiliz dedik birkaç kere. Esnaf, almayın kardeşim. Tadımlık. Benim ikramımdır dedi. Tadımlık dese de ikram ettiği tadımlıktan öte doyumluk türdendi. Bir verdiğini bitirmeden, diğerinden kesip uzattı bize. Adamın tadımlığı böyle ise doyumluğu nasıl olurdu. Güler yüzüne ilaveten yaptığı izzet ikramla bir güzel karnımızı doyurduk. Ardından teşekkür ederek ayrıldık.

Malatyalı bu esnafın ilgi, alaka, izzet ve ikramını, akşamında buluştuğum Malatyalı sınıf arkadaşıma bahsettim. Farklı bir esnaftı dedim. Arkadaşım, sadece o esnaf değil, ister al, ister alma. Tüm esnaf böyle ikram eder dedi. İyiymiş. Burası tam bana göre. Bizim Konya'da kesip vermezler. Verseler de ucundan küçücük keser verirler. Bunu da hangisinden alacaksan ondan keserler dedim.

Konya demişken Konya'dan birkaç kelam edeyim. Zira sebebi hikmeti nedir, bilmediğim garip bir durumla karşı karşılaştım. Hem de birkaç markette birden. Marketlerde gördüğüm bu garip duruma kısaca değinmek isterim.

Malumunuz bayram öncesi bayram şekeri ve lokumları için her markette bir stant açılır. Stantta her markanın şeker ve lokumu sergilenir. Gelen müşteriye satış yapmak ve tartıda yardımcı olmak için de reyonuna içinde birkaç görevli olur. Reyonu gören müşterinin kimi meraktan kimi fiyatları görmek kimi de ihtiyacını gidermek için reyonun etrafında duraklar ve gezinir. Müşteri hangi çeşitten isterse, görevliler tartıp verir. Kimi müşteri hangi çeşit şeker almaya karar veremediği için bir tane alıp tadına bakar. Kimi ne alacağını bildiği için tatmadan görevliye siparişini verir kimi de tadımlıktan öte şu nasılmış, bu nasılmış demek suretiyle bir nevi şeker ihtiyacını giderir.

Bayram öncesi marketlerdeki şeker reyonlarında durum bir nevi hep böyleydi. Böyleydi diyorum. Çünkü şeker, lokum için reyonlar yine açılmaya devam etse de ramazan bayramında nispeten gördüğüm, kurban bayramı öncesinde çoğu marketlerde bu reyonlarda bir dizi tedbirlerin alındığı gözlerden kaçmıyor. Kimi market şeker ve lokuma el değmeyecek şekilde reyonun etrafını şeffaf naylonla çevirmiş. Kimi naylon şerit çekmemiş ama “Şeker ve lokumda tadımlık yasak” anlamına gelen yazı asılmış. Kimi de naylon çekmemiş ama görevliler aracılığıyla standın başına gelen müşterilere sözlü olarak “tadımlık yasak”, “Beyefendi tadamazsınız” uyarısı yapıyor.

Gezip dolaştığım üç dört markette böylesi durumla karşılaştım. Bu garip ve olağanüstü durum ve tedbirin sebebi ne olabilir? Salgın devam etse, salgın riski ve hijyen açısından diyeceğim. Böyle bir durum olmadığına göre şeker, lokum alma bahanesiyle tadımlığın da ötesinde karın doyurmak için gelen bazı müşterilerin yediği şekerin jelatinini yere rastgele atması dolayısıyla etrafı kirletmesin amacıyla böyle bir tedbir almış olabilirler mi diye düşündüm. Birkaç kişi için koskoca zincir marketler tepki çekecek böyle bir şeye imza atamazlar. Sanırım, hayat pahalılığından dolayı her ürün ateş pahası olunca, bundan şekerleme türü de nasibini almış görünüyor. Dün göze batmayan tadımlık bugün öyle zannediyorum, marketlerin de bütçesine dokunuyor olmalı ki böyle bir uygulama başlatmış olabilirler. Çünkü ortalama iyi bir şekerin kilosu 200 liradan aşağı değil. Tadımlık yoluyla tartıya girmeyen şeker miktarı olsa olsa bir iki kilo olur. Bu da en ucuzuyla 400 liradan aşağı değil.

İşin özü, gördüğüm bu manzara bana çok itici geldi. Hiçbirinden şeker ve lokum almadan çıktım. O kadar moralim bozuldu ki gerekirse bu bayram şeker almayayım diye geçirdim içimden. 

-Devam edecek-

22 Haziran 2023 Perşembe

Aklıma Anlatamadığım

Merkez Bankasının uzun bir aradan sonra faizi yükseltmesi hakkında ne dersin?

Boş ver bunu.

Ya ne konuşalım?

Bak, sana bir konu bulayım ve sana bir sırrımı açıklayayım. Daha doğrusu bir itirafta bulunacağım.

Hayırdır?

Hayır hayır. Zira benim şerle işim olmaz.

Neymiş o?

Ama güleceksin ve garip karşılayacaksın.

Söz, gülmeyeceğim.

O zaman sıkı dur.

Lütfen!

Dünyanın döndüğüne inanmıyorum.

Ciddi olamazsın.

Hiç olmadığım kadar.

Ne zamandan beri bu fikirdesin?

Kendimi bildim bileli ve bu fikrimi de hiç değiştirmedim.

Ama bilim, dünyanın döndüğünü söylüyor ve tüm dünya bunun böyle olduğuna inanıyor. Seninki herkes Mersin’e, sen tersine durumu olmuyor mu?

Biliyorum bu düşüncemin bilime ters olduğunu. İnsanların tersine düşündüğümü de biliyorum. Bilimin kabul ettiği dünyanın döndüğünü kabul etsem de buna ikna olmuş değilim. Zira akıl ve havsalam almıyor bunu. Bu konuda dünya bir yana, ben bir yana. Pek dillendirmediğime bakma. Aklım böyle diyor ve bendeki bu akla çok güveniyorum. Dünya bir araya gelse, bu dünyanın döndüğü konusunda beni ikna edemez. Dünya bir akıl, ben bir akıl. Bak şu eve, bak şu ağaca. Ben bildim bileli böyle. Hiç milim dönmemiş. Dünya dönseydi, bu ev, bu ağaç hiç yerinde durur muydu?

Allah Allah, bu fikrini benden başka bilen var mı?

Geçmişte birkaç kişiye söylemiştim. Haliyle güldüler. Daha fazla madara olmamak için içime attım. Bir daha da dillendirmedim.

İyi ki içine atmışsın. Varsın bu aklın içinde kalsın. Şunu da söyleyeyim. İyi ki bu fikir, düşünce bazlı içinde duruyor. İyi ki elinde yetki yok. Düşünsene, elinde yetki olsaydı, dünyanın dönmesini durdurmaya kalkardın. O zaman ayıkla pirincin taşını.

Dünya hapı yutmuş olurdu ama ben de bu fikrimi denemiş olur, içimde kalmazdı. Baktım olmayacak, yine dönmesine izin verirdim dünyanın. Ama bu izin, benim bu fikrimden vazgeçtiğim anlamına gelmezdi.

Aman ne olur, içinde kalsın. Dünyanın böyle bir maceraya ihtiyacı yok.

Yok ama içimde durdukça kendimde vebal hissediyorum.

Senin vebalini ben üstlenirim. Ne olur, aklın sana kalsın.

Beğeneceğini sanmıştım. Böylece bu dünyada bir başıma doğrularımla kalmaz, bir sen, bir ben, bu dünyada böyle düşünen iki kişi olurduk.

Çok sağ ol, ben almayayım. Söylenen sır, sır olmaktan çıkar ama bu sırrı hayatım boyunca içimde saklayacağım.

Sana da iyilik yaramıyor.

İyiliğin sana kalsın. Zira bu iyilik dünyaya lüks gelir.

Benim Dünyam

Merkez Bankası faizleri yükseltmiş. Ne dersin?

Ne diyeyim, yükselmesi gerekiyormuş demek ki.

Ama nass vardı hani? Ne güzel indiriyorduk.

Varsa var. Ne yapalım yani? Nass kaçıyor değil ya. Daha orada duruyor. Dursun şimdilik. Zamanı gelince kullanılır.

Bir çelişki yok mu burada? Hani bir şey bir şeyin sonucu idi? Bir şeyin o şeyin sonucu olmadığı ortaya çıktı.

Yanlıştan dönülmüş demek ki.

Yanlışın var.

Ama faiz artırıldı.

Artırılmış olabilir ama bu görüşten vazgeçildiği anlamına gelmiyor.

Burada bir gariplik yok mu?

Olabilir ama insanları inandığından ve doğru bildiğinden vazgeçirmek zordur.

Bir şey doğru ise doğrudur, yanlış ise yanlıştır.

O sana göre. Bir de onun gözünden bakmak gerek. İnsanın doğruları atom gibidir, aynı zamanda yanlışları da. Atomu ise parçalamak biliyorsun, zordur.

Ama herkes Mersine giderken tersine gitmek değil mi bu?

Bak kardeş! Zorlama istersen. Git işine. Başka işin yok mu senin.

Tamam kestim. Bir şey dediğim yok. Ha içimi dökeyim istemiştim.

Susmak en iyisi ve de bir nimettir, hele sözün bittiği yerlerde.

Haklısın.

Sen en iyisi içini dökecek içinde bir yer bul. Hiç dışa vurmadan içini, içine dök dur. Fikrin içinde doğsun, yine içine batsın.

Anlamaya başladım galiba. Bir ülkede doğan nehrin o ülke sınırları içinde dökülmesi gibi bir şey bu. Ülke dışına çıkmamak yani. Ya da güneşi içimde doğurup içimde batıracağım.

Bak aklın çalışmaya başladı. Neyse sen boş ver bu meseleyi de ben sana kendimi anlatayım. Bir konuda ben de bundan farklı değilim.

Lütfen!

Dünya dönüyor, değil mi?

Evet, şüphen mi var?

Şüphem yok da sen gel, onu benim külahıma anlat.

Anlamadım.

Anlamaman ayıp değil. Zira bunu kimse anlamıyor.

Kendini anlatacaktın?

Anlatayım. Bilim ve herkes dünyanın döndüğüne inandığı için ben de inanıyorum ama buna ikna olmuş değilim. Utanmasam, dünyanın döndüğüne inanmayacağım. Çünkü aklım almıyor. Geçmişte bunu birkaç yerde dillendirdim. Beni tefe koydular. Tefe konmaktansa, içime attım. Nicedir bu doğrumu içimde tutuyorum. Dünya dönse de bana göre dönmüyor. Bugün dünyanın dönmesi, benim bu fikrimden döndüğüm anlamına gelmiyor. Zira ben aynı yerdeyim ve dünya dönmüyor.

Ama herkes dünyanın döndüğüne inanıyor.

İnanıyor olabilir. Herkes böyle inanıyor diye ben bu görüşümden vaz mı geçeceğim? Varsın bu dönen dünya sizin olsun, benim küçük dünyam bana yeter de artar bile.

İlginç! 

İlginç, garip ve dahası dünyaya meydan okumadır bu. Tüm bunları da biliyorum. Ne edersiniz ki ben buyum ve bundan dolayı kimseye de kızmıyorum, kendime de. Bu fikrim garip olsa da bir iyi yönüm var. Bu fikrimden dolayı dünyayı döndürmeye kalkmıyorum. 

Yurtiçi ve Yurtdışı Kurban Bağışları

Yardım kuruluşları yurt içi ve yurt dışı online kurban bağışı kabul etmekte. Her birinin hangi ülke için ne kadar kurban bedeli talep ettiklerini İnternet sitelerine girildiği zaman görmek mümkün.

12 yardım kuruluşunun online bağış miktarına ve bağışın yapılacağı ülkeyi inceledim. Karşıma birbirinin aynısı veya yakın ya da çok farklı rakamlar çıktı.

Afrika için küçükbaş bedeli 1.250 (keçi), 1.500 (koyun), 1.895, 2.190, 2.000, 2.200 arasında. Büyükbaş için 1.695, 1.850, 1.890, 2.000, 2.800 aralığında.

Yurtdışı küçükbaş için 2.200, 2.750, 2.250, 2.600, 3.700 şeklinde.

Filistin’de küçükbaş 5.800 lira.

Büyükbaş hissesi Afganistan’da 2.500, Ukrayna, Balkanlar ve Kafkaslarda 3.500 olarak belirlenmiş.

Yurtiçinde ise 3.500, 3.700, 5.400, 5.595, 5.950, 6.000, 7.500 aralığında.

Başka yardım kuruluşlarına da bakıldığı takdirde kesilen yere göre fiyat farklılığı gösterdiği görülecektir. Kurbanlığın semiz ve zayıflığına, ülke ve büyük ve küçükbaş olmasına göre değişmesi normaldir. Aynı kıtada birbirine yakın bağış miktarı da normaldir.

Ulaştığım miktarlardan hareketle normal olmayan bağış miktarlarını hem karartıp hem de altını çizdim. Tamam fark olsun da bu kadar olmaz. Bir diğer husus, küçükbaş olsun, büyükbaş olsun, her hisse aynı fiyata nasıl olur, bunu da anlamak zor. Zira hayvandan hayvana değişmesi lazım. Durum bu iken her bağışçıdan aynı fiyat talebi beni düşündürüyor. Hepsinden geçtim, Afrika’da da olsa 1.250 liraya bir keçi nasıl olur? Bu nasıl kurban edilir?

Bağışların en normal olmayanı ise Filistin’deki kurban fiyatı. Orası da yurtdışı ne de olsa. Bir ülkeden diğer ülkeye fark etsin ama arada bu kadar uçurum pes doğrusu.

Türkiye’deki kurban fiyatlarının 3.500 ila 7.500 arasında değişmesi başlı başına garip. Bu ayıp da bu ülkeye yeter de artar bile.

Normalde yurtiçi normal bedeli yurtdışına göre daha uygun olması gerekirken Türkiye’deki bir kurban bağışıyla Afrika’ya üç kurban bağışı yapılır. Bu fiyatlara göre ya Afrika anormal ya da biz. Öyle ya yurtdışında kurban için gidip gelme ve organizasyon gerekli. Bu da ister istemez daha fazla maliyet olmadı gerekir.

Fiyatlarda anormallik ve hayat pahalılığı ister istemez kurban fiyatlarına da yansımış diyeceğim ama kendimi bildim bileli bu ülkedeki kurban fiyatları yurtdışına göre daha pahalı. Zaten bundan dolayıdır ki kurban bağışında vatandaşın çoğunluğu yurtdışı seçeneğini tercih ediyor.

Afrika’da acaba sadece kurbanlık fiyatları mı uygun yoksa tüm ürünler bu şekil kelepir fiyatına mı? Orada bizde olduğu gibi hayat pahalılığı yok mu? Varsa da acaba kurbanlıklar resimlerde gördüğümüz Afrikalılar gibi bir deri bir kemik mi?

Afrika’da enflasyon yoksa bizim yetkililerin Afrika’ya gidip bir enflasyon dersi almasında fayda var. Çünkü biz kendimizi bildik bileli enflasyonlu hayatla yaşıyoruz. Vücut iyice bağımlılık yapmış olmalı ki şükür dimdik ayaktayız.