18 Mayıs 2023 Perşembe

Her Şey İsrail'in Güvenliği İçin miydi Yoksa?

1948 yılında başka ülkelerden getirilen Yahudilerle Orta Doğu’da suni bir devlet olarak dayatılan İsrail, Doğu Akdeniz kıyısındadır. Batısında Akdeniz, kuzeyinde Lübnan ve Suriye, doğusunda Ürdün, güneybatısında Sina Yarımadası ve Gazze vardır. Ülkenin güneyi ise Necef Çölü'nden ibaret.

Bu devleti tanıyan İslam ülkeleri olduğu gibi tanımayanlar da var. Tanımayan İslam ülkeleri: “Afganistan, Cezayir, Bangladeş, Brunei, Çad, Komorlar, Cibuti, Gine, Endonezya, İran, Irak, Kuveyt, Lübnan, Libya, Malezya, Mali, Fas, Nijer, Umman, Pakistan, Katar, Suudi Arabistan, Somali, Sudan, Suriye, Tunus ve Yemen.”

Tanıyanlar ise “Azerbaycan, Bosna-Hersek, Burkina Faso, Arnavutluk, Fildişi Sahili, Mısır, Eritre, Gambiya, Gine-Bissau, Ürdün, Kazakistan, Kırgızistan, Moritanya, Senegal, Güney Sudan, Tacikistan, Türkiye, Türkmenistan, Özbekistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri.”

Komşularından Lübnan ve Suriye İsrail’i tanımamış. Gazze tarafında Hamas var. Geriye çöl, deniz ve Ürdün kalıyor. Bir de kendisini tanıyan Sina Yarımadası tarafında Mısır var.

Komşularının ve bölgenin çoğunun tanımadığı İsrail, 1948’den bugüne dimdik ayakta olduğu gibi gücüne güç katarak güçlenip yerleşiyor. Normal şartlarda komşularının çoğunun tanımadığı bir ülke ayakta duramaz.

İsrail ayakta durduğu gibi kendisine zaman zaman tehdit olan ya da İsrail’in tehdit gördüğü devletler bugün can çekişiyor. Saddam’ın Irak’ına, baba Esed’in Suriye’sine, Kaddafi’nin Libya’sına devlet demeye bin şahit lazım. İran ve Suriye’nin desteğiyle zaman zaman İsrail’e korku veren Lübnan Hizbullah’ının hiç sesi çıkmıyor. Ülkesinde birçok Filistinliyi barındıran Ürdün İsrail için hiçbir zaman zaten tehdit olmadı. İsrail’e tehditler savuran İran ambargo ile cebelleşiyor. Hoş, ambargo yokken bile gürlemesiyle kaldı hep.

Her İsrail-Filistin gerginliğinde Türkiye, Filistinlinin yanında yer aldı. Yüksek perdeden İsrail’i eleştirdi. İsrail’i telin mitingleri yapıldı. Sonuçta İsrail daha da pervasızlaştı.

Tüm bunlar ve tepkiler İsrail’i durdurmadığı gibi İsrail kafasına koyduğunu yapmaktan geri durmadı. Üstelik kaç ramazandır eften püften bahanelerle elinizden geleni ardınıza koymayın dercesine Filistinliye ramazanı zehir etmekte. Kudüs’ü başkent ilan etti. Tampon bölge Golan Tepelerini de sınırlarına kattı. Bugün devlet olma özelliğinden uzak Suriye, Irak, Suriye, Lübnan ve Libya’ya girmek istese, önünde duracak bir devlet yok. Çünkü bu devletler en güçlü zamanlarında Arap İsrail 6 gün savaşlarında İsrail’e yenilmişlerdi.

Tunus’ta başlayan, Mısır, Suriye ve Libya şeklinde devam eden, adına Yasemin Devrimi denen yönetim değişikliklerinin de bugünden bakınca İsrail’in güvenliği için yapıldığı anlaşılıyor. Çünkü bu ülkeler istikrarsızlaştırınca orta yerde İsrail’e tehdit olacak bir güç kalmadı.

Öyle zannediyorum, bir zamanlar Büyük Ortadoğu projesi denilen şey de İsrail’in güvenliği içinmiş. Ülkelerin ve ülke liderlerinin niyetini bilmiyorum ama tüm bağırıp çağırmalar, tehdit ve eleştiriler İsrail’in daha fazla yayılmasına ve iyice yerleşmesine katkı sağladı. Aklım almıyor ama bilerek veya bilmeyerek her yapılan İsrail’e yaradığına göre acaba her şey ve herkes İsrail’in güvenliği için mi çalışıyor diye düşünmeden edemiyorum.

17 Mayıs 2023 Çarşamba

Başa Çalınacak Yardım

Okumadım ama yapılan açıklamalara göre sosyal medyada depremzedeler için birileri içindeki kini kusmaya başlamış. Güya yardım yapmışlar. Depremzedeler de gidip siyaseten cumhurbaşkanı adaylarından birine ağırlıklı olarak destek vermiş. Yani oy tercihinde bulunmuş. 

Bu oy tercihini birileri hazmedememiş olmalı ki yaptığı yardımın pişmanlığını dile getiriyor. Bunlara göre oy tercihini bir başka adaydan yana yani kendi adaylarından yana kullanmaları gerekiyormuş. İşte o zaman yardımı hak edecekler.

Bu şekil içinde sakladıkları kini sosyal medya üzerinden boşaltanların sayısı ne kadardır, bilmiyorum. Milletin çoğunluğunu temsil etmeseler de gerekirse bu şekil yazıp çizenin sayısı bir kişi olsun. Hoş, böyle başa kakanların yardım yaptığını da sanmıyorum.

Tek kelimeyle ayıptır ayıp. Ne zamandan beri mağdur olan insanımıza şartlı yardım yapılır oldu. Bu anlayışın yıllardır misyonerlerin, gittikleri yerde bir elinde İncil, diğer elinde ekmek olmak suretiyle "Hristiyan olursanız, karnınızı doyururuz" dediklerini eleştirmemizden ne farkı var? 

Ne zamandan beri yardım yapılacak kişinin dini, inancı, görüşü ve siyasi tercihi sorgulanır oldu. Biz nasıl bir millet olduk böyle? Ne ara bir elin verdiğini diğeri görmeyecek anlayışından bu noktaya evrildik? Ne ara balık bilmezse Halik bilsin düzeyinden bu seviyeye düştük? Madem böyle bir beklenti vardı. Yardımdan önce -şayet yardım yaptılarsa- pekala “Şu adaya oy verirseniz, size yardım yaparız” şeklinde şartlı bağışta bulunabilirlerdi. O can pazarında da böyle bir şart ne de güzel (!) giderdi.

Kimin, kime oy verdiği, hangi adayı tercih ettiği ve edeceği, umurumda değil. Maalesef bizi bu noktaya getiren, siyaseten geldiğimiz nokta. Batsın bu şekil siyaset anlayışımız. Bu anlayışa düşmemizde bizi kutuplaştırarak sonuç almaya çalışan siyasetçilerimizin payı büyük. Halkın bir seçim sonucunda ateşle barut olmasının başka izahı olamaz.

Sosyal medyada depremzedelere kinini kusanlar bu derece alçalmışlarsa, onlara söz söylemeye gerek yok ama yine de bu tiplerin yolundan gitmek isteyenlere bir çift sözüm olsun. Sayın gözlerini kin bürümüş beyefendiler ve hanım efendiler, seçim bitti mi? Bitmedi. Daha bu seçimin iki hafta sonra rövanşı var mı? Var. Seçmen yeniden sandığa gidecek mi? Gidecek. Adaylar bu yarışa aldıkları oy oranı ve sayısıyla mı girecekler? Hayır. Biri önde, diğeri geride bitirse de ilk seçim sonucuna göre bir aday ikinci seçime psikolojik üstünlükle girse de her iki aday yarışa sıfırdan başlayacak. Yani daha önceki oyların üzerine oy verilmeyecek. İlk seçimde bir adaya oy tercihinde bulunan, belki ikincide diğer adaya kullanacak. Belki sandığa gitmeyecek. Belki istediğin adaya bir yönelim olacak, yarışı kazanacak. Belki birinciye fazla oy alan aday ikincide farkı açacak. Bütün bunlar bir tahmin. Kesin sonuç, ikinci turda belli olacak.

Yalnız siz böyle hırlamaya ve ayıp etmeye devam ederseniz, bilin ki ilk seçimi önde kapatan aday ikinci seçimde farkı açar. Bunun böyle olacağını bile bile sosyal medyadan bu şekil paylaşımlar yaptığınıza göre kendi adayınıza mı çalışmış oldunuz yoksa istemediğiniz adaya mı? Belli ki bir seviyesi olmayan bu kapasitenizle rakip gördüğünüz lehine çalışıyorsunuz. Çünkü iş değil, çiş yaptınız.

Bu arada sizin gibi rakibine çalışan bir başka İrlandalı daha var. Yani yalnız değilsiniz. O da otelde misafir ettiği depremzedelere oteli boşaltın yazısı gönderen. Unutmayın ki varlığınız, aldığınız nefes, içinizin dışına çıkması, hepsi rakip gördüğünüze giden bir oydur. Partinizin ve adayınızın başka düşmana ihtiyacı yok. Ben o adayın yerinde olsam, seçim çalışması falan yapmam. Nasıl ki sayenizde yağıyor oylar.

Bir diğer husus, bundan sonra Allah rızası için yardım yapmayın. Ne ihsanınızı isteriz ne de gölgenizi. Alın yardımınızı başınıza çalın.

Yaşlanma Yaşının Hızı

Küçüklüğümde büyüklerin gittiği kahvehaneye girebilmek için çok çabuk büyümek istedim. Bir 18 yaşını doldurayım dedim durdum. Çünkü büyükler giriyor, bize dışarı dendi. Günler, aylar, yıllar kaplumbağa yürüyüşünden hiç ödün vermedi. Yaşımı soranlara girdiğim yaşı söyledim.

Nihayet 18'i doldurduktan sonra merak ettiğim kahvehanelere girdim. Okey ve tavla oynamayan biri olarak buralar çok da hoşuma gitmedi. İçtiğim çayları da beğenmedim.

Geldim bugünlere. Geçmez ve bitmez dediğim yıllar geçip gitmiş. Geriye dönüp baktığımda benim kaplumbağa yürüyüşü dediğim yıllar arşiv oluşturmuş. Kaplumbağa yürüyüşüyle gıdım gıdım ilerleyen yaşım, tazı gibi koşmaya başladı. Çifter çifter atlıyor gibi geldi bana. Yavaş diyorum, dinlemiyor beni. 

Eskisi gibi yaşımı soranlara girdiğim değil, doldurduğum yaşı söylüyorum. Kısaca fiziken görünen köy kılavuz istemese de yaşımı küçük göstermeye çalışıyorum. 

Dayanamayıp yıllara sordum. Ne oldu sana yıllar, bu hızın ne, seni ağır ağır yürüyüşünden bu kadar hızlandıran ne dedim. Ben aslında hep böyleyim. Bir tempo ile yürüyorum. Değişen bir şey yok. Yıllar, aylar hepsi aynı. Değişen senin bakış açın.

Kabullenmek ve yaşını göstermek istemesen de yaşlanıyorsun artık. Var gör, yakını görme sorunun da başlamıştır. Dişlerin dökülmüştür. Sert şeyleri eskisi gibi kıramıyorsundur. Saçının ve sakalının ağardığını zaten söylememe gerek yok. 

Hasılı gidiyorsun artık. Şurada ıskartaya çıkarılmana az kaldı. Bundan sonra moralin bozulsa da yaşını çok soracaklar. Çocuklarını gören baban hala yaşıyor mu diyecek.

Hayat böyledir işte. Önce ağır ağır çıkarsın bu dünya merdiveninden, sonra iniş aşağı doğru gidişin hızlanır. Sonra bir bakmışsın tabutun içindesin. 

Sakın nereye gidiyorum. Yerim doldurulamaz, dünya benden kolay kolay vazgeçemez deme. Çünkü defnedileceğin toprak vazgeçilmezlerle dolu.

Geriyi hiç merak etme. Zira hemen biri doğar, yerini doldurur. O da bir büyüsem hayali kurar. Ağır ağır çıkar merdivenleri. Sonra iniş ve finiş. Bir bakmışsın yanında. Dünyanın kuralı bu ve değişmez.

Sen en iyisi ah çocukluğum, gençliğim demeyi bırak da ânı yaşamaya devam et. Gerisini merak etme sen. 

Bu arada iyi biri olmaya çalış. Giderken kubbede hoş bir seda bırakmaya bak.

Bu dünyadan da pek bir şey beklemeye kalkma. Çünkü beklentin ne kadar artarsa, hayat o kadar çekilmez olur. Kafana hiçbir şey takma. Nasılsa her şey varacağına varır. Dünyayı düzeltmeye kalkma. Zaten gücün yetmez. Gücün yetiyorsa, kendini düzeltmeye çalış. Ötesi seni aşar.

Mahalledeki Rekabetin Bozulması

Mahallemde gıda üzerine iş yapan dört firma var. Ticaretin dini, imanı olmasa da biri dindar, diğeri milliyetçi, bir diğeri solcu, öbürü rengini pek belli etmeyen.

Her birinin az veya çok müşterisi var. Fiyatlar genelde birbirine yakın olsa da bazı günlerde bazı ürünlerde fiyat indirimine gittikleri de olur.

Esnaflar yılların esnafı. Her biri bu sektörden ekmek yiyor. Vatandaş indirimleri takip ederek dört marketten de alışveriş yapıyor. Alışveriş yaparken de şu dindar, bu milliyetçi, şu solcu, bu renksiz demiyor. Esnaf da bizim adam demiyor. Satışını yapıyor, işine bakıyor.

Mahallede dört esnafın olması, aralarında tatlı bir rekabeti de beraberinde getiriyor. Alternatifleri olduğu için etiketlere öyle uçuk kaçık fiyatlar da yazamıyorlar. 

Vatandaş birinde bulamadığı ürünü gidip rahatlıkla öbüründen alabilse de  belli müşterilerin kafa dengi hesabı yaptığı, bu yüzden kendi düşüncesine uygun olan esnafı tercih ettiği de bir vakıa.

Mahalleli, tüketiciler ve esnaf, aralarında hiçbir sorun olmadan bu şekil yaşayıp gidiyorlar.

Ne zaman ki mahalledeki bazı din görevlileri araya girdi. Çünkü bazı din görevlileri önce özel sohbetlerde sonra konuyu hutbeye getirerek "Şunlardan alışveriş yapmak caiz değil. Kim onlardan alavere yaparsa cehennemdeki yerini hazırlasın. Falan esnaftan alışveriş yapmak farzdır. Kim diğerlerinden alışveriş yaparsa, küffar ve fasıkları kazandırmış olur. Dindar kardeşim, alışveriş yaparken kimden aldığına dikkat et. Yoksa kıldığın namaz kabul olmaz" şeklinde ayet ve hadis okuyarak halkı yönlendirmeye başlayınca, ne tüketicinin ne mahallelinin ne de esnafın ağzının tadı kaldı. Mahalle hiç olmadığı kadar kutuplaştı.

Bazıları hoca, işini yap. Bu iş senin işin değil, kimsenin ekmeğiyle oynama. Bu cami, bu mikrofon, bu hutbe bu anlattıklarının yeri değil. Bak bu şekil cemaati bölüyorsun. Halbuki buranın görevi halkı birleştirip bütünleştirmektir. Sen bu yaptığınla birinin lehine çalışıp diğerlerini karşına alıyorsun. Karşına aldığın esnaf her gün gelmese de haftada bir arkana geçip namaz kılıyor. Bu ayrıştırıcı tutumunla bu insanlar arkana geçip sana nasıl uysunlar? Senin görevin halkı din konusunda aydınlatmaktır. Fahiş fiyata satmayın, bozuk çürük malı tereklere koymayın, insanları kandırmayın, yemin ederek mal satmaya kalkmayın, hileye ve hurdaya yer vermeyin şeklinde konuşmaktır. Sen sadece bir marketin değil, tüm marketlerin hocasısın. İşi dine getirip haksız rekabeti körüklüyorsun, dini ve güzel değerlerimizi emellerine alet ediyorsun. Böyle yapmaya devam edersen, haftada bir gelenleri de camiden ve namazdan soğutacaksın. Bu din bunu emretmiyor şeklinde nasihat ettiyse de hoca, bunu ben değil, din böyle diyor, ayet şöyle diyor demek suretiyle nasihatlere kulak vermediği gibi bak, yarın önüme geleceksin, senin cenazeni yıkayıp defnetmem, helallik dilemem. Aklının başına al demek suretiyle aba altından sopa göstermeyi de ihmal etmez.

Hocaya bazıları bu şekil gönül koysa da hoca bu konuda yalnız değil. Yaşa, var ol, bir tanesin, gerçekleri söylüyorsun demek suretiyle alkış tutar.

Bu mahalle hocasının yaptığı diğer mahalle hocalarını bağlamasa da mahallelinin zoruna giden, bu hocaya dindar market sahibinin sahip çıkması. Hoca doğru yolda demesi. Halbuki hoca, sen işine bak. Vatandaş istediği yerden alışveriş yapar, bizim mahalledeki esnafla aramızda sorun yok. Herkesin inancı ve düşüncesi kendisine dememesi. Niye desin? Nasılsa müşterisi eskiye oranla arttı. Satıştan memnun.

Hasılı mahalle tedirgin. İnsanlar mahalle baskısından dolayı istediği markete gidip alışveriş yapamıyor. Gitmek zorunda kalsa da bir gören olur mu endişesi taşıyor...

Not: Yazının aslı astarı yoktur. Hayal gücüyle yazılmıştır. 

Dinin, Din Adına Konuşanlardan Çektiği

Bugün sosyal medya mücahitleri tarafından Whatsappıma gönderilen iki video birden düştü. Biri Musul Kerkük tarafından, diğeri yazmıyordu ama öyle zannediyorum, Arap ülkelerinin birinden. Her ikisi de hutbede irat edilmiş. Musul'daki Türkçe, diğeri ise Arapça konuşma. Her ikisi de Türkiye'deki seçimlere müdahil ve taraf olmuş. Kimin kazanmasına dair açıklamalara yer verilmiş.

Arapça hutbede, "Türkiye önemli bir seçime gidiyor. Eğer bu seçim Arap ülkesinde veya halkı yüzde yüz Müslüman olan bir ülkede yapılsaydı, bunu kendi aralarında bir ayrıntı görür, bu konuyu camiye ve hutbeye taşımazdık. Fakat buradaki durum farklı. Bu konu tamamen İslami bir konu. Hak ile batıl, İslam ile küfür arasındaki fiili savaşla alakalıdır. Bu nedenle hatipler, alimler ve davetçiler olarak bizim üzerimize, Müslümanların bugünde ne yapacakları konusunda yönlendirme yapmamız gerekli olmuştur. Aslan Türkiyeli olan veya sonradan vatandaşlık almış bulunan tüm Türk vatandaşlarına diyorum ki bu beldelerde İslam'ın savunucusu olan .....’ı seçmeleri kesin bir farzdır. Onu ve partisini, birçok İslami kaidenin dayandığı şeri ve fıkhi bir kural vardır bizde. Farzların yerine getirilmesi için gerekli olan şey de o farz gibi farzdır. İslam devletinin korunması, mescitlerin korunması, Kur’an’ın rolünün korunması, İslami kurumların korunması, kadınların tesettürünün korunması, İslami vazifelerin korunması, bunların hepsi farzdır. .....ve partisi ise bu vazifelerin korunmasını üstlerine almışlardır. “Eğer  din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım etmeniz üzerinize farzdır.” (Ayet). Fasıkların İslam’ı silip yok etmek istedikleri bu şartlar altında, Müslüman bir kardeşin ... senden destek istiyorsa ona yardım etmek sana farzdır. Destek hususunda duraksamak veya karşı çıkmak, savaş meydanından kaçmak hükmündedir. Müslümanın savaşta meydandan kaçması asla caiz değildir...” şeklinde cümlelere yer vermiş hatip.

Hutbeyi dinleyince şok oldum ve dehşete kapıldım. İnanın, amacım siyaset yapmak değil. Açık desteklerinden ve kimi desteklediklerinde değilim. İsteyen istediğini destekleyebilir. Aynı desteği bir başkasına da verse aynı tepkiyi gösterirdim. Desteğin camide ve hutbede yapılması manidar. Ki olmaması gerekir. Diyelim ki o ülkelerde laiklik yok, hutbede siyasi konuşma ve destek açıklamalarının önünde bir engel yok. Bundan dolayı siyasi konuşma ve destekler camide yapılabilir. Şu kimseyi destekliyoruz, siz de destek verin diyebilirler. Tüm bunları yaparken niye Allah’ın farzını karıştırırlar ve Allah’ın bir farzıdır derler. Kendi ülkelerinde olmayan demokratik bir seçimi hak batıl mücadelesine ve savaşa getirirler ve küfürle yapılan fiili bir savaş derler. Öyle zannediyorum, destek verdikleri adayın karşısındaki adayların da küfür üzere olduklarının niyetini okumuşlar ve fetvasını da vermişler. Sanki kendi ülkelerinde yani Arap ülkelerinde krallık yokmuş da demokratik bir seçimle yönetiliyoruz gibi bir de bizim ülkelerde olsaydı, Müslüman Müslümana der, karışmazdık diyor.

Hiç kimse kusura bakmasın, camiye siyaset gitmez, girmemeli. Din görevlisi, üzerinde sarık cübbe varken camide destek açıklaması yapamaz. Çünkü parti, fırka, hizip adı ne olursa olsun, parti demek bölünmüşlük, tarafgirlik demektir. Her hizipçilik ise cami cemaatini ve Müslümanları böler. Müslümanın ve din görevlisinin görevi bölünmeyi teşvik etmek değil, birleştirici ve toparlayıcı olmak zorundadır. Amaçları siyaset ise sarık ve cübbeyi çıkarıp destek verdikleri adayın yanına gelip onun lehinde bir nefer gibi çalışmaktır. Öyle ucuz mücahitliğe gerek yok. Allah’ın ayetlerini parti desteklerine alet etme hakları yoktur. Yaptıkları tek kelimeyle İslam dinine zarar vermektir. Bu yönüyle bu tip din görevlilerinin dine verdikleri zararı tüm dünya bir araya gelse, inanın veremez. Buna da hiç hakları yoktur. Bıraksınlar başka ülkelerin siyaset ve yönetimini de bu devirde hala krallıkla yönetilen ülkelerinin yönetimine söz söylesinler. Bizde niçin seçim yok. Niçin aynı aile yönetiyor desinler. Diyebilirler mi? Ne mümkün. Zira başlarına ne geleceğini çok iyi bilirler.

Gerçekten tüm görevleri halkı din konusunda aydınlatmak olan bu tip din görevlilerinin siyasetle bu kadar içli dışlı olmalarını anlamakta zorlanıyorum ve yazık bu dine, bu tip din görevlilerinin verdiği zarara diyorum.

16 Mayıs 2023 Salı

Birleşik Oy Pusulası

Bu seçimde dikkatimi çeken, milletvekili genel seçim birleşik oy pusulasının uzunluğu idi. Yanımda metre olmadığı için uzunluğunu ölçemedim ama göz kararı öyle zannediyorum, 1 metre vardı. Parti üyelerinden birine kaç cm dedim. Ondan da metre olmayınca karışladı. 5,5 karış dedi. Bu yazıyı yazmaya başlayınca İnternette bunun doğru bilgisini bulabilirim dedim ve buldum. Partilerin illerde ittifak veya ayrı ayrı girmesine göre 9 ayrı oy pusulası basılmış. Konya'nın oy pusulası ise 1 metre imiş. Oy pusulasının bu kadar uzun olmasına üzüntü duydum.

Seçmen kabine girdikten sonra oy vereceği partisini bulmak için epey bir efor sarf etmesi gerekti.  

Seçmenin vereceği partiyi bulup tercih ve evet mührünü bastıktan sonra katlaması, katladığı pusulayı zarfa yerleştirebilmesi öyle zannediyorum, çoğu seçmeni zorladı.

Katlanan oy pusulası zarfı da anormal bir şekilde kalınlaştırdığı için zarfı oy sandığına katmak da mesele oldu. Zarflar kalın olduğu için görevliler zarflar iyice yerleşsin diye sık sık sandığı sallamak zorunda kaldı.

Tüm bunlar oy kullanan için stres ve oy kabininde uzun durma demektir. Dışarıda bekleyenler için de zaman kaybı. Bu da oy vermek için bekleyenlerin uzun kuyruk oluşturmasına sebep oldu. Bu yüzden kabindekiler görevliler tarafından acele edin diye sık sık uyarıldı.

Sandıklar açıldıktan sonra oy pusulasıyla imtihan sandık görevlilerine geçti. Bu pusulaları yırtmadan zarftan çıkarmak, bunları masanın üzerine koymak, tek tek saymak, evet mührünün basıldığı yeri bulmak için sandık başkanının gözünün sağa sola epey bir gidip gelmesi gerekti. Bir mührü bulmakla da iş bitmiyor. Acaba mükerrer mühür var mı diye tekrar pusulanın bir başından diğer başına bir hızla göz gezdirmesi, pusulanın arkasına bakması gerekti.

Bununla kalsa iyi. Pusula uzun olunca haliyle her parti ve bağımsızların aldığı oya çentik atmak için bir o uzunlukta tutanak gerekiyordu. Bereket tutanaklar o uzunlukta değildi ama 5-6 sayfadan müteşekkil A4 kağıdına geçirildi. Pusuladaki her partiye oy çıksaydı, yazanların çekeceği vardı. İyi ki seçmen her partiye oy vermemiş, seçmenin verdiği partiler 5-6 parti ile sınırlı kalmış. Değilse, adını ilk defa duyduğun partinin sütununu ara dur. 5-6 bilemedin 7-8 parti dışında diğer partiler ve bağımsız adaylar sıfır çekti.

Hasılı, birleşik oy pusulasının bu kadar uzun olması, adını ve sanını ilk defa duyduğumuz parti bolluğundan. Bazı partiler başka partinin listesinden girmeyip onlara da ayrı bir sütun açılsa, varın oy pusulasının uzunluğunu düşünün. Bir de seçime girmeyen 75-80 civarında parti var. Bunlar da seçime girmeye kalsaydı, öyle zannediyorum 2-3 metrelik bir oy pusulası ile karşı karşıya kalacaktık. Herhalde böyle bir oy pusulasını kabine birkaç kişi tutunarak götürmesi gerekecekti. İyi ki tüm partiler seçime girmediler.

Bu uzun oy pusulasının kazananı öyle zannediyorum, bu uzunluktaki bir matbaaya sahip olup bu pusulayı basan firmadır. Bir diğer fayda sağlayan ise oyları okuyan sandık başkanlarının gözlerine olmuştur. Çünkü evet mührünü bulmak, mükerrer mühür var mı diye gözlerini sağa sola çevirmek için tüm eforlarını gözlerine vermeleri göz jimnastiği yönüyle faydalı olmuştur.

Yazımı sonlandırırken bu ülkede bu kadar partinin olmasının garip olduğunu, kurulan her partinin seçime girmediğini, seçime giren çoğu partinin bir oy bile alamayarak sıfır çekmeleri, sıfır çekeceklerini bile bile seçime girmeleri ve bundan mütevellit oy pusulasının uzamasına sebebiyet vermeleri düşündürücü. Gerçekten hiç tabanı olmayanlar niçin parti kurup seçime girerler? Sıfır çekince kendilerini niçin sorgulamazlar? Niçin partilerini kapatma yoluna gitmezler? Haydi bunlar çeşitlilik olsun diye parti kurup seçime giriyorlar. Devlet yüzde bir bile alamayan partilere niçin müdahale edip sınırlama getirmez? Pekala iki seçime girmeyen parti kapatılır, seçime girdiği halde yüzde birin altında oy alan parti lağvedilir veya yüzde birin altında oy alan partiden, payına düşen seçim masrafı alınır şeklinde bir maddeyi yasaya ekleyebilir.

Ne yapılıp ne edilecekse, parti sayısının ve seçime katılan parti sayısının alabildiğine düşürülmesinde fayda var. Öyle ben parti kuruyorum, şu da listemiz müracaatıyla, tabanı olmadığı halde önüne gelen parti kurmaya kalkmamalı. Bu ülke bu parti enflasyonundan ve seçimlerde bir metrelik oy pusulasından bir an evvel kurtulmalı. Ekonomik enflasyon bu ülke insanına yeter de artar bile. Ayrıca ikinci enflasyona gerek yok.

Siyaset ve Seçmen

Her seçmen siyasetçi için bir müşteridir. Bu müşteri velinimettir. Siyasetçi bu velinimet sayesinde siyaset yapmaktadır.

Siyasi yolculuğa çıkan iyi ve güven veren bir ekiple yola çıkmalıdır.

Siyasette varlık göstermek ve yönetimde söz sahibi olmak isteyen siyasetçi, müşterisini iyi tanımalıdır. Bu tanıma içerisinde seçmenin inancını, fikrini, zikrini, hoşlandığı ve nefret ettiğini, isteklerini ve beklentilerini bilmek vardır. Kısaca toplumu okumak gerekir. 

Toplumu okuduktan sonra sorunları tespit etmeli, bu sorunları öncelik sırasına göre ivedi, orta ve uzun vade olarak belirlemeli, bunlara dair çözüm önerilerini tespit etmelidir. 

Kendini ifade etmede, sorun ve çözüm önerilerini aktarmada ikna edici olmalıdır. İkna edemediğin doğru doğru değildir. Bunun için güven vermek şarttır. 

Hitabeti güçlü olmalıdır.

Hazırcevap olmalıdır.

Halkın dokusuna uygun projeler geliştirmelidir. 

Halka rağmen siyaset yapmamalıdır. 

Halkın değerleriyle cebelleşmemeli. Halka ve değerlerine yabancı olduğu görüntüsü vermemeli. 

Halka tepeden bakmamalı, halktan biri ve halkın içinden geldiğini hissettirmeli. Seçmen kendisini görünce kendisinden biri bilmeli. 

Kazanmak için elinden gelen çabayı göstermeli. Gerisini gereği için seçmene bırakmalı.

Seçimi kaybettiği takdirde seçmeni suçlamayı aklının ucundan bile geçirmemeli, seçimlerde hile var, oylar geç sayıldı, sayımda yönlendirme yapıldı türünden mazeretleri arkasına sığınıp bahane üretmemeli.

Centilmenliği elden bırakmamalı. Kazanan partiyi ve siyasetçiyi tebrik edebilmeli.

Kazandığı takdirde havaya girmemeli.

Kazanan nasıl kazandığını, kaybeden niçin kaybettiğini derinlemesine irdelemeli. Aksayan yönleri tespit edip bir sonraki seçimde aynı hataları yapmayacak şekilde dersler çıkarmalıdır.

Koyduğu hedefi yakalayamadığı veya kazanamadığı takdirde görevini bir başkasına bırakacak şekilde istifa edebilmelidir. Partisine taze kan gelmesinin yolunu açmalıdır. Koltuğunda çakılıp kalmamalıdır.